İki gündür gazetelerde, Tayyip Bey’in Astana’dan yaptığı açıklamalar var. Başbakan bu açıklamalarında Türkiye’nin “Füze Kalkanı” sistemiyle birlikte NATO içinde ağırlığının artacağını söylüyor.
Haklıdır.
Türkiye, örgütün kuruluşunun 63’üncü, kendi katılışının 60’ıncı yılında örgüt içinde ağırlığını arttırmıştır.
Değil NATO üyeliğimizin zorunlu olup olmadığının, ama NATO’nun sürmesinin gerekip gerekmediğinin bile tartışma konusu olduğu dönemde, algılanması ne kadar güç olsa da Türkiye’nin NATO’ya üyeliği kolay olmamış ve iktidar ile muhalefetin oybirliğiyle desteklediği adaylığın üyeliğe dönüşmesi, “Sovyet tehlikesine” karşı Batı’nın savunma kalkanı altına girmenin gerçekleşmesi tüm ülkede, bugün düşlenmesi olanaksız ortak bir sevinç yaratmıştı.
Türkiye’nin Batı dünyasında yerini alması, Avrupa Konseyi üyeliğinden çok, başlangıçta hiç de kolay olmamış olan NATO üyeliğiyle gerçekleşmişti.
Türkiye NATO üyeliğiyle Batı dünyasının üyesi değil, bağlantısı konumuna gelmişti.
***
NATO üyeliği Türkiye’yi Batı dünyası içine sokmadı, yanında yer almasını sağladı.
Türkiye’nin bugün NATO ve Batı dünyası içindeki yerinin ne olduğunu irdelemeden önce, NATO’nun bugünkü durumunun ne olduğuna bakmak, daha doğru olur.
Blokların yıkılması ve Varşova Paktı’nın feshinden sonra, NATO’nun devam edip etmeyeceği tartışmasında karar çabuk verildi: NATO varlığını sürdürecekti.
Amacı değişecek miydi?
Aksini iddia eden çok olsa da gerçekte hayır.
NATO kapitalizmin ve onun kalesi ABD’nin çıkarlarını korumak için kurulmuştu, hâlâ da aynı nedenden dolayı var.
Ama değişen dünya koşulları, küreselleşen kapitalizm ve dünyanın şu andaki tek egemeni konumu NATO’nun amacını değiştirmese de, sorumluluk alanını ve ilgi konularını değiştirmiştir.
Blokların ortadan kalkmasından sonra ortaya çıkan yeni tehdit biçimleri NATO’nun, özellikle “uluslararası terorizm” ilgisini ön plana çıkardı.
Bu değişiklik, NATO’nun katı çekirdek yapısını da genişletti. Ona bir yandan BM’ye yüklenmesine nafile çalışılan işlevleri yüklerken, birlikte aktif katılımlı ülke sayısını da arttırdı.
***
Blokların ortadan kalkması ve NATO’nun amacının değilse bile işleyiş şeklinin değişmesiyle birlikte örgütün güneydoğu ucundaki sağlam kalesi Türkiye’nin konumunun ne olacağı sorusunu da gündeme getirdi.
Türkiye Batı için yine eskisi kadar önemli bir ülke olarak kalacak mıydı?
Bu soruya bağlı olarak, “sağlam müttefik” statüsünün getirdiği insan hakları ihlallerine göz yumma davranışı sürecek miydi, sürmeyecek miydi?
Bu tereddütler çabuk aşıldı, değişen koşullara karşın, Türkiye’nin konumu, salt askeri nedenlerle olmasa bile, önemini korumayı sürdürünce ve Ankara’da, özellikle durumu iyi değerlendiren AKP iktidar olunca, yanıtlar berraklaştı.
Evet, işleyişi değişen NATO’da Türkiye’nin önemi sürecekti. Hatta çok değişik konumunun getirdiği avantajlar dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın ülkesinin örgüt içindeki ağırlığı artacaktı da.
Türkiye’nin NATO içinde artan ağırlığı, ona Batı Kulübü içinde yeni bir statü kazandırabilir mi?
Şimdiye kadar NATO içindeki önemimizi AB içinde sağlam bir pozisyon elde etmeye tahvil etme çabaları sonuçsuz kaldı.
Bundan sonra da durumun değişmesini sağlayacak bir neden görünmüyor.
NATO içinde artan ağırlığı Türkiye’ye tabii ki gerçek üyelerle aynı durumda olmayacak olan “güvenlik görevlisi” statüsünün ötesinde “Batı Kulübü” içinde yeni bir yer sağlamayacaktır.
Zaten Ankara’nın egemenleri de bu konumdan hiç de şikâyetçi değillerdir.
Yorum Gönder