Rupert Murdoch günahları da sevapları da olan bir medya patronu. Bu kadar büyük güce ve etki alanına sahip olan hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil sonuçta. Ayrıca bu medya yolunda hepimiz öyle ya da böyle kirleniyoruz. Dünyanın medya hükümdarı mı kirlenmeyecek? Nitekim Murdoch da şimdi bunun bedelini ödüyor.
İngiltere'deki Sun'dan Amerika'daki Fox'a kadar Murdoch gazeteciliği dokunulmayan hiçbir tabu bırakmayan, her şeyin mubah olduğu bir anlayış. Herkesle dalga geçilebilir, herkes hedefe konabilir. Bazen incitici de olunabilir. Taraf tutulabilir. Birden bu tutulan taraftan sapılabilir.
Dün 168 yıllık gazetesini kapatırken Makyavelyan anlayışının bedelini ödüyordu. Adı, ekibi son yılların en büyük telefon dinleme skandalına karışınca gazeteyi kapatmak belki de ödeyeceği en hafif bedel.
Öte yandan, Murdoch bir dahi. Bu da yadsınamaz bir gerçek. Medyayı çok iyi biliyor. Birkaç adımı önceden hesaplayacak kadar. İnsanların neyi aldığına, neyi okuduğuna, nasıl manipüle edildiğine hakim. Genel olarak insanların çok bilgili ve hatta zeki olmadığı inancından yola çıkıyor olmalı. Bu yüzden de yaptığı gazeteler milyonlarca tiraja ulaşıyor.
Geçen gün Londra'da çekilen bir fotoğraf gördüm.
Bir Rupert Murdoch kuklası hazırlamışlar, kuklanın eline bir başka kukla tutuşturmuşlar: Başbakan David Cameron.
Başta Cameron olmak üzere bütün İngiliz politikacılarının yıllar içinde Murdoch'ın ağzının içine bakmaları bu milyonlarca tirajlık güçten dolayı.
Birkaç gündür yorumlara bakıyorum, 'Fırsat bu fırsat' diye Murdoch'a saldırıyor siyasetçiler. 'Yıllardır onunla iyi geçindiğimiz yeter, hepimizi kendisine muhtaç etti' diye vurdukça vuruyorlar. Neredeyse rövanş gibi. Zamanında ondan destek bekleyenler şimdi karşı kampta. Halbuki zamanında alan memnun, satan memnundu...
E düşenin dostu olmazmış...
Aynı şey gazeteciler için de geçerli.
Geçen hafta Murdoch'a vuranlara Watergate skandalını ortaya çıkaran gazeteci Carl Bernstein da katıldı. 'Zaman zaman eğlenceli de oldu ama Murdoch'ın anlayışı mesleğe zarar verdi' diyor Newsweek'teki yazısında.
Murdoch, gazetelerin kendinden konuşturması gerektiğini düşünüyor. Buna göre bir yayıncılık veriyor ve her sabah elimizde tuttuğumuz kağıda ilgi çekici bir şey koyuyor: Yolda, ofiste, evde, telefonda 'onun' hakkında konuşalım istiyor.
Dün kapanan News of the World'un son sayısı tam beş milyon adet basılmış. Normalde de haftalık gazetenin tirajı iki buçuk milyon civarında. Böylesi bir rakama ulaşmak Türk gazetecileri için hayalden de öte...
Sanmayın ki bütün dünya gazeteleri bu kadar satıyor. New York Times'ın bütün dünyadaki satışı 1 milyonu bulmuyor. Murdoch'ın Wall Street Journal'ı onu ikiye katlıyor, dahası üzerine de ekliyor.
Bernstein'le özdeşlemiş Washington Post iflasın eşiğinden dönüp duruyor, sürekli tiraj kaybediyor.
Açık söyleyeyim, Murdoch'ın yaygınlaştırdığı 'kendinden konuşturan' gazetecilik anlayışı olmasa medya bugün ayakta kalamaz. Size acı bir gerçeği söyleyeyim: Hiçbirimizin maaşını 'ciddi gazetecilik' ya da 'Anglosakson haberciliği' ödeyemez.
O zaman ne olacak; ne ilginç ki gazetecilik mesleğinin gidişatıyla ilgili en az kaygılanan kesim gazeteciler.
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn
Rebekah neden vazgeçilmez
Rebekah Brooks sekreterlikten News Corp.'un en tepesine kadar yükselmiş hırslı bir gazeteci. Haber atlatmak için her şeyi yapanlardan; temizlikçi kılığında başka bir gazetenin binasına sızıp iki saat tuvalette saklanan, erken baskıyı çalıp aynen kendi gazetesinde yayımlayacak kadar hırstan gözü döndüğü de oluyor.
Rupert Murdoch'a yıllar içinde milyonlarca dolar kazandırdı ama. Sadece haberciliği değil, ilişkileri Rebekah Brooks markasının bir parçası.
Geçmişte Blair ailesinin yakınıydı, bu aralar David Cameron'la arasından su sızmıyordu.
'Bir Başbakan'ın görevi gazeteleri kimin yöneteceğini tayin etmek değil' diyor Cameron, 'Ama Rebekah istifasını vermiş, ben bu durumda kabul ederdim.'
Murdoch ise 'Masum insanları otobüsün altına atmam' diye Brooks'a sahip çıkıyor. Ona sahip çıkmak için gazetesini bile kapatmayı göze alıyor.
Bazı insanlar vazgeçilmezdir çünkü.
Murdoch da her patron gibi vefa, dostluk kriterlerini değil çıkarını gözetiyor. 'Bu çalışanın bana ne kadar faydası var' diye bakıyor. Belli ki ilerleyen dönemdeki News Corp. yatırımlarında onun beynine ihtiyaç duyuyor hala.
Başbakan'ın ağzından böyle bir söz çıktıktan sonra sahip çıkmaya devam eder mi, BSkyB'nin tamamına sahip olma girişimleri karşılığını bulmazsa Rebekah Brooks'un kellesi gider mi... Göreceğiz...
Ama Murdoch'ın neden bir kalemde Brooks'u harcamadığı üzerinde durmak gerek.
Medyada çalışan bulmak çok kolay, birçok gazeteciyi işe alabilirsiniz, bir sürü insanı yetiştirebilirsiniz.
Ama 'büyük beyin' bulmak en zoru. Yöneticilik makamına oturtulacak belli bir kıvrak zekaya, manevra kabiliyetine, özel yeteneğe, parıltılı beyine sahip olan vizyon sahibi insan çok az...
Birileri istemedi diye parıltılı isimleri harcayan medya patronlarının kulağına küpe olsun.
Bütün koltuklar doldurulur elbette, ama kimin doldurduğu da önemli.
Banu Güven olayından ne öğrendim
Anladım ki ne kadar izlenirsek izlenelim, ne kadar okunursak okunalım, çalıştığımız kurumla istediğimiz kadar özdeşleşelim, reklamvereni mıknatıs gibi çekelim hatta, çalıştığımız markaya sonsuz katma değer sağlayalım, bütün bunların hiç önemi yok.
Gün geliyor hepimiz kapının önünde bulabiliriz kendimizi.
Bizde böyle...
Milliyet'ten atıldıktan sonra Umur Talu'nun odasını boşaltması tam üç gün sürmüştü. O bana ders olmuştu: Odana asla bir kutuya sığacağından daha fazla eşya koyma, hatta mümkünse bir odan bile olmasın.
***
Bir de söylemeden edemeyeceğim... Banu Güven 'kovulma' kelimesinden hoşlanmıyor anladığım kadarıyla. 'Kararı önce ben duyurmak isterdim ama başkaları 'kendi kelimeleriyle' yazmış bile' diye sitem notunu gördüm. Yapma etme... Bu dönemde kovulmak göğsümüzde taşıyacağımız en önemli şeref vesikasıdır. Bu bir mesleki başarı tescilidir. Hem bak, bu aralar 'kovulan gazeteciler bahçesi' çok daha kalabalık, çok daha renkli.
Yorum Gönder