Serin bir Dikili akşamında, kimi tutkuların, varoluşun, iç evrenimizdeki hesaplaşmanın, hızla akıp giden yılların, doğruların ve yanlışların hesabını yapıyorum...
Serin bir hava...
Midilli’nin ışıkları uzaklardan göz kırparken, yalnız kentleri, yaşadığımız coğrafyanın güzelliklerini, yok edilen doğayı, “çokuluslu altın avcıları”nın Kaz Dağları’nı, Kozak Yaylası’nı nasıl delik deşik ettiklerini düşünüyorum.
İstanbul’dan karayoluyla geldim Dikili’ye...
Ulubat Gölü’nün nasıl kirlenip can çekiştiğine tanık oldum...
Yol boyunca bir hafta önce okumaya başladığım, gazeteci Ahmet Şık’ın yeni kitabı “Pusu”yu (Postacı Yayınları) bitirdim...
CHP’li Belediye Başkanı Osman Özgüven’in 1986 yılından günümüze dek her yıl yaptığı “Barış Şenlikleri”ne katılmak için Dikili’deyim...
Kimler geldi kimler geçti...
İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Halit Çelenk, Uğur Mumcu, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan, Müşfik Kenter ve yaşamını yitiren pek çok aydın, yazar, sanatçı...
Yaşayanları yazmıyorum...
***
Gözlerimi karşı kıyıya diktim ve bir süre baktım...
Ahmet Şık’ı tanıdığımda çok gençti...
Eskilerin deyişiyle gözünü budaktan esirgemeyen, dürüst, onurlu “yaman bir gazeteci”ydi.
Gözü pek!
Öğrenci eylemlerini izlerken çoğu kez polisin hışmına uğrar, yüzü gözü kanlar içinde gazeteye gelirdi.
Takılırdım Ahmet’e:
“Yine mi dayak yedin!”
Ahmet gülümseyerek yanıt verirdi:
“Polis beni komünist olarak bellemiş bir kere abi!”
Umursamazdı dayağı falan, işine bakardı...
Ahmet “İmamın Ordusu”ndan sonra yayımladığı “Pusu”da, mayınlı ve bombalı ölümcül eylemleri değil, bir gazeteciyi, aydını, bilim insanını pusuya düşürüp, nasıl zindana attıklarını anlatıyor.
Bu kitabı mutlaka “yetmez ama evet” diyen sözde liberaller, tarikat şeyhlerinin müritleri, yandaşlar, candaşlar ve dindaşlar da okumalı.
Ergenekon soruşturmasının genel analizini çok iyi yapmış Ahmet Şık.
Pusuyu kuranların iftira tuzağını derinliğine anlatmış, polisten polise fişleme bilgilerini, yeni medya dizaynını, devletin yeni sahiplerini, tarikat şeyhlerinin 12 Eylül darbesinden sonra devletin duyarlı kurum ve kuruluşlarında nasıl örgütlendiğini anlatmış...
***
Ahmet’in “Pusu”sunu okurken bir de baktım Kaz Dağları eteklerinden Havran’a iniyorum.
Aracımın pencerelerini açtım...
Kır çiçeklerinin, çam ağaçlarının kokusunu solukladım...
Odatv davasından yargılanan Soner Yalçın’ı, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nu düşündüm...
Yazımı cuma akşamı geç saatlerde yazıyorum...
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım ve öteki meslektaşlarım, bilim insanları ile beni ve aile bireylerimi en ağır biçimde eleştiren Yalçın Küçük’ün, yüreğimin en derin köşesine mıh gibi saplandıklarını bilmelerini isterim...
İnsan zaman tünelinden geçerken kin ve nefretten arınmalı...
Hayatın o ince mavi çizgisinde yaşanıyor bunlar...
Onun için fazla söze gerek yok...
Yarın (pazar) Tarık Akan, Rutkay Aziz ve ben Çanakkale Küçükkuyu’daki “Barış Şenliği”nde olacağız, CHP’li Belediye Başkanı Cengiz Balkan’ın konuğu olarak...
Oradan da tutuklu meslektaşlarımıza selam göndereceğiz.
Sevgiyi, umudu, kardeşliği, aşkı, özlemi anlatacağız...
Hep birlikte haykıracağız:
“Savaş değil, barış...”
***
Serin bir Dikili gecesi... Uyku tutmuyor...
Deniz kıyısında yürüyoruz Serdar Kızık’la...
Rumca içli bir şarkı geliyor az öteden...
Gençler ateş yakmış eğleniyor...
Ahmet Şık’ın kitabını mutlaka okumanızı öneririm...
Sonra uzun uzun düşünmenizi...
Yorum Gönder