Millî Mücadele’ye hıyanet suçundan idam edilen İskilipli Âtıf Hoca, tıpkı fikirdaşı Mustafa Sabri gibi, dinin buyruklarını, Kur’an ayetlerini, fıkıh ve tefsir kurallarını çiğneyerek kendi istediği yere çekmeye tutkun, ilim edep ve erkânı bakımından son derece pervasız, mütecaviz bir adam görünüyor. Yeri geldiğinde din adına açıkça yalan söyleyebiliyor. Yazdığı her satırda, İslam’ın belirgin vasfı olan kolaylık ve hoşgörüye kini ve düşmanlığı âşikâr.
Tahirulmevlevî’nin yayınladığı ünlü Mahfil Dergisi’ne yazdığı bir başmakalede (bk. Mahfil, cilt: 3, sayı: 29, Rebiulevvel 1341), İslam’da kadın-erkek münasebetlerini inceliyor. Bir kere, kadınları eve kapatmaya, erkeklerle görüştürmemeye, kadını evin âzât kabul etmez kölesi yapmaya kararlı. Bütün ayetleri, bütün dinî kavramları, o esas aldığı noktaya getirmek için akıl almaz cambazlıklar yapıyor, tefsir ve fıkıh adına sürekli yalan söylüyor.
Andığımız yazısında, Ahzâb suresinin, Hz. Peygamber’in eşlerinin özel durumunu düzenleyen ve onların diğer Müslüman kadınlardan farklı olmaları gerektiğini açıkça beyan eden (yani koyduğu hükmün mukayyed bir hüküm olduğunu bildiren) 33 ve 35. ayetlerini, evirip çevirerek bütün Müslüman kadınlara teşmil ediyor ve genel kanaatin tam aksine, Müslüman kadınların ‘zarûret’ olmadıkça evden çıkmamaları gerektiği hükmüne varıyor.
İlim ve din adına, tabir caizse tam bir facia olan bu yazıdan birkaç satırı kısmen sadeleştirerek buraya almak istiyoruz.
“Beyan olunan Kur’an ayetleri, zâhiren Peygamber’in temiz eşlerine tahsis olunmakta ise de, ya onlara tebean veyahut özel hükmü zikredip geneli kastetmek türünden mecaz olarak, hükmü sair Müslüman kadınlarına da şamildir; genellenir. Binaenaleyh, diyanet-i İslamiyeyi kabul eden her kadın anılan nasların hükmü altına girmektedir.”
Fıkıh ve tefsirin oturmuş kuralları ve anılan ayetler konusundaki ortak kabule tamamen aykırı bir saptırma.
KAFAYI ŞEHVETLE BOZMUŞ
Bu zât, anılan yazısında, birbirine ebediyyen mahrem olanların bile vücutlarının kol, bacak, diz, yüz gibi kısımlarına bakmalarını, ‘şehvet yoksa’ kaydına bağlamak gibi ruh sağlığı açısından tehlikeli sayılacak bir saplantıyı öne çıkarıyor. Bu hastalıklı mantığa göre, siz, mesela, annenizin veya kızınızın bacağına, hatta yüzüne, saçına bakabilmek için bunun ‘şehvet dışında’ olduğunu tespit etmeniz, sağlamanız gerekir. Şehvetin karışması ‘muhtemel’ bile olsa onların vücudunun her hangi bir yerine, yüzlerine bile bakamazsınız.
Bu şehvet dışılık nasıl sağlanacak ve nasıl ispatlanacaktır? Böyle bir şeyin telaffuzu bile bir insanlık suçudur. Müslümanları böyle bir ‘şart’ın zebunu yapmak, onları dünyanın önünde ‘mahremlerine bile kötü niyetle bakan sapıklar’ durumuna düşürmez mi?
Molla Âtıf, anılan yazısında, mahremlere bakmanın ‘şartları’na ilişkin şu satırları yazıyor:
“Şehvete vesile olacağı muhakkak veya muhtemel bulunursa mahremlere dokunmak, onlara bakmak şer’an haramdır. Zira şehvet kaynaklı dokunuş ve bakış zinadır. Bunun mahremler arasında vukuu ise daha kötüdür.”
“Şu halde, din-i celil-i İslam’ı kabul ve ona iman etmiş olan genç kadınların, aralarında nikâh caiz olan erkekler ile han, otel, apartman, mektep, dershane, hükûmet daireleri, bağ, bahçe mesire, çarşı ve pazar gibi mahallerde zorunluluk olmadıkça (zorunluluk nedir? Mollamız onu asla tanımlamıyor) birlikte olmaları şer’an haram ve yasaktır.”
Engizisyon mollaları, bu ‘zarûret’ tabirini, hüküm verirken bir ‘yumuşatıcı ve kandırıcı’ olarak kullanırlar ama iş hayata intikal ettiğinde, bu zorunluluğun doğmasına izin verildiğini asla göremezsiniz.
Engizisyon mollalarının İslam’a yamattıkları bu şartlar, iki şekilde doğabilir: Kadının evden çıkmaması, ki, engizisyon sapıklığının esas hedefi budur; kadının ölmesi. Bu iki ‘şart’ın dışında bu musallat mantığın söylediklerini hayata geçirmenin imkân ve ihtimali yoktur.
Şimdi biz, bahsimizi, ‘kadın-erkek birlikteliği’ konusunda akıl almaz şartlar uyduran mantığın suratına ilahî bir tokat gibi çarpan şu Kur’an ayetini vererek noktalayalım:
“Hep birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenizde sizin için hiçbir sakınca yoktur.” (Nur suresi, 61)
Demek oluyor ki, sapık mantığın, fütursuzca kirlettiği ‘Din-i Celil-i İslam’a göre, bırakın sokakları, okulları, dershaneleri, kadınla erkek, aynı sofrada, aynı masada birlikte yemek bile yiyebilirler. Kur’an, olabilecek en ileri örneği vermiş, ötekilere gerek görmemiştir.
Birileri hâlâ bu adamların mazlumluklarından dem vurarak, istismarcılık tezgâhı işletmektedir. Bu ikincilerin hayasızlığından doğan günahlar, o birincilerin sapıklığından doğan günahlardan daha hafif midir, daha ağır mıdır, bilemiyorum .
Yorum Gönder