Başbakan’ın beğenmediği 1961 Anayasası, tüm yurttaşlara ülkenin özgür insanları olduklarının bilincini aşılayacak düzenlemelerin yanı sıra, emeğin en yüce değer olduğunu da söylüyordu.
Önce 12 Mart darbecileri, daha sonra bu anayasanın bizim için dar bir ceket olduğu fantezisini söyleyen sağcı politikacıların rötuşları, bir kurucu meclisin özenli ve özverili çalışmasının sonucunda yapılıp halkoylamasında onaylanmış o anayasayı bir hayli deformasyona uğrattı.
12 Eylül’deki darbe ise çift Meclis’in yanı sıra emekçinin alın terini ve çalışanların haklarını hiçe sayan 1982 Anayasası’nı ince zarflarda kullanılacak iki ayrı renkli pusulaların kullanıldığı bir sözde halkoylamasıyla tescil ettirdi.
Benim gibi savaşlar, darbeler ve darbe girişimlerinin tanığı olmuş, kaç başbakanı tanımış birisi için kâğıt üzerinde kalmış yasa hükümleri; evliliklerini evlatları hatırına sürdürmeye çalışan geçimsiz ailelerin ev düzenlerinden farksızdır.
Bugünkü anayasamızda da “çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu” (madde 49 ve 50) söylenir.
Devletin, çalışanları ve işsizleri koruma; işsizliği önlemeye elverişli bir ekonomik ortam yaratma görevinden söz edilir.
Kimsenin yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamayacağı buyurulur.
İktidar sahipleri anayasada ve başka yasalarda yazılı olanları, gerektiğinde el atılacak bir arşiv malzemesi gibi görüyorlarsa; o devletin gerçek bir sosyal devlet olma niteliği kaybedilmiş demektir!
Yıllarca 1 Mayıs’ı tehlikeli bir kıyamet günü olarak algıladığımız için, tüm özgür dünya halklarının bir emek bayramı olarak değerlendirdikleri ve alanlarda coşku ile kutladıkları o günü, siyasi polisin gizli arşivlerinde fişlenmiş sosyalistleri, Marksistleri gün boyunca gözaltında tutulmaya alıştırmışlardı!
Ancak 1961 Anayasası iledir ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayında kabul edilmiş olan “İlk Hedefler Beyannamesi”nde de sözü edilen sosyal devlete yaraşır toplumcu görevler yürürlüğe girmeye başladı.
Grev ve lokavtın birer hak olduğu söylenildi. Parlamento, o doğrultuda yasalar çıkarmaya başladı. Yasa kadar önemli olan bir başka adım, Çalışma Bakanlığı’na Bülent Ecevit gibi, emeğin en yüce değer olduğunu bilen birisi geldi.
Başbakan Ecevit kurduğu hükümetlerde de, bu ilkeyi yürekten uygulamayı sürdürdü.
1 Mayıs 1977, Sayın Süleyman Demirel’in başbakanlıklarından birisi sırasında Derin Devlet yanlılarınca kana bulandı. İnsanlarımız rastgele açılan ateşlerle acımasızca katledildi. Seçilmiş iktidarları halkın gözünden düşürerek askeri göreve çağırmaya yönelmiş olanların bu amacı, kısa bir süre sonra “koşulların oluştuğunu” gören Gladio tarafından uygulandı.
Kendi ülkelerinde 1 Mayıs’ları gerçek bir bayram olarak kutlayan dış güçler, Türklere bu hakkı çok görerek kışkırtmacı parmaklarına fünye çektirttiler.
Can kayıplarına, çevreye korku ve dehşetin yayılmasına rağmen 12 Eylül 1980’e kadar çok partili parlamenter demokrasi yaşamını sürdürdü.
Evet, bugün yeni bir 1 Mayıs.
Gerçek sendikacılığın yerini çoğunlukla lümpen işçi örgütlerinin almasını sağlayan bir ortamda emekçiler, toplusözleşmeyi salt bir kâğıt parçası olarak benimseyen bir çalışma düzeni ile karşı karşıyalar!
Sosyal devletin “Böyle sanatın içine tüküreyim” ifadesini destekleyen başbakanı, sanat emekçilerini azarlıyor. Tehdit edip aşağılıyor:
“Ya köle olur, ‘adam gibi’ çalışırsınız. Bizim sipariş edeceğimiz oyunları sergilemeye rıza gösteren kuklalar olmaya evet dersiniz ya da çeker gidersiniz” diyecek kadar gözlerini karatmış bir “Uşağını Dövmek İsteyen Efendi” adlı tuluatın hem eser sahibi, hem sahneye koyucusu, hem de izleyicisi olmaya hazırlanıyor.
Türkiye 1948’de onayladığı ILO Sözleşmesi’nin hükümlerini yerine getiremiyor. Taşeron işçiler, her geçen gün daha da büyüyen kayıt dışı ekonominin tüm ağırlığını sırtlamak zorunda bırakılmış. Grev hak getire.
Türkiye yine de 1 Mayıs’ı alanlarda kutluyor.
Yorum Gönder