Bilgi Üniversitesi ve İtalyan RESET vakfının düzenlediği İstanbul seminerlerinde konuşan eski İtalya Başbakanı Giuliano Amato; “Türkiye’nin çoğunluk diktasına yöneldiğini” işaret etti.
“Zor Zamanlarda Demokrasinin Vaatleri” başlığıyla yapılan beş günlük konferansın en tanınmış isimlerinden olan ‘Çizme’nin deneyimli politikacısı ve anayasa hukukçusu Amato; moda deyimle “post-seküler/sekülarizm sonrası” kavramıyla irdelenen, kısaca “kamuya dinin girişi/dönüşü” anlamına gelen çerçeve içinde “demokrasi-İslam” ilişkisini masaya yatırdı…
“Sekülarizm” kavramını henüz tam manasıyla keşfetmemiş ve de yerli yerine oturtmamış Müslüman toplumları için “post-sekülarizm”den söz etmek ne kadar anlamlı ayrı mesele...
Ancak Alman sosyolog ve düşünür Jürgen Habermas’ın Batı’da ağırlıklı olarak fikir babalığını yaptığı bu düşünce akımı; dinle sekülarizmi demokratik toplum dinamikleri içinde barıştırmanın yollarını/koşullarını arıyor…
Bu yıl İstanbul’da 5’incisi düzenlenen RESET seminerleri, Habermas ekolüne ısrarla önem atfediyor. Kısmen de olsa her yıl düzenli izleme imkânı bulduğum seminerlerde, “Habermas” ve “post-sekülarizm” dünyasına sürekli atıf yapılıyor.
İşte… Amato’nun konuşmasının başlangıç noktası da bu, Habermas düşüncesi oldu: “Evet Batı.. kamu alanına dinlerin girdiği post-seküler demokrasileri kabullenmek zorunda” dedi Amato. Ancak bunun hemen ardından İslam ülkeleri kapsamında, Türkiye’deki gelişimeleri de odağa oturtan çözümlemesinde ağırlıklı olarak “post-sekülarizmin” tuzaklarına işaret etti...
Din devleti öncesi toplumun inşası
Bir Batılı politikacıdan konu üzerinde son dönemde yapılan en nitelikli analiz olduğunu düşündüğüm Amato’nun sözlerini notlarımdan aktarıyorum:
“Ben şahsen inanan biri olmamama karşın inanç sahiplerine -kamu alanında- ayrımcılık yapılmasını kabul etmem. Ancak bunun tersini de kabullenmek mümkün değil. Dinin kamu alanına girmesi… Kamu alanının benim kendi dini inançlarımı topluma dayatmak ve bunları, öteki yurttaşlar için bağlayıcı prensiplere dönüştürmek adına kullanmak.. demek olamaz. Bazı İslam ülkelerinde.. tam da bu doğrultuda şekillenen ve ‘Din devletinden önce, işe.. dini toplumun inşasından başlayalım!’ şeklinde bir düşünce kök saldı: ‘Din toplumunu hele bir yaratalım da, (dindar) toplum nasıl olsa gelecekte kendine uyan (din) devletini de yaratır’ şeklinde bir düşünce bu. Bu eğilim, bu ülkede (Türkiye’de) de var. Bunun anlamı çoğunluk diktasıdır. Böyle bir çoğunluk diktasında kanunların zorlayıcı olması gerekmez. Çoğunluğun baskısı öyle hale gelir ki, başörtüsünden.. daha önemli meselelere uzanan bir yelpazede, o baskı dışına çıkmak mümkün olmaz.”
‘Despot toplumun biçimlendirilmesi’
Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” deyişiyle anlattığı mekanizmayı Gramsci’nin “kültürel hegemonya” kavramıyla ifade eden Amato daha sonra şöyle konuştu:
“Bu Gramsci’nin bahsettiği ‘kültürel hegemonya’dır. Gramsci türü ‘kültürel hegemonya’ uygulandığında, ötekilerin alanı doğrudan cebir kullanmak yoluyla değil, baskı koymak suretiyle daraltılır. Böyle bir toplumda yurttaşların aynı düşünce, görüş, inanç ve değerleri paylaşması için gereken koşullar yaratılır. Karşıt fikir ya da muhalif düşünceye zaten artık yer kalmadığı için yasanın zorlayıcılığına hacet kalmaz. Bireye saygının silindiği böyle bir toplum.. despot bir toplumdur!”
‘Yukarıdan’ değil ‘aşağıdan’ yaratmak
İtalyan siyaset arenasının en entelektüel ve rafine beyinlerinden biri olarak tanınan; bu nedenle ülkesinde kendisine “ince üstat” manasında “dottor Sottile” lakabı verilen Amato’nun üstüne basarak kullandığı ve bir “benchmark/referans” deyim olarak ortaya koyduğu “kültürel hegemonya”; hâkim sınıflara -evşirilen dünya görüşleri yoluyla- topyekûn boyun eğişi ifade ediyor.
Bu noktada “Eğitim reformu öncesinde ‘dini nesiller yetiştirmek’ çıkışı ve de hedefiyle tavır alan Erdoğan’ın yapmak istediği tam bu değil mi” şeklindeki soruma yanıt veren Amato; “Bu, ‘yukarıdan’ inşa edemediğimi (yani din devletini); ‘aşağıdan’ inşa ederim şeklinde bir yaklaşımdır. Bazı toplumlar için evet böyle bir risk var” dedi ve ardından şöyle devam etti:
“Ancak bugünün dünyasında bu uygulanabilir bir yöntem midir? İslam ülkelerindeki halkın çoğunluğu gençlerden oluşmakta. Arap baharını da fitilleyen internet ortamında o gençler birbirleriyle ve dünyayla iletişim kuruyor. Arap ülkelerinin otoriter rejimleri, devlet baskı araçlarının nüfuz edemediği böyle bir internet ortamında yıkıldı. Afganistan’ın Taliban döneminde olduğu gibi gençleri sadece Kuran okumaya mecbur tutmak, onları bu şekilde kontrol edebilmek bugün olanaklı mı?”
El mi yaman bey mi yaman.. demeye getiriyor Giuliano Amato.
Tayyip Erdoğan’ın “kültürel hegemonyası” mı, yoksa bloglarda birbirleriyle çetleşen gençlerin dünyayla bütünleşen “modern siyaset kültürü” mü yaman çıkar bu ülkede sizce ? Ha.. ne dersiniz?
Yorum Gönder