“Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor.
Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil dimağladır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal'in, Temsilciler Kurulu Başkanı olarak ve beraberindekilerle birlikte Ankara'ya gelmesi ve Ulusal Savaşım'ın bundan sonraki merkezini Ankara'da oluşturmasının ardından, Anadolu Ulusal Hareketi'ni bir şekilde başarısızlığa uğratabilmek amacıyla birçok ayaklanma olmuş ve bunların tamamı da, asi güçler bertaraf edilerek, bastırılmıştı.
Ayaklanma hareketlerinin arkasındaki güçlerin başında İstanbul Yönetimi geliyordu. Onlara da bu desteği sağlayan emperyalist güçler adına İngiltere'ydi. Ancak, Mustafa Kemâl ve silah arkadaşlarının kararlı tutumu,
Türk Ulusu'nun da Ulusal Savaşım'a sahip çıkması ve dolaysıyla onun devrimci lideri Mustafa Kemal'in etrafında kenetlenmesi, Vatan Toprakları üzerine oynanan bütün oyunları boşa çıkarmış, sonunda Ulusumuz hak ettiği Zafer'e ulaşmıştı.
***
Şeyh Sait Ayaklanması
Bu ayaklanmanın kökeninde bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının etkisi vardı. Bölge halkı, ortaçağlardan beri devam eden kendine özgü, şeyh ve ağa egemenliği altında fakir, yoksul ve eğitimden mahrum bir hayat sürüyordu. Buna karşın, Ulusal Savaşım sırasında, Anadolu Ulusal Hareketi'ne,
Vatan'ın Birliğini koruyabilmek ve ulusal hükümeti kuvvetlendirmek amacıyla büyük bir istekle yardımcı olmuşlardı.
Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ve yürürlüğe girmesinden sonra, hilafetin kaldırılması üzerine, özellikle dış kaynaklı ve emperyalist güçler ve onun adeta temsilcisi konumundaki İngilizler tarafından desteklenen ve koordine edilen dini kışkırtmalar sistemli bir şekilde yürütülüyordu. Bununla birlikte yine İngilizlerin desteğiyle Nasturi Ayaklanması, Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa tarafından bastırılmış ve kaçan Nasturiler 1924 Eylül sonlarında Irak'a iltica etmişlerdi. Olay sırasında, İngiliz telkinleriyle bir kaç görevli de Irak'a kaçmış, kaçanlardan bir kaçı yakalanmış ve mahkemeye verilmişti. Konuyla ilgili olarak bölgede etkili bir dini lider olan Şeyh Sait'in de ifadesi alınmıştı. Şeyh Sait bundan telaşlanmış ve paniğe kapılarak bir şeyler yapma gayretiyle çevrede kışkırtmalara girişmişti.
Gelişmeler bu aşamada iken; Şeyh Sait'in yanında jandarma tarafından aranan ve kanun kaçağı olduğu bilinen iki kişinin olduğu ihbarı alındı. Bölgedeki Jandarma komutanlığının emriyle bu iki kişi tutuklanmak istenince, şeyhin adamları silahla karşı koydu. 13 Şubat 1925 tarihinde yaşanan şiddetli çatışmalar sonucunda Jandarmalar esir edildi. Bununla birlikte, Şeyh Sait, Piran'da verdiği bir vaazda, "Medreseler kapandı, Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı, din elden gidiyor..." sloganıyla dini kurtarmak, hilafeti ihya etmek amacıyla, halkı yeşil sancak altına toplanmaya davet etmeye başladı. Dolayısıyla, insanımızın en hassas olduğu din konusu da işin içine karıştırılınca ayaklanma kaçınılmaz oldu ve hızla yayılmaya başladı. Asiler, başlangıçta hazırlıksız yakaladıkları bir kısım küçük boyutlu askeri birlikleri saf dışı bırakarak Genç, Çabakçur (Bingöl), Elazığ ve Hani'yi ele geçirip, Diyarbakır önlerine kadar geldiler. Başbakan Fethi(Okyar) Bey, ilk tedbir olarak, bölgede sıkıyönetim ilan etmek ve kısmi askeri önlemler almak suretiyle olayın halledilebileceği ve olağanüstü tedbirlere gerek kalmayacağı kanısındaydı. Bu itibarla Diyarbakır, Elazığ, Genç, Ergani, Malatya, Muş, Dersim (Tunceli), Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri illeriyle, Erzurum'un Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmesini teklif etti. Teklif muhalefet partisinin de tam desteği ile kabul edildi. Ayrıca dinin siyasete alet edilemeyeceğine ve bu suçun vatana ihanet sayılacağına dair bir yasa teklifi muhalefetin de oyları ile tartışmasız kabul edildi.
Bu önlemlere karşın, ayaklanmanın süratle yayılması ve basındaki haberler, maalesef havayı değiştirmeye, gerginliği artırmaya başladı. Bir kısım milletvekilleri de isyanı, yurt çapında
Cumhuriyet'e ve Devrimlere yönelik içeriden ve dışarıdan destekli bir Karşı Devrim hareketi olarak değerlendiriyordu. Mustafa Kemal, gelişmeleri dikkatle izliyordu. Sağlık nedenleriyle İstanbul'da bulunan İsmet Paşa'yı 20 Şubat 1925 tarihinde Ankara'ya çağırdı ve olayı beraberce takip etmeye başladılar.
Meclis'teki tartışmalar uzadıkça uzuyor ve fakat isabetli sonuca bir türlü varıla-mıyordu. Sonunda Mustafa Kemal'in görüşlerinin öğrenilmesine ihtiyaç olduğu gerekçesiyle O'nu Meclis'e davet ettiler. Gazi uzun bir konuşma yaptı ve "...Ulusun elinden tutmaya ihtiyaç vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır..." sözleriyle enerjik bir tutum alınmasını istedi. Yapılan oylama sonucunda 60'a karşı 92 itimatsızlık oyu alan Fethi Bey, 2 Mart 1925'te istifa etti.
***
İsmet Paşa Hükümeti ve Takrir-i Sükûn Yasasının Kabulü
Yeni Hükümeti kurmakla İsmet Paşa görevlendirildi. İsmet Paşa hükümet programını Meclis'e sunarak, 3 Mart 1925 tarihinde yapılan oylama sonucunda; 154 kabul, 23 ret ve 2 çekimser oyla güvenoyu aldı.
Yeni hükümetin programı özetle: "Her şeyden önce son hadiseler süratle ve şiddetle ortadan kaldırılacak, memleket her türlü fesat hareketlerinden korunacak, huzur ve devlet otoritesinin sağlam bir şekilde yerleştirilmesi için bütün tedbirler alınacaktır." hususlarını içeriyordu.
Düşünülen önlemler ise;
•Seferberlik ilan edilecek.
•Takrir-i Sükûn (Huzurun Sağlanması) Yasası ile hükümete olağanüstü yetkiler verilecek.
•Bu yasayı çalıştırmak için biri isyan bölgesinde, diğeri Ankara'da olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulacaktır; şeklindeydi.
Hükümet acilen görüşülmesi isteği ile hazırladığı Takrir-i Sükûn Yasası'nı Meclis'e sundu.
Yasa özetle; "İrtica ve isyana ve memleketin sosyal düzenini, huzur ve sükûnetini, emniyet ve asayişini bozmaya sebep olacak bütün kuruluşlar, kışkırtmalar, girişimler ve yayınları hükümet, Cumhurbaşkanının onayı ile doğrudan doğruya veya idare olarak yasaklamaya yetkilidir. İşbu fiillere katılanları, hükümet İstiklal Mahkemesi'ne verebilir." ifadelerinden oluşuyordu.
Kanun Meclis'te tartışılırken muhalefet yasayı keyfi uygulamalara yol açacağı endişesi ile eleştirdi, Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürdü. Ama bunlara karşın yasa, 4 Mart 1925'te kabul edildi. Sıkıyönetim bölgesinde faaliyette bulunacak mahkemeye, yetkili komutanın onaması şartıyla, idam yetkisi de verildi.
Mustafa Kemal, Türk Ulusu'na, Orduya ve Memurlara 7 Mart 1925 tarihinde yayımladığı bir bildiriyle, son olayları yaratanların, kanunen suçlu bazı nüfuzlu kimselerin, din maskesi altında, yarattığı girişimler olduğunu söyledi. Hükümetin aldığı hukuki ve askeri önlemlerle güvenlik ve asayişi sağlayacağını belirtti ve sivil ve asker devlet memurlarını, her şeyden önce yüksek vazifelerini tereddütsüz, azim ve şiddetle yerine getirmeye davet etti.
***
Şeyh Sait Ayaklanmasının Bastırılması
Ankara'da bu tartışmalar yaşanırken, önceden Diyarbakır önlerine kadar gelmiş olan asiler, şehrin içine kadar da girmişler ve şehrin hemen tamamına sahip olmuşlardı. Askeri Birliklerin kararlı tutumuyla verilen mücadele sonucunda asiler şehirden çıkarıldı. Seferber olan askeri kuvvetler, bir yandan da isyan mıntıkasında toplanmaya başladı. 26 Mart 1925 tarihinde ordu birlikleri harekete geçti. Asileri her taraftan kuşatacak ve özellikle İran yönünü kapatacak bir strateji uygulandı. Bu safhada halk asilere katılmak yerine, onların yolunu kesmeye, güvenlik güçlerine yardım etmeye başladı.
Askeri Birlikler Piran, Hani, Palu, Çabakçur, Darahani (Genç ilçesinin eski adı)'yi ele geçirdi. Asilerin bazıları Irak'a sığındı. İran'a sığınmak için Muş'a yönelen Şeyh Sait, halkın da hükümet kuvvetleri ile birlik olmasıyla, 15 Nisan 1925 tarihinde ve başlıca yardımcıları da dâhil olmak üzere, yakalandı. İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan Şeyh Sait ve yardımcılarından 47 kişi idama mahkûm oldu. 29 Haziran 1925'te kararlar uygulandı. Şeyh Sait'e destek veren Seyit Abdülkadir grubu ise, daha önce yargılanmış ve karar 23 Mayıs'ta infaz edilmişti.
***
Ayaklanmanın Sonucu
İsyan bastırıldıktan sonra, benzer olayları önlemek için doğudaki bir kısım şeyh ve ağalar batıya nakledilip, ikamete mecbur edildiler. Bununla birlikte, Hükümet seferber edilen kıtaları yerlerine iade etmek kararı aldı.
Savaştan çıkalı henüz iki yıl olmuştu. Silâhaltına alınanları seferi durumda tutmanın psikolojik ve mali sakıncaları olduğu gibi, siyasi sakıncaları da vardı. Dış dünyaya karşı, ülkenin ancak büyük askeri önlemlerle ayakta durduğu gibi yanlış bir görüntü vermemek gerekiyordu.
Basına karşı bazı önlemler alındı. Şeyh Sait yargılanması sırasında, ayaklanmanın sebepleri arasında, bazı gazetelerin kışkırtıcı yazılarından etkilendiğini ileri sürmüştü. Zaten hükümet daha 6 Mart 1925'te altı gazeteyi, Takrir-i Sükûn yasasına dayanarak Bakanlar Kurulu kararıyla kapatmıştı. Daha sonraki günlerde sorumlu tutulan gazeteciler Elazığ'a gönderilerek İstiklal Mahkemesinde yargılandılar. Yargılama sonucu beraat ettiler fakat gazeteleri kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanan Hüseyin Cahit(Yalçın) ise, ömür boyu sürgün cezasına çarptırıldı.
Ayaklanma esnasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi)' nin dini söylemlerde bulunması ve bu davranışın da Karşı Devrimci güç odakları için oldukça çekici bir durum yaratması sebebiyle, adı geçen partinin kapatılmasına İstiklal Mahkemeleri'nce 3 Haziran 1925 tarihinde karar verildi.
İsmet Paşa'nın, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, nın din sömürüsü konusunda; "Terakkiperver fırkanın kuruluşu zamanında, memlekette bize karşı belirli ve körüklenmiş olan dini hissiyattan bilerek istifade etmek amacı vardır..." şeklinde açık ve net bir değerlendirmesi oldu.
Takrir-i Sükûn Kanunu konusunda da çokça eleştirilere muhatap olan İsmet Paşa, eleştirilere; "Bütün bu şartlar içinde Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden Cumhuriyeti, yeni rejimi korumak mümkün müdür?" şeklindeki bir soruyla cevap veriyor ve görüşlerini aktarıyordu.
***
Devrim'e karşı yapılabilecek hareketler ile olası ayaklanma teşebbüslerine karşı alınacak önlemlere yasal dayanak için çıkarılmış olan Takrir-i Sükûn Kanunu, devrim temposunun hızlandırılması için de son derece yaralı oldu.
Gazi Mustafa Kemal, bu yasanın varlığından da yararlanarak, Türk toplumunu çağdaş medeniyetin bir ortağı yapmak ve bu suretle devletin bekasını, milletin güvenlik, huzur ve refahını sağlamak amacıyla gerekli gördüğü atılımları, büyük bir enerji ve kararlılıkla yürütmeye devam etti.
Cengiz Önal
Yorum Gönder