23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 96. Yıldönümü nedeni ile
23.4.2016 günü Ulusal Eğitim Derneği’nin düzenlediği Prof. Dr. Birgül Ayman
Güler’in konuşmacı olarak katıldığı “Ulusal Egemenlik ve Günümüzdeki Durumu”
konferans düzenlendi.
Çoğunluğunu dernek üyelerinin oluşturduğu izleyenlere, 24. Dönem İzmir
Milletvekili Birgül Ayman Güler, ulusal egemenliğin tehlike olduğu şu günlerde
önemli uyarı ve şu açıklamalarda bulundu:
“-Ulusal egemenlik ile
bağımsızlık ilişkisini çözersek, bu iki kavramın ilişkisini çözersek hem sorunu
iyi saptayabiliyoruz, hem de çözümün ne olduğunu çok net görebiliyoruz. Ulusal
egemenlik denilen kavramın iki temel şartı var. Bir ortada bir ulus olacak, ortada
bir ulus nasıl olur? Tarihin içerisinden vardır zaten olur. Evet, insanlar
toplu olarak kültür daireleri oluştururlar, öyledir ama onların hepsi ulus
falan değildir. Ortada bir ulus olması için onun hukuksal olarak tanımlanmış
olması gerekir. Yani anayasa dediğimiz, çağdaş anlamda, anayasa dediğimiz
metinlerde o ulusun adının tescil edilmesi gerekir, bir bu.
İkincisi adı tescil edilmiş olan
ulusun yaşadığı yerde tüm yönetme hakkına sahip olduğunun yazılı olarak tescil
edilmesi gerekir. Kayıtsız şartsız milleti olan şeye egemenlik” diyoruz, değil
mi? Bizim anayasamızda yazdığı için diyoruz bunu, yalnızca inancımız gereği
değil. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. Sonra Türk milleti, diye devam
ediyoruz. Demek ki bir kere egemenlik ve ulustan söz edebiliriz. Ulusal
egemenlik dediğimiz şey çağımızda anayasa denilen metinde o ulusun adının
belirtilmesi gerekir.
İki o ulusa ait olduğunun yönetme
hakkının o ulusa ait olduğunun orada açıkça yazılması gerekir. Yani yazılması
gerekir ki yönetme hakkı, hükmetme, hükümran olma hakkı bir ailenin olamaz.
Anayasada yönetme hakkı Türk milletinindir, demek gerekir ki, egemenlik
hanedana Osmanlı sultanına, ailesine, sülalesine değil, halka verilmiş olsun.
Bunun içinde laiklik kavramları geliyor, orda siz “Türk milleti” diye
belirttiğiniz anda, bu ne demektir, “egemenlik Allahındır” demiyorsunuz. Halka
veriyorsunuz egemenliği. İlahi kuvvetlerden dünyevi kuvvetlere, dünyevi
kuvvetlerde de bir kişiye, aileye, zümreye değil, insanların hepsine
verdiğinizi söylemiş oluyorsunuz. Onu bir kere anayasada böyle saptarsanız,
aynı zamanda şunu demiş oluyorsunuz: “Dışarıdan da hiç kimse burada borusunu
öttüremez. Bu millete ait olmayan hiç kimse hiçbir kurum, hiçbir başka devlet
buralarda yaşayan insanların hiç birisine karışamaz” demiş oluyorsunuz.
Bağımsızlık; bağımsızlık egemenliğin türevidir. Bir kere onu aklımızda iyice
yerleştirmek gerekiyor. Egemenlik yoksa bağımsızlığın zemini de yoktur,
konuşamazsınız bile. “Ya istiklal ya ölüm” demiyor mu Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nda. İstiklal son hedefi gösteriyor. Bağımsızlığı, ama o bağımsızlığa
varabilmek için önce bu topraklarda yaşayan insanların Türk Milletini
oluşturduğunu, bu toprakları yönetme hakkının Türk Milletine ait olduğunu
münhasıran ve yalnızca ancak anayasasına tescil ediyor. Bunun üzerine ancak
bağımsızlık elde edilebiliyor. Eğer bu ilan yapılmasa istiklal uğruna eğer
Türkiye’de yaşatacağımız Cumhuriyet dediğimiz rejim kurulmasa, Türk Milleti’nin
varlığı tescil edilmese, bütün yönetme hakkı ona verilmese, hangi bağımsızlıktan
söz edeceksiniz.
Bağımsızlık davasının takipçisi
kim olacak? Öncelikli olarak ulusal egemenlik bizim yaşama, olanaklarımızla koşullarımızla
birebir ilgili olan bir mesele. Bu böyle kitabi görünebilir, kitabi görülmese
görülmeyecek şimdi söyleyeceklerimizden sonra, şimdi tehdit edilen şey bu.
Bizim bağımsızlığımız değil, bağımsızlığımızla çok şey kaybettik.
Bağımsızlığımızı biz kazanırız geri. Ama egemenlik hak ve yetkimizi
kaybedersek, bağımsızlıktan eser okunmaz. Biz ulusal egemenlik hakkımızı kaybediyoruz,
teşhisim budur, hatta daha korkunçtur. Biz ulus olarak varlığımızı
kaybediyoruz. Özelliklerimizi bırakın bir tarafa, var oluşumuzu ulus alarak
varlığımızı kaybediyoruz, devrediyoruz. Nasıl? Çok sıradanmış gibi arlığı, yeni
anayasa tartışmalarıyla.
Yeni anayasada yapılmak istenen
şey, Türk Milleti kavramının anayasadan çıkarılmasıdır. Türk Milleti kavramı
anayasadan nasıl çıkarılır? Özellikle madde 6 dan çıkarılırsa, çıkarılmış
sayılır. Madde 6 egemenlik maddesidir. Egemenlik hak ve istiklal başlığı
altında, altında da der ki egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti
bu hakkını çeşitli kurumları eliyle, anayasada gösterilen çerçevede, çeşitli
kurumları eliyle kullanır” der.
Şimdi TBMM Başkanı İsmail
Kahraman bir anayasa taslağı hazırlamış 2012 yılında; hazırladığı anayasa
taslağında egemenlik ise şöyle: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. O
egemenlik kimindir, şahıs olarak artık nasıl kullanılır, hiçbir şey yazmıyor.
İlk cümleyi almış, nokta demiş bitirmiş ve dolayısıyla hazırladığı anayasa
taslağının hiçbir yerinde Türk ve Türk milleti geçmiyor. Niye Başbakan ve
Cumhurbaşkanının hak ve hukuku bu şekilde asılı, açıkça söylüyorlar.
“Kavmiyetçiliktir” diyor; “Türklük etniklik” diyor; “Türk olmayan da var”
diyor; “milliyetçiliği ayağımın altına aldım ezerim” diyor. Hatırlıyorsunuz bu
sözleri. Başbakan geçenlerde Mardin’de yaptığı konuşmada, şubat ayında, “Türk ulusçuluğu parçalayıcıdır” dedi. ”Bölücüdür” dedi. “Aynı PKK’nın Kürtçülüğü gibidir”
dedi.”Arap Ulusçuluğu da
parçalayıcıdır” dedi. Ortaya çıkıyor aslında. Bizim “ulus” dediğimiz
varlığa ve onun egemenlik iddiasına karşılık var. Ne istiyorlar; onların da
tabi bir önerileri var, ümmet toplumu
istiyorlar. Diyor ki, “ben milleti İbrahim’in
evladıyım”. Söyleyen başbakandır.
“Biz” diyor, “milleti İbrahim’in evlatları”,
“Selahattin Eyyübi’nin evlatları”, “Sultan Alpaslan’ın evlatları”; “23 Nisan 1920 Birinci Meclis’in üyelerinin
evlatları” diyor. Sonrası yok. Zaten bu 93 yıllık enkaz kaldıracaklar,
enkaz olarak gördükleri için. Söylediler bunlar ulus, ulusun egemenlik hakkı,
ulus kendi başına fonksiyonlarını düşünmezsek eğer onla beraber eksik kalır bir
şey ifade etmeyebilir. Ulusu ve ulusun egemenlik haklarını ret eden gruplardan
biri, önerileri ihvancı bir -ümmeti toplum- bu bir siyasi proje tabi; taa yüz
yıl önce de var olan bir proje, şimdi de sinsi sinsi yürütülmüş siyasi bir
proje. Ümmeti toplum ihvani toplumun en temel özelliği laikliğin inkârıdır.
Yani ulusu ve ulusun egemenliğini inkâr eden adeta istese de istemese de laikliği
de inkâr ediyorlar. Etle tırnak gibi ulusla laiklik dediğimiz şey. Ulusu inkâr
ettin yerine ümmeti koydun laikliği de attın çöpe gitti, din temelidir, yönetim
sistem.
Şimdi mesel şu, olabilir insanlar
bunu da isteyebilir, o soğukkanlılıkla bakabiliriz işin düşünce tarafına. Hatta
diyebilir ki, “ bu bizi refaha
kavuşturacak, Türkiye’nin büyümesini sağlayacak”, hatta Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Osmanlı’dan çok fazla toprak verdik, bizim kadim
medeniyetimize ilişkilerimiz var; Musul Kerkük bizim zaten, bir kaza oldu
verdik orayı”. Bütün bunlar da makul görülebilir. Bunun ötesinde de “
bizim aynı ruhu paylaştığımız bir buçuk milyar insan var dünyada. Bunlar ikna
edici şeyler”, diye görülebilir. Bir buçuk milyarlık büyük kütleyle
bütünleşmek ve onlara önderlik etmek bizim tarihimiz budur zaten Hilafet
sistemini yaşadık biz. Bu kadar yüzyıl; şimdi dünyada sınırlar yeniden
belirleniyorsa, o zaman millet, ulus fikri yerine ümmet fikri üzerinden bu
büyük birliği sağladığımızda bir büyük Türkiye çıkmış olur nasıl. Peki, Türkiye
dediğimiz isim, bu büyük bir beraberliği birliği sağlamaya yeter mi. Çünkü
siyasi birlikten bahsediyor. Yani kültürel yakınlıktan kardeşlik hissinden din
kardeşliğinin getirdiği ayrılıktan söz ediyor. Siyasi bir çatıdan söz ediyor, siyasi
bir proje konuşuluyor, dinle alakası yok bu anlamda. Bunu yapmak mümkün mü? O
kendine göre Gerçekçi görüyor, yapmanın mümkün olduğunu söylüyor. O yüzden
Halit Meşal’i AKP kongresine davet ediyor, büyük alkışlarla. Mursi’yi Mısır
Cumhurbaşkanı olduğu zaman AKP kongresine davet ediyor. Oradan büyük Müslüman
kardeşliği yani İhvan-ı Müslümin ideolojisi Seyyid El Kutub’a teşekkürler
sunuyor. Hasan El Benna Mısır’ın İhvan önderleri bunlar ve ona teşekkürler
sunuluyor. Bir anda bir ideoloji çıkıyor karşımıza. Bu rüzgârla, bir dini
temeli var, dini duygulara seslenerek elbette pek çok kişiyi
etkileyebiliyorsunuz. Ama yalnızca dini duyguları etkileyerek yürümüyor bu
rüzgâr. Aynı zamanda Musul’da, Kerkük’te petrole ortak ya da taşeron olmak,
oralarla ticaret yapmak, oralara gidip AVM açması, inşaat şirketlerinin inşaat
yatırım yapması yatırımlarına hız vermesi ve aslan payını oradan kapması oradan
doğru gelişen birtakım uluslar arası şirketlerle ortaklıklar; yani işin bir dini tarafı var da bir de
midevi tarafı var, sermayeyi ilgilendiren tarafı da var. Uluslar arası
ilişkiler boyutu da var. ABD politikalarına uygun bu genişleme, o zaman
dünyanın imparatoruyla işbirliği yaparak çok fazla şey elde etme şansı var.
Bütün bunların bileşeni olarak
bizim karşımıza bir proje çıktı ve proje bir adım ileri, bir adım geri hesabı,
gün gördüğünde beş adım ileri 13 yıldır iktidarda. İhvan projesi,tabi bu ulusal
egemenlik dediğimiz şey tam karşımızda olan proje, bunu bir kere net görmek
gerekiyor, yalnızca dini esas, dünyevi esas üzerinden değil, dünyevi
politikalar itibariyle de karşımızda bulunan projedir bu. Bu proje Türk milleti
ve milletin egemenliğinden söz ederek yürütülemez. Alana baksanıza bir kere,
coğrafya öyle, ulus dediğiniz şey bir toprak ve toprağın üstünde yaşayan nüfusla
ilgili bir şey. Tanımlayacaksınız, ayakları havada değil, burada Arap ulusu
var. Arap dünyası da geniş, nüfusu var. Suudi Arabistan’a kadar açmış
yelkenleri; bin çeşit ırktan insan var, nerde, Uzak Asya tarafında, Müslüman
coğrafya’yı düşünün. Millet projesi onun istediğine yetmez, o zaman ne yapacak,
inkâr edecek. İnkâr ediyor; milletin kendisini inkâr ederseniz egemenliğiniz
zaten ortadan kaldırmak sizin birinci siyasi vazifeniz demektir. O da bunu
yapıyor. Bu vazifeyi nasıl yerine getiriyor, anayasayı değiştirerek, yeni
anayasa yapmadığı sürece anayasada değişiklikler yaparak bunu yapamaz. O halde
topyekûn anayasanın değiştirilmesi gerekiyor. Konuşmalarında bunu dile
getirdiklerini hiç akıldan çıkarmayan konuşmaların hepsi son derece net siyasi bir
projenin adımlarını aslında örüyor. Bir tarafta demek ki ulus ve ulusun
egemenliğine karşı, Türk Milleti ve Türk Milleti’nin egemenliğine karşı vatan
Türkiye’nin sınırlarını aşan başka coğrafyada bir siyasi birlik hedefleyen
İhvani, ümmeti toplumun yaratma projesi var.
Tabi bir numaraya onu koyuyorum
çünkü siyasi iktidarda oturuyor bu proje. İki numaraya siyasi iktidarda
olmadığı için ona rağmen, en az onun kadar öneli görüyorum, etnik bölünmecilik
var. Sözü dolandırmanın bir âlemi yok, biz Türkiye’nin tümü için demokrasi
istiyoruz, biz Türkiye’nin tümü için konuşuyoruz. Türkiye’den ayrılmayı zaten
düşünmüyoruz. Diğer Kürtçü etnik bölücülük hedeftir, hedef ayrılmaktır.
Irak’tan nasıl Kuzey Kürdistan bölgesi yaratılarak bağımsızlık denemeleri yapan
bir parça var; Suriye’den, şimdi Rojova denilen ve Suriye’nin kuzeyinden parça
koparmak üzere yürütülen çalışmalar var. Nasıl İran’ın üzerinde yürütülen o
ambargoların bir parçası buradaki “Kürdistan’a özerklik ver bakalım”
şeklinde yürüdüyse, aynı şey bizde de Güneydoğu Anadolu Bölgesinde itibariyle
yürüyor. Bunlar öz itibariyle ayrılmak hedefinde oldukları için, ayrılma
talebini de açıkça dile getirmedikleri için, getirenler var bir kısım da, şimdi
PKK dâhil, bunlar hedefi çıkıp açıkça söylemiyor. Ne diyorlar bize? Dedikleri
şey, “ulus tanımını demokratikleştirin”;
daha tam söyleyeyim “Dolmabahçe
Mutabakatında yazılan şeyle, demokratik ulus tanımlaması yapılmasını”
ikinci maddesi galiba, on madde Dolmabahçe Mutabakatı. O Dolmabahçe’de Sırrı
Süreyya Önder bir yanda Yalçın Akdoğan’ı bir yanda, oturdular ortak açıklama
yapacaklardı. Ortak açıklamayı yapamadılar ve anlaşmazlık oldu. Ortak açıklama
diye hazırladıkları metni HDP liler ortak açıklama olarak okudular o gün. AKP
adına da hafif uyduruk bir şey okundu. Sonra da biliyorsunuz ipler koptu zaten.
Hala HDP Dolmabahçe Mutabakatı
diyor, AKP tarafı da “yok öyle bir
mutabakat” diye bastırıyor. Yok mutabakat, sorunları var arada. Başlangıçta
hazırladıkları metni, demokratik bir ulus tanımı yapılması eşit vatandaşlık temelinde
bir vatandaşlık kurulması, sonra tabi özerklik öz yönetim hakları vs birtakım
şeyler yapıyorsunuz, “yukarıdaki
taleplerin anayasal güvencesi altına alınması” diyor.
Bizim tahlilimize göre, hedefi
kendi ulus devletini kurmak üzere, yüzlerce yıldır birlikte yaşadığı halkları,
Amerika’nın arkasına geçip silah doğrultan bu kuvvetler, terör kuvvetleri doğru
söyleniyor, “ülkeleri parçalayacağız,
biz kendi yolumuzu açacağız” iddiasındalar. Olabilir, insanların böyle
iddiaları varsa, ben, “senin niye böyle iddian
var” diyemem. Ama benim de tercihlerim var, ben böyle tercihlerimi ortaya
koyup, onunla bunun tartışmasını yapabilirim. Uzlaşamazsak da kavgasını
yaparım. Öyle bir noktaya geliriz ki, yenileceğimi bile bile kavgaya devam
edebilirim. Ya da yenmek için kavgayı yapabilirim. Bütün bunları yaptın, diye
sen bana “ırkçı” falan deme. Bunu
niye soruyorsun, mahkûm etmeye çalışıyorsun, insanlığın genel kalbinde.
Şunu görmek gerekiyor. Nasıl
ümmet toplumu İhvani toplumun siyasi projesi, ancak ulusun egemenliğinin
varlığı ve egemenliği ortadan kaldırılırsa yürüyebilir. Aynı şekilde bu etnik
bölücülüğün de şimdi amaçlarına erişmesi için oradaki biricik engel, bu
topraklar üzerinde bu nüfusta Türk Milleti kimliğiyle egemenlik hakları iddia
eden bizleriz. Bunun ortadan kalkması gerekiyor ki kendi yolunu açsın. Bir
üçüncü daha var, ulusal ve egemenliğine yönelmiş, aktör var kanımca, bu da
küreselciler diyebileceğimiz bir şey, elbette tartışmaya açık ama ben Anadolu
toprakları üzerinde bin yıllık mücadelemiz olduğunun kanısındayım. O tarih
teorisinin ulu olduğunu düşünüyorum, AB nin 1400 lü yıllarda Bizans’tan
İstanbul’un alındığı anda gündeme gelen geldiğini okuduğum zaman, bu bitmeyen
bir kavga. Hani Türklük kavgası, “barbar
Türkler” diye ret edilen Türklük üzerine bir şey.
Cumhuriyetin kuruluş, kuruluş
devrelerinde yeni bir devlet kuramazsınız siz, göçebe, medeniyetin parçası
olmayan “barbar kavimlerdensiniz diye
o kadar çok suçlama var. Cumhuriyet belli bir dönem bunlarla baş edebilmek için
enstitüler kuruyor, Türk Tarih Kurumları kuruyor, Üniversitelerde çalışmalar
yapıyor antropoloji kürsüler kuruyor ve diyor ki, “ben tarihin parçası, bunu
demek için. Başka bir halkı başka bir toplumu değersizleştirmek için mümkün
değil. Kendine yönelik değersizleştirmek, yok saymalara karşı sen yanlış düşünü
yorsun, yaşamayı hak eden kendi kendine yönetmeyi hak eden bir açıldığını
yapıyor. O çalışmalardan biri, arkeolojik çalışmalarından biri Cumhurbaşkanı
tarafından çok önemli kitap o. O zaman Başbakandı, kürsüsünde grup toplantısına
kendisine kitap verilmişti, hatırlar mısınız içinde kurukafalar vardı. O küçüğü
Mustafa Kemal falan. O an o çalışmaları yapan antropoloji enstitüsü Fransız, Hollandalı
ve Amerikalı enstitülerinin ortaklığıyla kurulmuş bir yapıydı.
Bütün dünyada sürdürülen, şimdi
nasıl genetik çalışmaları varsa, insanın var oluşuna ilişkin bilgileri ancak o
tekniklerle yapabilen bir bilim aşamasının parçası Türkiye’de kurulan; asla va katla üstünlük iddiasıyla yapılmış
bir çalışma değildir. İnanılmaz bir cehalet tarih bilincinin yoksunluğuydu bana
sorarsanız. Bunu bile kendi İhvani ümmeti toplum projelerinin yolunu açabilmek
üzere kullanabilmişlerdi. Çok uzun yıllardan bu yana, tartışmaya elbette açık
olduğunun farkındayım; 2000 yıldır, 1000 yıldır, isterseniz 100 yıldır Türklük
üzerinde giden bir tartışma var, Türklüğün uygarlık dışı olduğuna ilişkin sözde
tarihi ya da biyolojik kanıtlarla üstümüze üstümüze gelenler var. Bu noktada
hep savunmada kalmış bir kesim olmuşuz. Ama ben tarihin güzel bir parçası
olduğunu bildiğim için, inandığım için değil, bildiğim için, bunlarla hala
mücadele sürer. Biz kendi yolumuza gidenlerdenim. Bununla beraber bu Türklük
üzerinden gelen saldırganlık öyle anlaşılıyor ki Orta Asya’da kuzeyde Rusya,
güneyde Irak-Arap ulusları hep köprü, önemli jeopolitik özellik denilen bir
noktada, “egemenlik hakkı benimdir,
kimseyi de karıştırmam” diye meydan okuyan bir toplum istenmiyor. Bir
sürü olaya bağlı açıklamasını yapabilirim.
O istemeyenler yer yer Türklük
üzerinden aşağılama üzerinden ırkçı bir tavırla reddiye ilke geliştiriyorlar.
Yer yer de daha geliştirmiş etkin teknikler buradaki egemenlik hakkını ortadan
kaldırılması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kaldı ki onların bu günkü
geldikleri sürece bakarsanız küreselcilik diye bir paket geliştirdiler.
Diyorlar ki, öyle demiyorlar mı 30 senedir,
bitti diyorlar artık ne o “ulus
devlet” falan, “ömrü tükendi ulus devletin”.
Yalnızca bize dönek olarak değil, bütün az az gelişmiş dünyaya bunu
söylüyorlar. Bir de buna güzel insan haklarıyla beziyorlar. Zaten bilişim,
iletişim teknolojisi ne âleme geldi. Nereye kapatacağın kendini falan da olanda
diyorlar. “Küreselleşme karşısında
ulusal iddiayı bırakın” diyorlar; bunun sloganını hatırlayacaksınız, “küresel düşün yerel davran” yıllarca
bu söylenmedi mi? “küresel düşün yerel
davran”, baş çok önemli; düşünce küresel, tüm önlemler yerel, ya da ulusal
ne oldu? Ulusal nereye gitti. Ulusal olanın her şeyinin üstünü çiz dediler. Bu
o kadar çok tuttu ki, baktık evet yani, uydu telefon, bilgi sayar, bizim
dünyaya olan merakımız, çoluk çocuğumuz Amerika’a okuyorsun, ediyorsun.
İngiltere’ye gönderiyorsun, iyi eğitim alsın diyorsun; dünyada hakikaten böyle
bir iç içe geçiş hali var. Biz zaten dünyaya öyle açık, dünyayı kapalı halimiz
de yok. Teknolojiye de bakınca evet ayni artık onu yapmak lazım.
Bir tarafımız AB ye girmek
istiyor zaten, ulusal egemenlik ne şimdi. Vaz geçeceğim kardeşim egemenliğin
bir parçasını devredeceğim. Eğer AB gibi bir Avrupa bir medeniyetin içine
gireceksen ulusal egemenliğinin bir parçasını devretmek demektir AB ye girmek.
Bir taraftan İhvai ümmeti siyasi
projeciler, bir taraftan etnik bölücülükten ayrılıkçılık projesi güdenlerin
reddiyesi; bir taraftan genel Türklük üzerinden düşmanlığın küreselcilik
aşamasında egemenliği herkes birbirine acık acık devrediyor. Kaçınılmaz olan
bir şeydir bu” şeklindeki politikaları nedeniyle 23 Nisan 2016 günü oldukça
kuvvetli tabi ki işbirliği halinde çalışan cari akımlar ulusal egemenliği hedef
almış durumdalar. Ulusal egemenlik meselesi gerçekten siyasi bir projedir. Eğer
bunun gönüllüleri ve sahipleri varsa yaşar, eğer terk edilirse ya ümmetçi, ya
etnik bölücü, ya küresel emperyalizmin unsurları zafere erer. Onlar bu şekilde
zafere ererken kendi projelerini inşa ederlerse “bağımsızlık” diye bağıracak hiç kimse kalmaz. Bağımsızlık ulusal
egemenlik hukuksal olarak anayasa dediğiniz metinde ulus ve ulusun yönetme
hakkı açık cümleler halinde yazılmışsa, Lozan’da olduğu gibi de diğer dünya
devletleri tarafından tanınmışsa vardır. Demek ki alınabilir, verilebilir,
devredilebilir. AB ye devredilir, o zaman biz ulusal egemenlik dediğimizde
hukuksal bir varoluş ya da hukuksal şekle bürününce var olan bir şeyden söz ediyoruz.
Burada Avrupa Birliğine bir kısmını devretmek ne demek işte anlaşmalar yapmak
demek. Ya da küreselcilik geldi uluslar arası hukuk, ulusal hukukun üstünde
seyrediyor, doğru mu? İnsan hakları bakımından, anayasanın 90 nı değiştirdik;
biz orada egemenlik hakkımızın insan haklarıyla ilgili olan bölümü bakımından
bir kısmını yapıcılarından biri biz değiliz onun. Uluslar arası hukuk denilen
bir şeye devrettik. Onun üstünde patron getirdik. Aynı şekilde yeni anayasa
diye ortaya çıkıp Leyla Zana’nın kendi yemininde ettiği gibi, “Büyük Türk
Milleti önünde” değil, biliyorsunuz “Türkiye’nin
milleti” diye bir şeyin önünde yemin etmeye kalktı ve geçersiz oldu.
Anayasa değiştirilebilir, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, nota
dendikten sonra ümmetçilerin yaptığı gibi hiçbir şey yazılmadı, boşlukta
bırakılır, bu Türk Millerinin egemenlik hakkının elinden alınması anlamına
gelir, ya da bir şey yazmak lazım, bir şey olur, iyi olur” derler. “Türkiye milleti” diye Leyla Zana’nın bu
fikri çok benimsenir o yazılır, ama artık orada var olanın “Türk Milleti” falan
değildir.
Bu başka bir yaşam, başka bir
siyasi bir proje o siyasi projenin bizim o önümüzü açacağı başka bir yöne proje
mi olur. Bunlar olduğu takdirde, tam bağımsızlığı talep edecek unsurun kendisi
ve yönetme hakkı ortadan kalkmışsa ne bağımsızlığı. Hangi bağımsızlık? Biz “tam
bağımsızlık” diyoruz üstelik bir de. Cumhuriyet boyunca bunun için mücadele
ettik, bağımsızlığımız zarar gördü diye. Sanıyorum bu ulusal egemenliğin
gerçekte bir hukuksal mekanizma ile gerçekleştiğini net olarak görmek, bu
kavramın bu günkü güncel anlam ve önemidir.
Ulusal egemenlik bir ruh diye
tarif edilebilir, bir büyük arzu diye tarif edilebilir. Tarihin emri diye de
anlatılabilir. Ama pratik olarak bu gün 23 Nisan 2016 da ulusal egemenliğin
tarif edilmesi gereken temel yönü onun bir hukuksal ilan mekanizmasıyla ancak
var olduğudur. Bu gün yeni anayasa bu mekanizmayı ortadan kaldırmış yönelmiş durumda.
Olur mu? Böyle kapatayım sorumu Ne yapacağız, kim yapabilir ki bunu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal
egemenlikle söylediği işi bence o meselenin tabiatına adeta değiniyor. Diyor
ki, “bu egemenliğimizi” diyor, “Hâkimiyeti Milliye kimse bize tepsi içinde
vermedi” diyor. Bu böyle “tepsi
içinde verilmez” diyor.”Hâkimiyet
kanla alınır, gerekirse geriye vermek kanla verilir”, diyor. Bu çok büyük
bir savaştır, savaş ilanıdır. Benim yönetme hakkımı masa başında ya da
referandum sandıklarında sürekli bir hile yoluyla elimden almaya kalkışan
kuvvetler. Çok uzun süredir uğralıyorlar, bir türlü belirli bir sonuca
gelememiş olmaları da aslında gösteriyor, işlerinin zor olduğunu ve çok
korktuklarını tabi.
Elbette bunun mücadelesini vermek
gerekiyor, ulusal egemenlik mücadelesi kanımca yeni anayasaya karşı direniş
mücadelesidir. Yeni anayasaya geçit vermemek mücadelesidir, günün en sıcak en
politize konusudur ve günün en temel tehdididir. Bütün diğer tehditleri
bertaraf ederiz, ama varlığımız ve
yönetme hakkımız elimizden alınırsa 1919 öncesine döneriz. Biz varız
diye, sesimizi duyurmaya, gayret ederiz. Bu çok büyük yenilgi olur, kabul edilebilecek
bir şey değildir.
Bu şartlarda pratik olarak benim
gördüğüm ulusal egemenliğin korunması ve yükseltilmesi için yapılması gereken
şey yeni anayasaya karşı çok direngen bir mücadele yürütülmesinden ibarettir”.
Anlatılan konu üzerinde konferansı izleyenler aydınlanması, açıklanması
için sorular yöneltip yanıtlar aldılar ve açıklayıcı bilgilerle konuşmalar
bitti.
Cevat Kulaksızckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder