Bu söz Sultan Mahmut’un hoşuna gitti. “Bu sözün altında bin fayda vardır” dedi. Altına, paraya hiç önem vermedi. Hazinede bulunan tüm altınları yoksulları kollamada kullandı. Halk bundan sonra da, Sultan Mahmut’u daha çok sevdi. Birlik dirlik daha çok arttı; daha çok fetihler yaptı. Bundan sonra Sultan Mahmut, “Ben altından el çektim, her iki dünya bana teslim oldu, iki cihanın azizi oldum” diye düşündü.
Sultan Mahmut’dan önce,«sultan» unvanını kimse almadı.
BİR KESE ALTIN VE SULTAN MAHMUT’UN ADALETİ
Hırsız Kadı’nın Marifeti:
Sultan Mahmut zamanında bir adam elinde bir dilekçe ile Sultan Mahmut’a şikâyet için başvurdu. Dilekçesinde şöyle diyordu:
“- 2000 (iki bin) kırmızı altın dinarı ipek bir keseye koyarak ağzını bağlamış, mühürlemiş, şehrin kadısına emanet verip, Hindistan’a seyahate çıktım. Seyahat dönüşü bir kese altını aldım, eve götürünce kesenin ağzını açtım, kesede bakır paralar dolu idi. Kadıya durumu anlattım. Kadı da şöyle dedi”.
«-Teslim sırasında bana keseyi mühürlü verdin. Şimdi kesede altın mı bakır mı olduğunu nereden bileyim. Sen kendi mührünle mühürlenmiş açılmamış keseyi aldın götürdün, şimdi bana şantaj yapıyorsun»,” dedi, beni suçlu çıkardı adeta, medet ey adil padişah altınlarımı kurtar.”
Sultan Mahmut dilekçeyi okuyup adamı dinleyince çok şaşırdı ve üzüldü. Sultan Mahmut keseyi getirtti; uzun uzun inceledi, kese görünüşte sağlamdı. Mühürlü kese nasıl açılıp altınlar bakıra dönmüştü. Sultan Mahmut bu işe çok üzülmüştü. Üzüntü içinde düşündükçe ne yapacağını şaşırdı; ülkesinde adalet dağıtan bir kadıya mı, ağlamaklı altınlarını isteyen adama mı inanacağını düşünürken, aklına bir kurnazlık geldi. Sultan Mahmut’un çok zarif bir yatak örtüsü vardı. Yatak örtüsünün ortasından gece yarısı kalkıp bıçağı ile yırttı. Sabahleyin erkenden kalkıp üç gün için ava gitti.
Sultan Mahmut’un özel hizmetçileri bu yatak örtüsündeki yırtığı görünce çok üzülüp korktular. O beldede Ahmet adında çok iyi bilinen ve onun gibi olamayacak bir örücü ustası vardı. Yırtık yatak örtüsünü götürüp o örücüye ördürdüler. O kadar güzel örmüştü ki, hiç kimse yatak örtüsünün neresinde yırtık ve örgü olduğunu bulamadı. Sultan Mahmut da bu işe şaştı kaldı. Tüm hizmetçileri zorlayarak bu yırtığın ne olduğunu sordu. Tanınmış örgücü Ahmet Usta’ya ördürdüklerini sultana söylediler.
Sultan Mahmut bu örgücüyü hemen saraya çağırttı. Hiç kimsenin fark edemediği yatak örtüsü ve kesedeki örülen yerleri parmağı ile gösterdi. Sultan Mahmut şehir kadısının bir keseyi ördürüp ördürmediğini sordu. Gerçekten de keseyi Ahmet Usta örmüştü. Derhal kadıyı çağırıp sorguya çekti. Kadı 2000 altın olan keseyi bakır para ile değiştirdiğini inkâr etti. “Bu keseyi ben görmedim” dedi. Sultan Mahmut kesenin sahibini ve örücüyü getirip yüzleştirdi. Kadı utancından titremeye başladı. Kadıyı gözaltına aldılar. Kadı, vekilini çağırıp adamın 2000 altınını sahibine devretti.
Sultan Mahmut kadının durumunu öteki vezir ve devlet büyüklerine anlattı. Kadıyı da sarayın kapısına baş aşağı astırdı. Devlet büyükleri, «ihtiyar adam (kadı) 50.000 altın dinar verip kendini satın alsın» dediler. Sultan Mahmut bu görüşü kabul etti; devlet hazinesine kadıdan 50.000 altın alıp canını bağışladılar, kendini de kadılıktan uzaklaştırdılar. [i]
Acaba günümüzde de, paralı suçlular büyük suç işledikleri zaman, büyük paralarla kendilerini satın alsalar nasıl olur? Diye aklımıza bir soru takılıverdi. Çünkü para sıkıntısı çeken Osmanlı da böyle “kendini satın alma” cezasını uygularmış… Neyse işin şakası bir yana, Selçuklu Mahmut’undan sonra, biz öteki (Osmanlı’nın) Sultan Mahmut’unun altın öyküsüne geçelim.
“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT”
Mahmut’tan (971-1030) yüzyıllar sonraya, 700 küsur yıl bu yana, başka bir Türk Osmanlı Padişahı Mahmut’a 1785-1839 gelelim. Sultan Mahmut Osmanlı’nın 30. Padişahı ve 109. İslam Halifesidir.
700 yıl önceki Türk Hükümdarı Sultan Mahmut’un altınla ilgili ilginç öyküsünü yukarıda okuduktan sonra, başka bir Türk Hükümdarı Osmanlı Padişahı Sultan Mahmut’un altınla ilgili öyküsünü, çoğumuz biliriz, aşağıya alıyoruz. İki Sultan Mahmut’un altınla ilgileri ilginç olduğu için okuyucuya sunma gereğini duyduk.
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip halkın arasında dolaşmaya başlamış.
Bilindiği gibi, bu tebdili kıyafet gezme geleneği Osmanlı’da da devam etmiş; Osmanlı padişahları zaman zaman fırsat buldukça, halkın yaşam koşullarını, halkın padişaha karşı tavırlarını öğrenmek maksadıyla tebdili kıyafetle (kıyafet değiştirerek) dolaşır ona göre tedbirler alırdı.
Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş, herkes bir garsondan bir şeyler istiyor:
“Tıkandı Baba, çay getir”, “Tıkandı Baba, kahve getir” vb sözler söylenerek, artık yaşlanmaya başlamış bir garsona emir veririlircesine istekte bulunuyorlarmış.
Bu durum Sultan Mahmut un dikkatini çekmiş, yaşlı garsonu yanına çağırarak:
“-Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi?
“-Uzun mesele evlat”, demiş Tıkandı Baba.
“-Anlat baba anlat merak ettim” deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı Baba da peki deyip başlamış anlatmaya:
“Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın”, dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve “Tıkandı Baba, tıkandı”, uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba” ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyorum”.
Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
“-Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz, her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz”, diyerek emir vermiş.
Sultan Mahmut un adamları “peki padişahım” demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler, Tıkandı Baba ya vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik, şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya:
“-Taze baklava, güzel baklava”!
Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş, bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın.
Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi:
“-Baba baklavan güzeldi, biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım”, demiş. Tıkandı Baba da “Peki”, demiş ve anlaşmışlar.
Kaderin yoksula karşı tıkanmasına bakın ki, Tıkandı Baba, her gün bedava gelen baklavaya hazır müşteri geldiği için sevinedursun, hem de çok çok ucuza baklavaları alan Yahudi komşu da daha çok sevinmektedir…
Tıkandı Babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Tıkandı Baba’nın ne yazık ki baklava dilimlerinin altındaki altınlardan hiç haberi yokmuş. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut; “bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım ne âlemde”, deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine de, ama bir de ne görsün, bizim Tıkandı Baba eskisi gibi darmadağın…
Sultan Mahmut heyecanla:
“-Tıkandı Baba, sana baklavalar gelmedi mi”, demiş.
“-Geldi sultanım”.
“-Peki, ne yaptın sen o kadar baklavayı?
“-Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım”.
Sultan Mahmut şöyle bir tebessüm etmiş, ne gülebilmiş, ne kızabilmiş, ama koca Sultan’ın yüreği burkmuş.
“-Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benle gel”, deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.
“-Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir”, demiş.
Tıkandı Baba o heyecanla ve de sevinçle küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek. Sultan demiş:
“-Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış
“-Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin”, demiş.
Padişahın adamları “peki şevketlüm” deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.
“-Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım”, demişler. Tıkandı Baba, “niçin”, demiş.
Askerler:
“-Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Tıkandı Baba, şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış kucağına.
“-Ne olacak şimdi”, demiş Tıkandı Baba. Askerler:
“-Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı”, demişler. Adam taşı heyecanla kaldırmış atarken her nasılsa, kadere bakın ki, taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta can vermiş. Askerler bu acı durumu padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut içi yanarak Tıkandı Baba için o meşhur sözünü söylemiş;
“Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmut” [ii]
İşte böylesine talihsizlikler, şansızlıklar için halk ozanlarımız nice türküler, destanlar söylemişler, “kara kader”, “zalim felek” demişler, kadere sitem etmişler…
Nizamülmülk: Selçuklu sultanları Alparslan ve Melikşah’ın veziri olarak otuz yıl boyunca devlet yönetiminde söz sahibi oldu, görüşleriyle sultanların kararlarını etkiledi. Alparslan Melik Şah’ın saltanat devirlerinde devlet idaresinin zirvesinde bulunan Nizamülmülk, bir tür anayasa sayılabilecek bu eserle yüzyıllar öncesinden sesleniyor. Siyasi bir suikasta kurban gitmesinden kısa bir süre önce hükümdarlık sanatı konusunda düşüncelerini kaleme aldı. Melikşah’ın devlet yönetimi hakkında kapsamlı bir rapor istemesi üzerine yazılan Siyasetname, Nizamülmülk’ün devlet adamı olarak deneyimlerini aktardığı bir el kitabı olmasının yanı sıra, edebi değeriyle de yüzyıllardır dikkati çeken bir eserdir.
Nizamülmülk, 1018 de doğmuş, 1092 de, tıpkı Hükümdar Alpaslan gibi, çağın en büyük terör örgütü Hasan Sabbah’ın bir Haşhaşin fedaisi tarafından zehirli hançerle suikasta uğrayarak ölmüştür.
Araştırma yaparken, Siyasetname’de aşağıdaki nota rastladık,
EN İYİ ESİR TÜRK
Abbas oğulları Halifelerinden hiç kimse Mutasım’ın sahip olduğu siyasete, heybete alet ve teçhizata sahip değildi. Onun 10.000 Türk gulam (esir) kölesi vardı. O birçoğunu gulamlıktan çekip almış emirliğe ve sipahsalarlığa kadar yükseltmişti. Daima, “hizmet için Türk’ten iyisi yoktur” derdi. [1] [iii]
SONNOTLAR
[1] Siyasetname Nizamülmülk Timaş Yayınları Sf: 63
[i] Siyasetname Nizamülmülk Timaş Yayınları 2001 Sf: 60-61
[ii] http://www.buldun.com/hikâyeler/1345/
[iii] Siyasetname Nizamülmülk Timaş Yayınları 2001 Sf: 105–109
Yorum Gönder