23
Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinliklerinden olarak, Atatürkçü
Düşünce Derneği’nin (ADD) destek ve yönetiminde 24 Nisan 2016 günü Nazım Hikmet
Kültür Merkezi’nde “Anayasa Tuzağı, Terör ve Türkiye” konulu panel düzenlendi.
Panelden
önce, etkinliklere katılmak için yurdun her yanından otobüslerle gelen binlerce
kişiler ile Ankara’daki çeşitli sivil dernek mensupları Atatürk Kültür
Merkezi’nde (AKM) toplanarak Tandoğan (Anadolu) Meydanından Anıtkabire
yürüdüler. Sonra da binlerce Atatürkçü Nazım Hikmet Merkezine geldiler.
Binlerce
kişinin doldurduğu Ankara’nın en büyük salonundaki panele, çok değerli
siyasetçi, sendikacı, hukukçular konuşmacı olarak katıldılar.(Giden sayımızda
adlarını ve görevlerini vermiştik).
AKP-RTE
iktidarının planlı bir şekilde “yeni anayasa” adı altında anayasayı laik
özünden ayrı olarak dinsel düşünceye dayanan bir anayasa yapma hazırlığı
sırasında, bu konuşmaların yararlı olacağını düşünerek, tüm konuşmacıların
konuşmalarının metinlerini çözerek okuyucuya sunmayı düşündük.
Metnin
uzun olacağı ve okunmasının zor olacağını düşünerek her konuşmacının metnini
bölümler halinde vereceğiz. Bu bölümde iki konuşmacıya yer verdik,
“DİNDAR DEĞİL LAİK ANAYASA
Ülkemizi,
geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi haline getirecek olan bu “yeni anayasa”
girişimine “hayır” diyelim.
Ülkemizi
laik TC ni güya yöneten gerici iktidar, devletin her kademesinde ulusal
bayramlarımızı yasaklayarak, ulusal değerlerimizi dinsel devlet yapılanmasına
doğru sürükleyerek, gerici bir anayasa
yapma çabasında olan AKP-RTE iktidarına karşı okuyucumuzu, yurttaşlarımızı daha
duyarlı olmasını sağlamaktır. Gerçekleri görmelerine yardımcı olmak için bu
değerli hatiplerin uyarıcı konuşmalarına yer veriyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek
ne kadar zor olduğunu sanırım bilirsiniz, ama biz üşenmeden, yılmadan bu
değerli konuşmaları size sunmayı görev bildik. Çünkü ülkemiz Cumhuriyet
tarihinin en kritik dönemeçlerini yaşamakta. Hepimiz, ülkemizin yararı için
iktidarın yapmaya çalıştığı kumpasla dolu gerici anayasaya karşı “hayır”
diyerek direnmeliyiz.
“Dindar
Anayasa” isteyen 14 yıldır AKP-RTE
iktidarında hiç siyaset yapmamış Meclis Başkanı İsmail Kahraman neden
“seçmece” Meclise başkan seçildiğini
düşünebiliyor musunuz? Gençliği demokratik
parti ve kuruluşlarla mücadele etmiş, 1967 de Milli Türk Talebe Birliği Başkanı
olmuş, türbana geçit vermeyen üniversite yönetimini protesto için 68 günlük
işgal ve boykot eylemi yapmış, TİP’in “diriliş” mitinglerine karşı “şahlanış”
mitingleri düzenlemiş (bu olaylarda iki devrimci ölmüştü). Daha nice gerici
eylemlerin başını çekmiş, elinde “devrimci kanı” oluşmuş kişi
özellikle seçilerek Meclis Başkanı yapılmıştır. Devlet Bahçeli ve MHP de bu
seçilişe çanak tutmuştu. Laiklik, devrimcilik karşıtı nice eylemlere katılmış,
Merhum İmran Öktem’in cenaze namazını bile engellemeye çalışmış, mazisi karışık
Kahraman, çizgisini koruyarak, “yeni anayasa dindar bir anayasa
olmalı; laiklik bir kere yeni anayasada
olmamalıdır” diyerek, aslına mayasına dönmüştür. Laikliği
koruyacağına dair ant içerek başkan olan İsmail Kahraman, yürürlükteki
anayasaya karşı suç oluşturan çıkışıyla pek çok kişi tarafından suç duyurusunda
bulunulmuştur. Sahiden Yargıtay Başsavcısı acaba bu duruma ne der? Görevini
yapmalıdır. Dinci, kinci, laiklik karşıtı R.T. Erdoğan vatandaşlar arasındaki
ayrıştırmayı o noktaya getirdi ki tarihimizi bile ayrıştırıyor; anlı şanlı,
bütün dünyanın hayran kaldığı 1919 dan sonraki, düşmandan kurtuluşumuzun
tarihini (İstiklal Savaşı’mzı) bile inkâr ediyor, kabul etmiyor.
Başta
Atatürk’e, Kuvaayyi Milliye kahramanlarına, laik Cumhuriyete, “90
yıllık enkaz” diyerek Cumhuriyete saldırıyorlar. Laik Cumhuriyetimiz
100. Yılını bile doldurmadan yıkma girişimlerinde bulunuyorlar. Atatürk’ün kurduğu TBMM nin 93. Yılındaki
Başkanı İsmail Kahraman, “Cumhuriyeti dinsizler kurdu”
diyecek hayâsızlaşıyorlar. Öyleyse Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler daha çok
saflarını artırmalılar, daha çok tepkilerini göstermelidirler.
Bunlar
milleti topluca kucaklayan bir anayasa yapabilirler mi? Mümkün değil. Öyleyse
çok önemli uyarılarda bulunan bu konuşmacıların önerilerine dikkat etmeliyiz.
Yoksa
bu gerici anayasa kabul edilirse, ülkemiz dinci, gerici bir Ortadoğu ülkesi
olacaktır. O nedenle ülkemizin geleceği için bu konularda daha duyarlı
olmalıyız.
Bu
son bölüm olan 8. Bölümde Gazeteci Barış
Terkoğlu’nun konuşmalarını veriyoruz.
Barış’tan
önce, araya “sürpriz” bir konuşmacı alındı ADD yönetiminde Ayla Baran kısa
konuşmasında şunları söyledi:
“-Sürpriz
konuk olarak anons edildim ama ne kadar sürpriz oldu bilmiyorum. Bu anlamlı günde gündemimiz bu kadar sıcak
ve dolu iken, konuşulacak çok şey varken, Artvin’deki Cerattepe yaramıza parmak
basmamız için bize zaman tanıyan süre veren genel başkanım ve sunucuya
teşekkürlerimi sunuyorum.
Artvin’de
bir süredir Şubat başından beri bir şeyler oluyor, bakın takip ediliyordur
sanırım herkes hemen hemen duydu, sesini duyurduğu anlamda; yalnız son olarak
ne olduğunu bu insanların nasıl bir araya geldiği noktasında çok fazla sesimizi
duyurabildiğimizi düşünmüyorum. Artvin’de alında bazılarının ifade ettiği gibi,
küçük yavru izcilerin direnişi mi söz konusuydu; ya da ülkenin ekonomik kalkınmasını istemeyen
bir avuç Artvinli’nin düzene karşı başkaldırışı mıydı? Evet, Artvin’de bir
duruşumuz vardı bizim. Ancak bu duruş bizlerin yaşam hakkıyla ilgili bir
duruştu. Bu duruş, hukuk düzenini çok da ciddiye almayan idarenin duruşuna
karşı gelişmiş bir duruştu. Bu duruş doğanın katledilişine karşı bir duruştu.
Peki, Artvin halkı bu duruşa nasıl geldi? Şubattaki bu eylemli duruşumuz
başlamadan önce, Türkiye’nin en güvenli illerinden biri olan Artvin, Artvin’de
madencilik faaliyetleriyle ilgili bizim hukuk sürecimiz yaklaşık 20 yıl kadar
öncesine dayanmakta. 20 yıl önce Cominko adlı bir madencilik firması ile ilgili
bir iptal davası açmıştık, halen daha açmaya devam ediyoruz, Cominko’ya
açtığımız dava, önce yürütmenin durdurulmasıydı, daha sonra davanın
reddedilmesiyle ilgili sonuçlandı. Ancak yürütmenin kararı durmadan önce,
galeriler açıldı, Artvin bilmiyorum gelenler var mı, Barolar Birliğinden,
gelenler çok iyi bilir, İzmir Barosu çok iyi bilir, başkanım siz de bilirsiniz,
bir huni şeklinde ve maden alanı olarak ruhsatlandırılan bu kısım da bu huninin
tamamen tepesi ve heyelan bölgesi. Artvin’in içme sularının geldiği bir bölge;
dünyanın hiçbir yerinde biliyoruz ki, biz bu konuda konferanslara, seminerlere
de katıldık, hukukçu olarak da araştırmalarımız oldu. Bu günkü teknoloji ile
madencilik faaliyetleri yapıldığında, içinde bakır madeni olduğu söyleniyor. Aslında
rezervler bitişik, yani bakırın alınıp altın madenciliğinin bırakılacağı gibi
bir gerçek de yok herhalde, takdir edersiniz. Bir madencilik faaliyeti
yapıldığında hele bu coğrafyada yaşam alanlarının zarar görmemesi, doğal
yaşamın zarar görmemesi mümkün değil. İster açık, ister kapalı galeri usulüyle
çalışılsın hiçbir şekilde hiçbir örneği yok ki dünya madencilik faaliyetlerinde
bu teknolojide zarar verilemesin, çevreye, böyle bir şey inandırıcı değil.
Bizim buradaki direnişimiz aslında hukuk duruşumuzun yanında tamamen hukuk
zeminindeyiz aslında. Bize miras kalan yer altı zenginliklerimizin, hep öyle
öğrendik, belki ileride daha sağlam bir teknolojiyle torunlarımıza miras
bırakabilmekti. Şu teknolojiyle madem bunun zararsız yapılabilmesi mümkün değil,
dursun. Altın be bakır madeni bozulan bir ürün de değil, kalsın. Yani biz bunu
istiyoruz. Kaldı ki ilk önce yabancı firmalar şu anda “Cengiz İnşaat” diye
gözüken arkasında kimlerin olduğunu çok da bilemediğimiz bütün Karadeniz’inde
sahibi olan bu firma, madencilik faaliyetini gerçekleştirdiğinde kar marjı
(pay) çok düşük, Madencilik Kanununda bir alt sembol, buna değmez.
Kaybedeceklerimize
değmez. Artvin bir ekolojik (çevreyle ilgili) zenginliği olan bir yer.
Kaybedeceklerimiz, ülkemiz kazancından çok daha fazla.
Ben
hukuk sürecine çok az bahsedeceğim, iki üç tane dava var kazandığımız. Mahkeme
kararlarına saygı duymama, lafını duyduğumuz bu son Anayasa mahkemesine karşı
Cumhurbaşkanımızdan aslında bana göre bizim bir 2008 de açtığımız Rize İdare
Mahkemesindeki lehimize sonuçlanan ancak şu anda Danıştay’da olan davayı da
tanımayarak ta o zaman Yargıtay’a saygı duyulmadığını göstermiştir, bize. 2008
deki dava lehimize sonuçlandı. Şirket Cerattepe’yi terk etti. Ancak karar
kesinleşmeden bu son olayda bizleri de tabir caizse fişekleyen ihale yeniden
yapıldı. İlan süreci yeniden başlatıldı, netice tamamlandı, deyim. Türkiye
Barolar Birliğinin desteğiyle, sevgili Baro başkanım da burada, 40 a yakın baroyla birlikte
Türkiye’nin en büyük davasını açtık. Ancak bu süreçte de, idare boş durmadı,
şirket boş durmadı, yer tespiti amacıyla iş makineleriyle biz bu süreci
beklentiler, en azından Danıştay’daki kararı ilk dönüşü beklentisi ya da
birinci son açığımız davada yürütmenin durdurulması kararı verilsin diye beklerken,
yer tespiti için şirketin ısrarları oldu. Dolayısıyla halkın direnişi oldu.
Buradaki direniş aslında kendiliğinden gelişmiş bir kriz, siyasi inisiyatif (üstünlük) hareketiydi. Biz orada hiçbir siyasi partinin
illegal oluşumların bazı yandaş medya gruplarından bunu da duyduk biz. İsim de
veriyorum başta RTÜK e de şikâyet ettik. Hiçbir illegal yapılanmanın
provakasyanu olmadan biz bu sivil insiyatifi oluşturduk. Aslında halk
oluşturdu. Çünkü bir meşru müdafaa hakkıydı, yapılan savunmalar, bize göre. Halk
sokağa döküldüğünde çevrede güvenlik güçleri üstümüze geldi, il nüfusumuzun
yarısına kadar ve bizlere zaman zaman orantısız güç kullanıldı. Ama bizde
oluşan o günlerde aslında ki bundan sonra da devam edecektir. Biz artık sürekli
sürecin istediğimiz gibi de gitmeyeceğini biliyoruz. Çünkü kazandığımız üç tane
dava var, aynı taşınma aynı konuyla ilgili.
Oluşan
bu Kuvaayyi Milliye ruhuydu. Bu ruhu belki de Türkiye’de oluşacak ikinci
nüvesiydi. Yakında belki gerçekten tekrar lazım olacak. Milli Mücadele ruhuydu.
Biz bunu bireysel olarak da, orda yaşayan insanlar olarak da çok müthiş bir
şekilde hissettik. Demek ki bu ruh, Türkiye’de de Artvin’de olduğu gibi, bıçak
kemiğe dayandı, Milli Mücadele ruhunun yeniden doğmasında ihtiyaç var. Biz bunu
Artvin’de uç kentimizde başarabildiysek demek ki umut var. Güneş bir kere
Samsun’dan doğdu, belki de doğudan doğacaktır diyorum”.
Gündem konusu ile ilgisi pek de olmayan
bu konuşma eleştiri konusu oldu.
GAZETECİ
BARIŞ TERKOĞLU’NUN KONUŞMASI
Yazdıkları ile hapse giren, Silivri
zindanında yatan Gazeteci Barış Terkoğlu’nun ismi anons edilince bir alkış
koptu, bunu görünce, “turpun büyüğü
heybede” diyen bir Avşar Atasözü aklımıza geldi, Son konuşmacı Barış Terkoğlu konuşmasında
şunları söyledi:
“- Buraya
kadar geldiniz, beni sabırla
beklediniz, buraya kadar gelmekle memnun ettiniz. Türkiye’nin son döneminde,
özellikle nisan ayında, mayıs ayında, ekim ayında yani milli bayramların olduğu
dönemlerde kamuda salgın bir hastalık var biliyorsunuz.(Salondan gülüşmeler). Cumhurbaşkanları orta kulak iltihabı
geçiriyor, valiler soğuk algınlığı geçiriyor, Başbakanların diyabet
rahatsızlığı yükseliyor o yüzden milli bayramlara katılamıyorlar. O yüzden
hastalıkları yenerek siz buraya geldiniz. (Salondan alkışlar ve gülüşmeler)
Gazilere ve şehit yakınlarına da teşekkür ediyorum. Çünkü gerçekten vatan
sadece topraklar ya da onun üstünde biriktiğimiz değil, biraz da onun için
hayatını kaybedenler verdiler. Topraklarımızda oluşa çatlaklar döktükleri
kanla, akan kanlarıyla kaybettikleriyle doldurdular; bu gün burada hürriyet
içinde bu toplantıyı yapıyorsak onların sayesindedir. (Alkışlar) “ Ben
Silivri’de Gazi Serdar Öztürk’le hücremizde kalırken, o üst ranzada idi, kuru ekmeği paylaştık. Levent Göktaş,
yıllarca operasyonlardan sağ döndü ama Silivri’den gözünü kaybederek çıktı.
Kâşif Kozinoğlu Afgan Dağları’nda değil de ama Silivri Zindanında kalp krizi
geçirerek hayatını kaybetti. O yüzden ben, o gazilerle birlikte savaşmadım ama
birlikte hapis yattım, dediğim gibi, Silivri’de kuru ekmeği paylaştım. Onlar
için de için de ayrıca saygım ve müşterek anım var.
Anayasa
ve terör konusunda belki de ironik bir dille söylüyorum, en son konuşacak kişi
benim. Çünkü biliyorsunuz birincisi ben böyle değerli Hukukçu Sabih hocam,
Tansel hocam, Baro başkanlarının önünde benim hukuk kelamı yapmam ayıptır. Ama ikincisi ben anayasayı ihlal etmekle
yargılanıyorum, (gülüşmeler) ayrıca, biliyorsunuz bu gün terör başka bir şey
ifade etse de çok yakın zamana kadar, bu ülkede yurtseverler, aydınlar
yazarlar, askerler terhis olarak kutluyorlar, ben terör sanığıyım, o yüzden bu
da ilginç bir çelişki. Çünkü biz anayasayı korumaya çalışıyoruz. Biz anayasal
düzen kurulsun istiyoruz; biz bu ülkenin Başbakanı Cumhurbaşkanı Cumhuriyeti
yıkmaya çalışanlar, anayasal düzenden vazgeçmesinler” diyoruz ama biz anayasayı
yıkmakla yargılanıyoruz. Böyle bir çelişkisi var bu ülkenin. (Alkışlar) “benim
söylemek istediğim kısaca şu,
- AKP gerçekten şunu yapmak istiyor,
Recep Erdoğan rejimi bir anayasa yapmak istiyor; biliyorum Türkiye’nin büyük
çoğunluğu buna “evet” yanıtını veriyor, ben aynı fikirde değilim.
- Türkiye’nin gerçekten bir anayasa
sorunu var mı? Önce ikincisinden başlayayım, bakın çok uzatmayacağım,
sürem yok çünkü Başbakan Ahmet Davutoğlu çıktı, dedi ki, “biz” dedi, “her an anayasa yapacağız, nisan mayıs ayı içerisinde,
yetiştireceğiz” dedi. Son bir şeyler oldu, Tayyip Erdoğan dedi ki,
“o hemen yapılacak bir şey değil”
dedi. “baktık” dedi. “Bir yıl bekletmek gerekiyor”
dedi.
Ahmet
Davutoğlu tekrar konuştu, “biraz
bekletmek gerekiyormuş” dedi. (Salondan gülüşmeler) “Sonuçta kendi
içlerinde bir kriz var. İki, biz şunu bekliyorduk, Bir Kasımdan sonra tahmin
ediyorum, burada şurada oturan amcalardan teyzelerden, ağabeylerden birisine
iktidarı verse idik, yüzde 50 küsur oyla açık söylüyorum ülkeyi çok rahat
yönetirdi. (Alkışlar) “Ama bu gün ülkeyi yönetemezlik içindeler.
Sorunun
cevabını özetle şöyle söyleyeyim, Türkiye’nin bir anayasa sorunu yok,
Türkiye’de bir siyasi kriz var. Türkiye’de iktidar partisinin onun başındaki
ismin Anayasa krizi diye yutturmaya çalıştığı şey, hem kendi içindeki krizi,
hem de ülkedeki yönetememe krizini bir anayasayla aşma meselesidir. Bir eğer
gerçekten bu tuzağı aşacaksak, buna dikkat etmemiz lazım.
İkincisi,
gerçekten anayasa istiyor mu dedim, bu yüzden söyledim. Anayasa yapma işi cüret
meselsidir. Anayasa yapmak, sivil anayasa falan hepsini bir arada uydurdular
Anayasa devletin örgütlenmesini anlatan bir metindir. Devleti yeniden örgütleme
bir cürettir. Bu cürette tarihte iki kişi iki güç sahiptir. Bir devrimciler,
iki karşı devrimciler. (Alkışlar) “O yüzden devrimci anayasaları Robespiyer
yapar, Corc Vasington yapar, Mustafa Kemal yapar, devrimciler yapar.(Alkışlar)
Karşı
devrimciler ise, anayasa yapıyorum diye genellikle o birikimi yıkarlar. Tıpkı
Abdülhamid’in gelip parlamentoyu fesh etmesi gibi, tıpkı Vahdeddin’in
parlamentoyu fesh etmesi gibi; tıpkı 12 Eylül rejiminin yaptığı gibi hep
yıkarlar. O yüzden anayasa çok güzel bir kelime, bizim Güzel Türkçemizin
kelimelerinden bir tanesi, çok da güzel anlatıyor her şeyi “ana-yasa”. Ama
yetersiz, diğer dillere baktığımda hep anayasa kelimesini karşılayan kuram,
kurmakla ilgili olduğunu gördüm. Çünkü anayasa kurucu bir metindir. Yalçın
Hoca, içerde çok vakit geçirdik, onu anayasa yerine önerdiği kelime “Kuranyasa”
idi. Gerçekten de bu kurma cüretine devrimciler sahiptir. Karşıdevrimciler de
yıktıkları şeye anayasa derler ama biz onun anayasa olmadığını biliriz.
Anayasanın bir özelliği daha vardır. İster 13. Yüzyılda MagnaCarta’ya kadar hani
o krizi tarih kitaplarına gidin. İsterseniz bizim tarihimize gidin, 19.
Yüzyılın başında başlatılıyor, tartışılır ama gene ittifaka kadar gidin.
Anayasa hep iktidara sınır koyar, iktidarın sınırlarını çizer. Yani bir dönem
gökyüzündeki Tanrı’nın gölgesi olduğunu söyleyen, aslında bunun yalan olduğunu
biliyoruz. Padişahlara, krallara, monarklara karşı “senin sınırın burasıdır, iktidarın bu kadardır” metin, bir
anayasa.
Şimdi
soruyorum size, iktidar partisi AKP
ve Tayyip Erdoğan, her neyse iktidarına sınır mı çizdi, çizmeye çalışıyor,
yoksa iktidarının sınırını belirsizleşmeye mi çalışıyor, belirsizleşmeye çalışıyor,
o zaman bunun adı anayasa olamaz. Biz ona anayasa demeyeceğiz, burada
başka bir şey tutturmaya çalışıyor, yaptıklarını göreceğiz. Bunu iki şey için
istiyorlar. Çok özetle iki şey istiyorlar:
- Suçlarını örtmek için istiyorlar. Çünkü
anayasaların özelliklerinden biri, Kenan Evren yargılarken de toplum
sürekli bunu tartıştı, genel anayasa yapan adamı o anayasa ile
yargılayamazsınız. Ne suçları örtmek istiyorlar, biliyor musunuz; Milli
Eğitim diye bir şey kalmadı İstar vakfına, TURGEV’e şuna buna devrettiler.
Burada bir suç işlendi, bir sürü yolsuzluk yapıldı vs. Burada işledikleri
suçları örtmek istiyorlar. Bu kadar değil, bu dönemde bizim Oda TV de,
hemen bana kızmayın, en çok yayınladığımız habere dikkat ediyor musunuz,
bilmiyorum, Abdullah Öcalan’ın açıklamaları, neden bu kadar meraklıyız
Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına, dünya görüşümüz ters olmasına rağmen,
bu son dönemde “İmralı Notları” diye bir kitap yayınlandı. İmralı Notları
çok değil, bir sene öncesine kadar, yani Dolmabahçe Mutabakatına kadar bu
günkü iktidar partisiyle PKK arasındaki müzakerelerin tutanakları. Çok
uzun metinler, ama ordan size Abdullah Öcalan’a ait bir cümle okuyacağım.
Devletin görevi, söylediği cümleyi söyleyeceğim. “Eğer yasal düzenlemeler yapılmazsa hepimiz yargılanırız, vatana
ihanet ediyoruz burada, bu gelişmeler yasal zemine oturtulmalı, yaptığımız
yasal değil, Başbakan da yargılanır, ben de, bunun yasal zeminini oluştursunlar.”
O yüzden işledikleri suçları örtmek için, işledikleri suçtan yargılanmamak
için anayasa yapmak istiyorlar.
- Bu güne kadar, çünkü iktidar partisi, hani o
bugünkü kurucularından söylediği 200 yıldır iç ve dış dinamikler bu kadar
birbiriyle kesişti. Meclisten olduk diyor, emperyalistleri, büyük
sermayeyi, dincileri hepsini kastederek söylüyor. Diyor ya, bir tasfiyeyle
görevde, burada bizim diğerlerinin hepimizin, yaşadığı o Silivri süreci bu
tasfiyenin bir ayağıydı sadece, işte bu tasfiyeyle resmileştirmek
istiyorlar yeni anayasayla. Ordudaki tasfiyeyi, bürokrasideki tasfiyeyi,
yasalardaki tasfiyeyi hepsini değiştirmek istiyorlar. O yüzden bu
anayasanın, anayasada adının dahi, bir tür meşruiyeti yoktur.
Bu gün anayasa yapacak zemin yoktur.
Özetle bu anayasanın yapılmasını dahi tartışmamak gerekir. (Alkışlar).
Söyleyeceğim
iki şey daha var, birincisi anayasa bir metin, ama anayasa için kimin elinde
olduğu. Bu gün TC anayasasında örgütlenme özgürlüğü de var, eylem yapma
özgürlüğü de var, basın özgürlüğü de var her şey var. Ama hiç biri uygulanıyor
mu? O yüzden anayasa kadar önemli olan anayasa metnini yani elinde sopa alanın,
yani “anayasa yapıyorum” diye eline
sopa alanın anayasayı niçin kullanacağıdır. O yüzden Türkiye’de hu nedenle dahi
anayasayı tartışmak doğru değildir. (Alkışlar)
İkinci
söyleyeceğim şey şu: Biliyorum ben de çok maruz kaldım, bir de şunu diyeceğim,
dediğim gibi, sırf bu anayasayı korumaya çalıştığımız için çok eksiklikte olsa
eleştirel de olsa korumaya çalıştığımız için “siz 12 Eylülcü müsünüz, siz darbeci misiniz, siz darbe anayasasını
mı destekliyorsunuz?” O, o kadar aptalca bir tartışma ki, Türkiye’de 12
Eylül Anayasası son 35 senede 17 kez değişti. Sonuncuyu biliyorsunuz. 12 Eylül
referandumunda oldu, şimdi, 18 inde değişmeye çalışıyorlar ve en az 105 kez
maddeler üzerinde değişiklikler yapıldı. Ortada her seferinde de bu 12 Eylül
Anayasasını değiştirmemiz lazım diye yazıldı. Ortada 12 Eylül Anayasası mı
kaldı? Yoksa her seferinde kendi yasalarını uygulamak için 12 Eylül anayasasını
değiştirmeye çalışıyoruz diyen demagojileri mi kaldı. Bu öyle bir şey ki,
geçtiğimiz aylarda hatırlayın, Türkiye’de kurtaj meselesi konuşuldu. Bu gün
Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan kürtajı yasaklamaya çalıştı. Bazı insanlar
çıktılar der ki “bu haktır kadınlar
hakkıdır, isteyen yapar, isteyen yapmaz” dedi. 12 Eylül kadınlara verilmiş
tek haklardan biriydi kürtajın yasallaşması. Çıktı Aile Bakanı, “siz 12 Eylülü mü savunuyorsunuz”
dedi, kürtajın hak olduğunu savunanlara. O yüzden Türkiye’de her türlü vatanseverliğin, yurtseverliğin,
cumhuriyetçiliğin, özgürlüğün karşısına dikilmiş bir demagojidir “siz 12 Eylül
Anayasasını savunuyorsunuz”. Bu lafı yememek gerekir.
Son olarak
söyleyeceğim şey şu, ben Türkiye’nin değişik yerlerinde konuşuyorum, bu salona
gelirken de şu an umuda çok ihtiyacımız var, çok umuda ihtiyacımız var. Görüyorum
ki bize en çok ihtiyacımız olan şey umut. Umut aptalca bir şey değildir. Umut
tarihi bilen insanların karanlıkta olsa dahi bir hücrede yaşarsınız, tarihin en
karanlık yerinde yaşarsınız umut, onun değişeceğini bilmektir umut. O zaman
umut gerçekçi bir şey haline gelebilir. Bu gün birinci Meclisin kuruluşunu
kutlamaya çalışıyoruz, o Mecliste emin olun Atatürk’e karşı çok güçlü bir
muhalefet vardı. Atatürk buna rağmen yapılması
gerekeni yaptı. Bakın o Mecliste sıtmayla, dizanteriyle mücadele yasası
çıkarılmak istendiği zaman gericiler, “sıtmanın,
dizanterinin nedeni mikroplar değildir, Allahın takdiri” dediler.
Buraya gelmeden önce onları okudum. Yani devrimler hep karşısında karşı
devrimcileri buldular. Bu salonda unutmadığım bir şey söyleyeyim size, Aslan
Başer Kafaoğlu’nu mutlaka tanıyorsunuzdur, burada da konferanslarına
gitmişsinizdir. 2010 da kaybettik, Cumhuriyetçi, devrimci bir iktisatçı. Bir
gün 80 kişi onu dernekte ağırlamıştık. “Kaç üyesi var” demişti derneğimizin,
ben utanarak 80 kişi demiştim, o bana dönüp “80 kişiyle devrim mi yapılır” demişti. O yüzden tarihte sayılamayan
tek şeydir devrim, devrimciler. Tarihinde sayılamayacak tek şeydir yurtseverler,
vatanseverler, sayılamayacak tek şeydir Cumhuriyetçiler. Çünkü bana söyleyin
Allah aşkına, toprağa atılmış tohumun içinden çıkacak çiçek sayılabilir mi? (Alkışlar)
O yüzden biz artık sayıları tartışmayalım. Artık yarın bu topraklarda
yaratacağımız, doğuracağımız çiçekleri tartışalım, bunlar gelip geçecek bu
topraklar işgal gördü, bu toprak lar daha büyük gericilik dönemlerini gördü,
değiştireceğiz, umutlu olalım, birlik olalım, mücadele edelim, işte emin olun o
zaman gerçekten değiştireceğiz”. Alkışlar
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
ckulaksizster@gmail.com
SON
Yorum Gönder