İran’ın nükleer silahlanma girişimleri Türkiye üzerinde, “doğrudan etkileri ile değil ama özellikle dolaylı etkileri ile” büyük bir faturanın çıkmasına neden oluyor ve olacak da.
- İsrail kendisini korumak için, ABD ve AB ile birlikte Kürdistan projesini desteklemek zorunda kalıyor.
- Bu durum Türkiye, Irak ve Suriye’nin sınırlarının ve iç yapısının değiştirilmesi gereksinimini ortaya çıkarıyor. Terör, küresel güçlerin bir aracı oluyor.
- Bölgedeki Şii yapılanmasına karşı Sünni bir cephenin oluşturulması ihtiyacı doğuyor ve mezhep çatışmalarına dayalı kavgalar Suriye’den Körfez’e her yanı sarıyor. Arap ülkelerinde iç kargaşa ortamı derinleştiriliyor. İşin ucu bir boyutuyla Türkiye’ye de yansıyor.
- Türkiye, “füze kalkanı uygulamasına bağlanmak zorunda bırakılıyor”. Ankara’nın ABD’ye olan bağımlılığı derinleştiriliyor. Ayrıca Türkiye-İran ve Türkiye-Suriye ilişkileri dışarıya endekslenmiş oluyor.
İran’ın nükleer silahlanma girişimi Türkiye yanında, bölgedeki Arap ülkeleri ve İsrail’e de bir fatura çıkartıyor; İsrail, İran’ın potansiyel tehdidine karşı çevredeki ülkelere daha radikal yaklaşmak zorunda kalıyor. Bölgedeki yumuşamaya ve barışa giden yollar daha da daralıyor.
Kimler yararlanıyor?
İran’ın nükleer silahlanma girişimlerinden yararlanan ülkelerin başında ABD ve İngiltere’nin olduğunu düşünmek şaşırtıcı gelebilir. Ancak bu doğrudur;
- Bu sayede BOP’u uygulamada daha rahat bir konuma geliyorlar ve adım adım bunu gerçekleştiriyorlar.
- Kürdistan projesi ve Sünni Şii çatışmaları, normal bir zemine oturtulabiliyor. Cepheleşmeleri derinleştirme olanağı doğuyor.
- BOP’u yürütenler Türkiye ve bölge ülkeleri ile pazarlıkta, daha güçlü konuma geliyorlar. Örneğin Ankara, füze kalkanı sistemini kabullenmek zorunda bırakılıyor.
- Irak’ın 2003’te işgalinden sonra petrolün paylaşımı rahatça sağlanabiliyor.
Arap ülkelerinde çıkan (ve çıkarılan) çatışmalar petrol ve doğalgaz konusundaki planların da kolayca uygulanmasına olanak sağlıyor.
ABD ve İngiltere’ye, kısmen diğer Avrupa büyüklerini eklemek yanlış olmaz.
Çin ve Rusya şimdilik bundan yararlanma olanağına sahip değiller. Ancak “İran’ın, Rusya ve Çin’in siyasi desteklerine ihtiyacı olduğu için”, bu durumdan onlar da belli bir ölçüde yararlanacaklardır.
- Bağımsızlık isteyen Kürt etnik milliyetçilerini de İran’ın konumundan yararlananların başına koymak gerekir. ABD ve İsrail desteği, büyük ölçüde “İran’daki rejim ve nükleer girişim sayesinde” sağladıklarını söylersek yanlış olmaz.
Kürdistan projesinin ana hedeflerinden birinin “İran meselesi” olduğunu unutmamak gerekir. Kısacası İran’ın nükleer projesi bir bumerang gibi kendisine ve bölge ülkelerine dönmekte ve faturayı başta Irak, Türkiye ve Suriye olmak üzere tüm bölge ülkeleri paylaşmaktadır.
Eğer tersi olsaydı…
- İran nükleer silahlanma girişimlerini başlatmasaydı,
- ABD, AB ve İsrail ile “daha yumuşak ilişkiler içinde olan bir rejime sahip olsaydı” pek çok şey değişirdi.
Bu değişiklikten yarar sağlayan ülkelerin başında da Türkiye gelirdi.
- Kürdistan projesine Batı ve İsrail bu kadar asılamazlardı.
- Küresel aktörler Türkiye, İran ve büyük Arap ülkeleri ile ilişkilerini yumuşak bir biçimde yürütürlerdi. Ne İran tehdidini ne de Sunni-Şii ayrımcılığını kullanabilirlerdi.
Bu tahlildeki en önemli eksik, “İran’ın nasıl bugünkü durumuna itildiğinde yatmaktadır”. Dün Musaddık rejimini devirenler, bugünkü şikayet ettikleri İran’ın yeşermesine ortam hazırlamışlardır.
Çölde bir vaha gibi,1950’li yıllardan beri bölgede küçük küçük filizlenen demokratik gelişmeleri, askeri darbeler ve dış müdahalelerle sürekli engelleyenler bugünkü kaosun en büyük sorumlularıdır.
Şimdi de kendi yarattıkları sonucu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. J. P. Sartre’ın dediği gibi; “Savaşları zengin ülkeler çıkarır ama ölenler hep fakirlerdir”…
Yorum Gönder