Anayasayı gönlünce değiştirmeye ve ille de başkan olmaya karar ve ren ve bu uğurda önüne gelen her şeyi yıkıp geçen Cumhurbaşkanı, TOBB açılışında “Kimsenin Türkiye’yi vejetaryen diyete mahkûm edilmiş bir aslanlar ülkesi haline getirmeye hakkı yok” demiş.
Onun küçümsediği şey aslında dünyanın ideal hali.
Hani aslan tavşan gibi bir şey olmuş, öf keler dinmiş, savaşlar bitmiş, dünya barışı gelmiş....
Doğasındaki vahşetten silkinip uysallaşmayacağını kükreyen politikacı ise dünyanın kâbusu.
Hani onlar yüzünden Ortadoğu yanmış, terör almış başını gitmiş, silahsızlanmanın ‘s’sinden söz edilmez olmuş...
Bari çıkıp biri ona anlatsa, üzerinde vahşete prim vere vere yaşadığımız bu rezil dünya kuzularla, kedilerle, bebeklerle eğ leşmiş, iyi kalpli vejetaryen bir aslanın da zamanında gelip geçtiği bir dünya...
Aslanın adı Tyke. Bu şahane hayvan 50’li yıllarda Amerika’da yaşamış. Tyke’nin an nesi hayvanat bahçesindeki kafesinde bütün yavrularını doğurur doğurmaz parçala yarak öldüren tutsak bir aslan.
Tyke’yi son anda elinden alıp yaralı bir şekilde kurtarıyorlar ve bir çiftliğe gönderiyorlar.
Çiftlikte başlangıçta sütle beslenen küçük aslanın önüne birkaç ay sonra kemik atmaya başlıyorlar. Yemiyor. Et veriyorlar. Etin dönüp yüzüne bile bakmıyor. Sütüne kan damlatıyorlar. Kusuyor. Tahılla ve yumurtayla besleniyor.
O dünyanın en uysal ve iyi kalpli hayvanı; şiddet nedir hiç bilmiyor ve dokuz yaşına kadar huzur içinde yaşayıp, bir film çe kimi sırasında üşüttüğü için zatürreden ölüyor.
Yani söyleyin ona vejetaryen aslan örneğini bir daha vermesin, kendi bacağına sıkar.
Kürsülere çıkıp, ülkeyi vejetaryen beslenmeye mahkûm edilmiş bir aslana benzetmesin. Benzettiği şey kötü değil iyi bir şey.
Ama o buraları, balta girmemiş orman, kendisini de ormanın kralı sanıyor.
Yeni anayasa denince de aklına orman kanunları geliyor.
O yüzden iki lafın arasında aslandan giriyor vejetaryenden çıkıyor; şiddet diyor, et diyor, kan diyor, vahşet diyor.
“Vahşi aslanı ot yemeye mahkûm edemezsiniz” diyor. “Bu ülkeyi uysallaştıramazsınız” diyor. “Hepinizi çiğ çiğ yiyeceğim; fıtratım böyle” demeye getiriyor. O kükredikçe ortaya çıkan şiddet titreşimi etrafa yayılıyor. Bir bakıyorsunuz uysal muhalefet lideri bile birden dilini kana batırmış.
Liderler, iyi bilirler, ezilmiş ve hor görülmüş halkların gözü, et yemeyen, kemik kır mayan, kan içmeyen liderleri pek tutmaz.
O halklar vicdanın ışıltısız kudretiyle ilgilenmez; ille de etin parçalanışını görmek; kemiğin kırılış sesini duymak ve hayvanın çığlığını işitmek isterler.
Hem ölen... hem öldüren hayvanın.
O yüzden bu ülkeye cumhurbaşkanı olan ve şimdi de başkan olacağım diye tutturan insan ve onu alkışlayanlar ve hatta ona kızanlar bile...
Doğalarındaki şiddeti köreltmekten değil, beslemekten yanalar.
Hepsi sanıyorlar ki anca böyle kazanırlar.
Ama yanılıyorlar.
Biz yediğimiz kuzuyla, kucağımıza alıp sevdiğimiz kuzu arasında bir bağ kurma yarak bilinçli bir şekilde yarattığımız gaflet çukurunda iştahla semirirken; yasalar ve geleneklerle kolladığı insanı aynı iştah la sömüren düzenin içinde doğruyu yanlışı ayırt edemez hale geliyoruz.
Hani bazen birbirimize soruyoruz ya bu ülke nasıl kurtulacak diye....
‘Yüksek’ profilli ve düşük ahlaklı politikacıları iktidara layık gören halk; Cumhurbaşkanı’nın vejetaryen aslan örneği üzerine biraz derin düşündüğünde; vahşi bir hayvanla kendisi arasındaki farkı bulduğunda;
Nihayetinde de afiyetle yediği kuzuyla, içi kabararak sevdiği kuzu arasında doğrudan bir bağ olduğuna uyandığında kurtulacak.
Mine Söğüt / Cumhuriyet Yazarları
Yorum Gönder