“Dünya yüzünde gördüğümüz güzel olan her şey kadının eseridir”.
“Hiç bir asil, ebedi ve büyük netice yoktur ki, içeriğinde kadın varlığı bulunmamış olsun”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
“Göğün yarısı kadınlarındır.” Çin atasözü
DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜN TARİHÇESİ
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000 i aşkın kişi katıldı.
26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2.
Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (International Women’s Day – Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921′de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960′lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletlerin sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York’ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.
TÜRKİYE’DE 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984′ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.
KADINLARLA İLGİLİ BAZI İSTATİSTİKÎ VERİLER
Kadına Karşı Şiddet Ve 2007 İtibariyle Dünya Geneli Veriler Şöyledir:
Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur.
Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır.
Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolardır.
Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır.
En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış). Genellikle, suiistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suiistimal şeklidir.
Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir. Bu oran, 15 saniyede bir kız
Sistematik tecavüze uğruyor demektir. Kadınların bir kısmı yeryüzündeki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda soykırımı (1994) esnasında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.
Hindistan’ın bazı eyaletlerinde kimi aileler hâlâ kız çocuklarını doğar doğmaz öldürüyorsa, öldürmeyenler de çocuk yaşta cüzi bir başlık parası karşılığında evlendiriyorlar.
Tayland, çocuk yaştaki kızlara fuhuş yaptıran ülke olarak ünlenmekte.
Japonya gibi kalkınmış bir Asya ülkesi bile kadını hâlâ geyşa olarak görüp, iş hayatının kapılarını açmamakta direniyor.
Küresel ekonominin gözbebeği Çin’de dehşet verici bir erkek egemenliği var.
Eksen Doğu’ya kayarken Asya sadece erkeklerle mi 21. yüzyıla damgasını vuracak?
Hele Afganistan’da kadınlar dünyadan soyutlanmış, okullar yasaklanmış, kadın Müslümanlık adına çuvala sokulmuş, kadın gittikçe köleleşmekte.
Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HIV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurbanlarının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. [i]
2011 DE TÜRKİYEDE DURUM
Kadınların yüzde 66’sının yakınları tarafından öldürüldüğü Türkiye’de, geride bıraktığımız 2011 yılında kadının adı bakanlıktan çıkarılarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı oldu. Bakanlığın adının değişmesinden sonra aile meclisi kararıyla öldürülen kadınların sayısı yüzde 47 arttı. 2011 yılında kadın mücadelesinde aktif yer alan 54 kadın tutuklandı, koruma talep eden kadınların yüzde 73’ü öldürüldü.
Türkiye, 2011 yılında da kadın erkek eşitliği ve kadına şiddetle mücadele konusunda sınıfta kaldı. 2011, koruma talep eden kadınların yüzde 73’ünün öldürüldüğü, 610 kadının cinsel tacize maruz kaldığı, 70 kadının intihar ettiği, 54 kadının tutuklandığı, bölgede kadınların yüzde 68’inin aile içinde şiddete maruz kaldığı bir yıl oldu. Birçok tecavüz sanığı serbest bırakılırken, kamuoyuna mal olan Siirt, Mardin, Fethiye, Çorum ve Sincan davalarında skandal kararlar alındı. 13 yaşındaki N.Ç’nin kendi rızasıyla 26 kişiyle birlikte olduğu iddia edilerek tecavüzcülere en alt sınırdan cezalar verildi.
Tüm bunlara ilaveten AKP-RTE iktidarı eğitim öğretimdeki çağdaş yapılanmaya ayak uyduracağı yerde, 4+4+4 formülü ile (güya meslek eğitimi deyip) imam hatipleri ön plana çıkararak kadınları, 10 yaşındaki kızları daha çok dinselleştirmeye, (adeta Taliban kadınlarına dönüştürürcesine) çaba gösterdiğine tanık oluyoruz. Bu uygulama Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yok, eğitim öğretim kesintisiz 11 veya 12 yıldır, ondan sonra çocuklar kendi öz iradeleri ile mesleğe yönlendirilmekte. [ii]
OSMANLININ YIKILIŞINDA KADIN
Osmanlı ülkesinin batmaya başladığı işgal altındaki İstanbul’da, kadınlara karşı bir ahlak komisyonu kurulur. Bir ramazan akşamı Direkler arasında, yan sokaklarda süngülü askerler dolaşırlar. Bunların görevleri, caddeye çarşaflı peçeli de, olsa kadın sokmamaktı.
Şeriatçı Tevhidi Efkâr Gazetesi, sanki devletin yıkılışı kadın yüzündenmiş gibi, “kadın açık saçıklığına dikkat edilmediği için” eleştiriliyor, iki güne bir İstanbul Polisi’ne hücum eden yazılar yazıyordu. İşte o sıralarda, kocası ile bir ada oteline inen bir Türk kadını, polis müdürü tarafından kolundan tutulup yaka paça dışarı atılmıştır. Aynı arabaya binen kadın ve erkekten zamanın polisi karı koca vesikası soruyordu. Yine bir polis müdürü, otellerin birinde karı kocanın birlikte oturduklarını duyunca, bizzat otele giderek kadını sokağa atmıştır.
Sonradan vekilliğe kadar yükselen TBMM de bir mebus, çarşaflı karısı ile Ankara Karaoğlan Çarşısında (Ulus’ta) görüldüğü için, meclis koridorlarında kendisine günlerce lânet okunmuş ve uzun süre dışlanmıştır. Yani kadınların kocalarının yanında bile sokağa çıkması ayıplanıyordu.
Birinci Dünya Harbinde bozgunlar üzerine, Enver Paşa halk arasındaki cahil insanların dedikodularını durdurmak için, kadın tavizine girişir. Çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini tespit etmek için bir komisyon bile kurdurmuştur.
Çanakkale Cephesinde dövüşen büyük rütbeli bir subayın, anaları Alman olan kızları, bir gün Alman davetlileri ile birlikte buluşmuşlar. (Zaten cephenin başkomutanı Alman’dı, Liman Von Sanders). Türk Kadını bu davette bulundu diye, Bağnaz Enver Paşa bunu duyar duymaz, cephede savaşan subay babayı hemen emekliye ayırmıştır, (Oysa cephede zabit sıkıntısı çekilmekte idi). O aileden bir hanımla evli olan bir levazım memurunun da görevine son verdirmiştir.
AFİFE JALE
Bu arada, ilk Müslüman kadın tiyatrocumuz Afife Jale’ye de (1902–1941) değinelim. 1918 yılında sahneye çıkan Afife Jale, Bahire, Memduha, Beyza ve Refika adlı Türk kızlarıyla Darülbedayi’de sanatını sürdürürken, polis takibatına uğradı ve 1921 de Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaklandı. Polisin yaptığı takibat ve yasaklamalarla uğraşırken, Afife Jale ruh sağlığı bozularak akıl hastanesinde can verdi.
İstanbul’da Türkçüler, piyano çalan veya nutuk söyleyen, çarşaflı hanımı sahneye çıkarmayı bir devrim saymışlardır.
Mütareke gazeteleri okununca, Osmanlı saltanatının sanki kadınlar yüzünden batmış olduğunu zanneder. Mondros’ta teslim olmuşuz, kadına hücum; düşman donanmaları İstanbul’a demirlemişler, kadına hücum; hazine dar o ay maaş verilememiş, kıtlık olmuş kadına hücum… Gazetelerin birçoğunda İstanbul Polis Müdürlüğü kadın meselesi ile yeteri kadar ilgilenmediği için, yine de tenkit edilmekte idi.
FRENGİ MUAYENESİ:
TBMM Sıhhıye Komisyonunda, o vakitler Anadolu’yu saran frengi illetini önleme tedbirleri arasında evlenecek kadınların daha önce muayene edilmesi için kanun hazırlanmıştı. Gericiler hemen, “bir bakire kadın hekime gösterilemez” diye ayaklanıverdiler. (Bu tür tartışmalar yakın tarihin TBMM sinde bile tartışma konusu olmuştu) Bir hoca TBMM inde, “evlenecek olan kadını ebe kadın görür, hekime gördüklerini söyler, lâzımsa, hekim ilaç verir”, diye teklif etti. Komisyon sözcüsü Dr. Emin Bey buna karşı dayattığı ve tartışma sırasında bir hocaya tokat attığı için, mecliste az daha linç ediliyordu.
Tiyatro tarihinde ilk kadın tiyatrocumuz Amelye (Seniye) Hanımdır. Abdülhamid döneminde sahnede Ahmet Fehim Efendi’den sonra tek tük bazı Türk asıllı görünmüşse de, kadın oyuncular tümüyle Ermeni idiler. Kadınların sahneye çıkması toplumca yasaklandığından, Türk sahne hayatının ilk yıllarında kadın rollerini, kadın kılığına girmiş “zenne” erkekler yaparlardı. Günümüzde bile düğünlerde, sıra gecelerinde kadın rolünü kadın kılığına girmiş erkekler yapardı.
Bağnazlığın en kara ve koyu döneminde bir Türk kadının “Amelye” takma adıyla sahneye çıktığını Ahmet Fehim Efendi söyler. Asıl adı Seniye Hanım olan bu kadın İstanbul’da bir kazaskerin kızı imiş. Kazaskerin çubukçubaşısına ilgi duymuş. Babası öldükten sonra bu adamla evlenmiş, eski çubukçubaşı efendisi ölünce yaşamını kazanmak için, tuluat oyunculuğu yapmaya başlamış. Tanınmaktan ve başlarına bir belâ gelmesinden korktukları için, oluşturdukları tuluat topluluğuyla Anadolu’da dolaşmayı yeğlemişler. Bu topluluktan Firari Hüseyin Efendi adlı bir tuluat oyuncusunun, asıl kimliğini gizleyen Amelye Hanım’a karşı tutkunluğu varmış. Kadının Ermeniliğine inanmamış, Türk olduğunu anlayınca amacına ulaşabilmek için kadına gözdağı vermeye başlamış, durumu açığa vuracağını söylemiş.
Topluluğun ve Fehim Efendi’nin Ankara’da bulunduğu sırada Emelye Hanımı hamamda Vali Abidin Paşa’nın eşi görüp tanımış, eski kazasker kızı Seniye’nin oyunculuğunu, takma adını ve öbür uğraşlarını bilmediği için, Ankara’ya nasıl geldiğini, ne yaptığını sormuş, konağa çağırmış. Seniye Hanım’ı vali paşanın hanımına konakta durumu ağlayarak anlatınca, kocasına bir memurluk verilmiş. Amelye Hanım böylece kocası ile birlikte sahneden çekilmiş. Seniye Hanımlığa dönüş yapmıştır. Bu duruma göre, eğer tuluatçı da tiyatrodan saymak olanağı söz konusu olabilecekse, Türk kadını sahneye, sandığımız gibi ikinci Meşrutiyetten sonra ve son birkaç yıl içinde değil, bundan tam 30–40 yıl önce çıkmış demektir.
Seniye Hanım’a yapılan bağnazca baskı ve yasaklar, Orta Çağın, bilim, bilim adamlarının üzerindeki baskının örneği ve uzantısı olarak, günümüze kadar devam ede gelmiştir.
Kurtuluş Savaşı günlerinde, birinci TBMM de “Nahiye (bucak) ve Köyler İdaresi yasası görüşülmekte iken, Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, savaş nedeni ile birçok köyde kadınlar dul kaldığı için, “nahiye kurullarına artık kadınlarımız da üye olarak girebilmelidir”, diyerek kadınlara seçme ve seçilme hakkını teklif eder. Bu teklife bazı gerici milletvekilleri şiddetle karşı çıkarlar.
Konya Milletvekili Vehbi Çelik Hoca, kadına verilen seçme seçilme hakkı ile komünistlik arasında, kafasında bir ilişki kurar ve şöyle diyerek tepki gösterir: “Bizim memleketimize Bolşeviklik girmedi!”
Çankırı Milletvekili Hacı Tevfik Efendi ayağa fırlayarak, “seçim yalnız erkeklerin hakkıdır”, der.
Konya Milletvekili Musa Kâzım Efendi (Göksu) de şöyle der: “…Türk kadını seçim hakkı istemiyor. İstemez. Çünkü kadınla erkeğin bir arada bulunması asla caiz değildir. Olamaz. Yapılan öneriyi şiddetle reddediyorum”…M. Kemal, bu tür gerici konuşmaları, meclisteki birliği sağlamak, savaşı kazanmak durumuna kadar sabredecektir.
Türk Köylüsünün, Türk Çiftçisinin sofrasında, öküzünden sonra gelirmiş kadınları, anaları, bacıları, karısı. Çünkü yerine göre, kaşık “düşmanı” olan kadınlara karşı, öküzünün gücünden ekmek, tarla sürmek, ekin biçmek gibi çok önemli işlerle faydalanıyordu. Yüzyıllarca devam eden bu görüş, traktörün arttığı, öküzlerin azaldığı 1950 li yıllara kadar devam etmiş.
TİYATRODA
İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda da ‘’garip bir hadise’’ olmuş…
Fransız yazar Andre Paul Antoine’ın ‘’Düşman’’ piyesi oynanıyormuş, Hüseyin Kemal’in, Cahide Sonku’yu rol gereği öptüğü sırada, bir seyirci ayağa fırlamış ve başlamış bağırmaya:
“Kalkın efendiler! Burası tiyatro değil, o….u yatağı! Kerhaneye döndürmüşler!’’
Cahide Sonku sahneyi terk etmiş, Hüseyin Kemal, seyirciye “Çıkarın şu adamı!’’ diye bağırmış, adam karısını alıp çıkarken oyuna on dakika ara verilmiş, oyuncular adamdan şikâyetçi olmuşlar, dava açmışlar. [iii]
2009 DA 60 BİN KADIN GENELEVDE ÇALIŞMAK İÇİN SIRADA İMİŞ
Bu yazımı yazarken daha önce e-posta adresime şu bilgiler gelmişti: “Türkiye’nin yüzde 99 u Müslüman diyedurun, yoksulluktan, açlıktan 2009 yılında tam 60 bin kadın genelevde çalışmak için sıraya girmiş. Öyle bir ülke olduk ki? Zenginler alabildiğine zenginleşirken, yoksullar daha da yoksullaşmakta, sanki dincileştikçe Müslümanlıktan, İslam’dan uzaklaştık gibi.
Başvurulardan anlaşıldığına göre genelevde çalışmak isteyen kadınların çoğu da çocuklu kadınlar, fakir kadınlarımız, ekmeğe muhtaç kadınlarımız.
Bir kadın çocuklarını doyurmak, günde 20-30 erkeğe bedenini satmayı göze alıyorsa vay halimize. Öyküleri acıklı, hasta çocuğu var, bebeği var, evden kovulmuş, gelip o bedenle çocuklarına yemek yapacak, onlara sarılacak. Kadınlar için ne büyük acı.
Türkiye tarihinde devasa bir rekor, 2009 yılında genelev de çalışmak için resmi başvuru yapan kadın sayısı 60 bin. Hani sosyal patlamadan dolayı Rus “Nataşa”ların ekmek parası kazanmak için Türkiye’ye geldikleri ve öteki Batı ülkelerine gittikleri gibi, 2020 yılı dinci cumhuriyetinin tek ihraç mali Türk kadını olursa hiç şaşırmayın. Duaları ile Rusya ya kadın ihraç edersek hiç şaşırmayın.
Milli Gelir 10 bin dolarmış, diyorlar. Evet, birileri milyon dolar götürürken 10 milyon issiz genç adam var bu ülkede. İste size sözde dincileşen ama Müslümanlıktan uzaklaşan Türkiye. Suçlu kim, bu kadınlar mı, yoksulluk mu, işsizlik mi?” [iv]
TV lerdeki ulema denilen adamlar, dindar politikacılarımız ne diyorlar?
Oysa Türk Kadını, Orta Asya’da bin iki yüz yıl önce Orta Çağ’ın İbn-i Sina, Biruni’lerin yaşadığı, bilim ve kitabın çok sevildiği çağlarda, çok daha özgür ve yaratıcı idi. Günümüzde Suudi Arabistan ve İran gibi çok tutucu ülkelerde kadın, aşağılık bir mahlûk gibi görülmekte.
İran’da Molla Şii yönetiminde, erkekler zinayı meşru göstermek için, kadınlar üç aylık, altı aylık gibi nikâhlanırmış. Bir kaynaktan duymuştum, idam edilecek bakire kız, Molla’nın askerlerince tecavüzle bakireliği alınır sonra idam edilirmiş.
İRAN DIŞİŞLERİ BAKANINI ZİYARETİNDE
2 Aralık 2005 günü, Türkiye’yi ziyaret eden, daha önce irticai faaliyetleri yüzünden Türkiye’den kovulmuş ve sonradan İran Dışişleri Bakanı olunca, ilk ziyaretini Türkiye’ye yapmakta olan İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki, kafadaşı Erbakan’ı evinde ziyaret etmiş. Hiçbir bayan gazeteci yanlarına alınmamış ve o günlerde Türkiye’yi ziyaretinde, hiçbir kadın eli sıkmadığını, tüm Türk gazeteleri yazıyordu. Günümüz dünyasında, kadının şoför bile olmasının, bankaya tek başına gitmesinin yasak ve kadının köle gibi olduğu Arabistan ve öteki İran gibi aşırı dinci ülkeleri görünce, lâik T.C. ni kuran, Türk Kadınlarına hak ettiği yeri ve değeri veren, Atatürk’e, insanın daha çok rahmet okuması geliyor. [v]
TÜRK ELLERİNDE ÇOCUKSUZ ANALAR ÇOCUK ÖZLEMİYLE YANAR
Ülkemizde kadın denildi mi, insanın aklına, analık (üvey ana), kaynana, dul kadın, çocuksuz ana, çok çocuklu ana, bakire, berdel, ferik, anaç, gibi kadınlara özgü kavramlar isimler geliyor. Hepsinin de ülkemizde birbirinden farklı romanlara konu olmuş dramları yaşanır.
Evlenen karıkocanın yıllar geçmesine karşın çocuklarının olmayışı ana babalar için ne kadar acı bir şey olduğunu hepimiz biliriz. Çocukları olmadığı için, muskalar yazdıran, türbelere giden binlerce ana biliriz. Çocuk özlemini analara sorun siz; tüp bebek dâhil, bütün tedbirleri alan anaların yüreğini yakar çocuksuzluk. Çocuksuz babalar, çocuk için kuma getirir karısının üstüne; kuma, ferik, anaç eşli evlerde nice dramlar yaşanır. Çocuk özlemi anaları nerelere sürüklüyormuş bakınız; çocuk olmazsa ya üstüne kuma gelecek, ya da kocası boşayacak. Elbette Kadınlar Gününde anaların feryadına yer vereceğiz.
ÇOBANIN KARISI
Kocasından beş yıldır evli olan çoban karısı, kusurun kocasında olduğu halde, kocasının da tıbbi muayene olmakta direndiğinden, kocasının üstüne kuma getirmekten korktuğu için, yoldan geçen tanımadığı birine çocuk olsun diye, “bana bir attırıverseniz” diyerek, cinsel ilişki teklif edermiş. [vi]
ÇOCUK ÖZLEMİNE TAŞ BEBEK
Bazen radyo ve TV larda dinlediğimiz, çocuk özlemini dile getiren
Anadolu’nun birçok bölgesinde söylenen “Taş Bebek Türküsünü” biliriz ve hüzünle dinleriz. Bir ananın, bir kadının feryadı olduğu için yüreğimiz burkulur dinlerken. İşte Kırşehir yöresinden aşağıya aldığımız, çocuk özlemi çeken “Taş Bebek Türkülerine bir göz atalım.
Esma ile Kemal dokuz yıllık evli olmalarına rağmen bir türlü çocukları olmamıştır. Bazı komşuların çocuksuz olmalarını, “dölsüz, zürriyetsiz” imalı sözleri ile dillerine dolayıp ileri geri konuşmalarına kulağını tıkayan Esma, yalnız kaldığı zamanlar kendi kendine şöyle mırıldanır:
“Bir oğlum olsa da gitsem hocaya
Okuya okuya çıksa heceye
Muştular verseler bizim peçeye
Neyleyim neyleyim eli neyleyim
Ninni sylemeyen dili neyleyem.
Bir kızım olsa da bir fistan diksem
Zülfünü tarayıp saçını resem
Eller ile bende gülsem güvensem.
Neyleyim neyleyim elineyleyim
Tomurcuk vermeyen gülü neyleyim.
Bir elekçi gelse bir elek alsam
Iğrana ığrana toprak elesem
Kutnu kumaşı beze belesem.
Neyleyim neyleyim eli neyleyim
Bebek belemeyen kolu neyleyim.
Babası oturmuş bir evlat ister
Kadir Mevla’m bize bir evlat göster
Evlatsız gidersek kınaman dostlar
Neyleyim neyleyim eli neyleyim
Evlatsız kalan evi neyleyim.
Karsını çok sevmesine rağmen ailesinin ve yakınlarının baskısına daha fazla dayanamayan Kemal, çocuk için komşusunun kızıyla evlenme hazırlığı içindedir. Bunu duyan karısı Esma, çok üzülür, fakat elinden bir şey gelmez. Son çare olarak bir taşı tülbende sarar ve şöyle bir feryatlı yakarışta bulunur:
“Ak taş diye belediğim
Tülbendime doladığım
Hak’tan dilek dilediğim
Mevlam bu taşa can versin.
Bebeksiz oldum divane
Hep ağlarım yane yane
Konya’da yüce Mevlana
Mevlam bu taşa can versin
Çektiğim dert ile mihnet
Ben kimlere edem minnet
Medine’de ol Muhammed
Söylen bu taşa can versin.
Yolda giden ulu kervan
Dizimde kalmadı derman
Kırşehir’de Ahi Evran
Söylen bu taşa can versin.
Kurban olam kavim kardaş
Ben kimlere olam yoldaş
Koca Hünkâr Hacı Bektaş
Söylen bu taşa can versin.
Yazılanlar gelir başa,
Hele bakın olan işe
Ünü büyük Âşık Paşa
Söylen bu taşa can versin.
Felek bana etti cevri
Dayanmıyor yürek gayrı
Ulu Ahmed-i Gülşehri
Söylen bu taşa can versin.
Kadir Mevlam kerem kanı
Kara taşa verir canı
Baba Süleyman Türkmani
Söylen bu taşa can versin.
Bu ne kısmet bu ne talih
Ciğerlerim bölük bölük
Kaya Şeyhi Şeyh Salih
Söylen bu taşa can versin.
Niyaz eder sana Esme
Kullarına cefa verme
Ziyarette Yunus Emre
Söylen bu taşa can versin.
Kara taşa nenni dedik
Yedi kat tülbende sardık
Ekecik’te Emrem Taptuk
Söylen bu taşa can versin.
Dileklerim kabul ola
Taş bebeğim dile gele
Mecidiye’de Yağmur Dede
Söylen bu taşa can versin.
Düştü yürek yandı köze
İmdat eyle Esme kıza
Kızıldağ’da ol Şıh Hamza
Söylen bu taşa can versin.
Harmanlarda olur yaba
Savururlar kaba kaba
Aflak’da Pir Abdal Koca
Söylen bu taşa can versin.
Bu ne acı bu keder
Yüreğimden kan gider
Derde deva Şeyh Kalender
Söylen bu taşa can versin.
Emeklerim verme yele
Gözyaşlarım döndü sele
Avcı’daki Seyit Dede
Söylen bu taşa can versin.
Bebek isteyen ananın bu ağıtına, bu feryadına yanıt veren Ulu Tanrı, taş bebeğe can verir, bebek ağlamaya başlar. Böyle bir şeyin olması, taş bebeğin canlanması olanaksız ise de, halkımız yavrusuz anaları böylece anıp teselli etmektedir. Yüreği yanık ana bu kez de sevinçle şöyle seslenir:
Bebek uyandı bakıyor
Sevinci içimi yakıyor
Gözlerinden yaş akıyor
Emzireyim neni nenni
Yüksekte şahin yuvası
Enginde Türkmen obası
Gelsin yavrumun babası
Mevlam bu taşa can verdi.
Sizi bilmem ama ben, tüm çocuk özlemi çeken tüm anaların özlemini yansıtan satırları yazarken, burnumun direği sızladı, gözlerim nemlendi. [vii]
KOCANIZI BAŞKA BİR KADINLA YAKALARSANIZ NE YAPARSINIZ FIKRA
Kadınlar hakkında, enternasyonal boyutta araştırmalar yapan bir sosyolog; dünyanın çeşitli ülkelerinde şöyle bir soru sormuş kadınlara:
-Kocanızı başka bir kadınla yakalarsanız ne yaparsınız?
*
İşte aldığı yanıtlar:
İsveçli kadın:
-Neyimi beğenmediğini sorarım.
*
Rus:
-Evi terk ederim.
*
Fransız:
-Sesimi çıkarmam, sevgilime gider, beni teselli etmesini isterim.
*
İtalyan:
-Kadını vururum.
*
İspanyol:
Kocamı vururum.
*
Yunanlı:
-Her ikisini de vururum.
*
Türk:
-Benim kocam, öyle şey yapmaz. [viii]
Not: Bu arada, rastlantı bu ya, 8 Mart da, Dünya Kadınlar Gününde doğan torunum Ada Asya’ya uzun ömürler, sağlıklı yıllar dilerim.
DİPNOTLAR
[i] http://tr.wikipedia.org/wiki/8_Mart_D%C3%BCnya_Kad%C4%B1nlar_G%C3%BCn%C3%BC
[ii] http://www.evrensel.net/news.php?id=20394
[iii] Hasan Pulur Milliyet 16.5.2008 sf: 3
[iv] Yusuf TAHA TurkishCommuni., haberver, ATATURKUNIVERS., toplum, mesale, ulusal_dayanis., yurtsevenler, rumelililer, daughters_of_a., arena-siyaset, akilcagi_1919, geceninmavisi, grup, ©, aydinlik-gelec., ataturkvesiyas., özel, baldakituzum, bagimsizcumhur., biz-turk-milli., fetih, infosolbirlik, turkcutavir, c, -kuvva-i-milli., Atam
[v] 1- Çankaya Falih Rıfkı Atay Sf: 283- 328–392–446–447)s
2-İstanbul Nasıl Eğleniyordu Refik Ahmat Sevengil Sf:125)
3- Pilav Üstü Az Politika- O. Bülent Okutan Sf: 46
[vi] Akşam Gazetesi 21.12.2002 sf: 6 Anadolu’da Kadın Olmak. Cemal Güler anılarından.
[vii] Osmanlıca Cönk, s 38; Kırşehir Destanları nr 25; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri. Destanlar Ağıtlar- Baki Yasa Altınok.Oba yayıncılık, Mayıs-2003 Ankara. S 308-310-311 Kaynağı anonim.
[viii] http://gundem.milliyet.com.tr/egri-oturalim-dogru-konusalim/gundem/gundemyazardetay/26.02.2012/1507764/default.htm
Yorum Gönder