23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
etkinliklerinden olarak, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) destek ve
yönetiminde 24 Nisan 2016 günü Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Anayasa Tuzağı,
Terör ve Türkiye” konulu panel düzenlendi.
Panelden önce, etkinliklere katılmak için
yurdun her yanından otobüslerle gelen binlerce kişiler ile Ankara’daki çeşitli
sivil dernek mensupları Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) toplanarak Tandoğan
(Anadolu) Meydanından Anıtkabire yürüdüler. Sonra da binlerce Atatürkçü Nazım
Hikmet Merkezine geldiler.
Binlerce kişinin doldurduğu Ankara’nın en
büyük salonundaki panele, çok değerli siyasetçi, sendikacı, hukukçular
konuşmacı olarak katıldılar.(Giden sayımızda adlarını ve görevlerini vermiştik).
AKP-RTE iktidarının planlı bir şekilde “yeni
anayasa” adı altında anayasayı laik özünden ayrı olarak dinsel düşünceye
dayanan bir anayasa yapma hazırlığı sırasında, bu konuşmaların yararlı
olacağını düşünerek, tüm konuşmacıların konuşmalarının metinlerini çözerek
okuyucuya sunmayı düşündük.
Metnin uzun olacağı ve okunmasının zor
olacağını düşünerek her konuşmacının metnini bölümler halinde vereceğiz. Bu
bölümde iki konuşmacıya yer verdik,
DİNCİ
ANAYASAYA HAYIR
Ülkemizi, geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi
haline getirecek olan bu “yeni anayasa” girişimine “hayır” diyelim.
Ülkemizi laik TC ni güya yöneten gerici
iktidar, devletin her kademesinde ulusal bayramlarımızı yasaklayarak, ulusal
değerlerimizi dinsel devlet yapılanmasına doğru sürükleyerek gerici bir anayasa
yapma çabasında olan AKP-RTE iktidarına karşı okuyucumuzu, yurttaşlarımızı daha
duyarlı olmasını sağlamak ve gerçekleri görmelerine yardımcı olmak için bu
değerli hatiplerin uyarıcı konuşmalarına yer veriyoruz. Konuşmaları yazıya
dökmek ne kadar zor olduğunu sanırım bilirsiniz, ama biz üşenmeden, yılmadan bu
değerli konuşmaları size sunmayı görev bildik. Çünkü ülkemiz Cumhuriyet
tarihinin en kritik dönemeçlerini yaşamakta. Hepimiz, ülkemizin yararı için
iktidarın yapmaya çalıştığı kumpasla dolu gerici anayasaya karşı “hayır”
diyerek direnmeliyiz.
“Dindar Anayasa” isteyen 14 yıldır AKP-RTE iktidarında hiç
siyaset yapmamış Meclis Başkanı İsmail Kahraman neden “seçmece” Meclise başkan seçildiğini düşünebiliyor
musunuz? Gençliği demokratik parti ve
kuruluşlarla mücadele etmiş, 1967 de Milli Türk Talebe Birliği Başkanı olmuş,
türbana geçit vermeyen üniversite yönetimini protesto için 68 günlük işgal ve
boykot eylemi yapmış, TİP’in “diriliş” mitinglerine karşı “şahlanış” mitingleri
düzenlemiş (bu olaylarda iki devrimci ölmüştü) daha nice gerici eylemlerin
başını çekmiş, elinde “devrimci kanı” oluşmuş kişi
özellikle seçilerek Meclis Başkanı yapılmıştır. Devlet Bahçeli ve MHP de bu
seçilişe çanak tutmuştu. Laiklik, devrimcilik karşıtı nice eylemlere katılmış,
Merhum İmran Öktem’in cenaze namazını bile engellemeye çalışmış, mazisi karışık
Kahraman, çizgisini koruyarak, “yeni anayasa dindar bir anayasa
olmalı; laiklik bir kere yeni anayasada
olmamalıdır” diyerek, aslına mayasına dönmüştür. Laikliği koruyacağına
dair ant içerek başkan olan İsmail Kahraman, yürürlükteki anayasaya karşı suç
oluşturan çıkışıyla pek çok kişi tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur.
Sahiden Yargıtay Başsavcısı acaba bu duruma ne der? Görevini yapmalıdır.
Yoksa bu gerici anayasa kabul edilirse,
ülkemiz dinci, gerici bir Ortadoğu ülkesi olacaktır. O nedenle ülkemizin
geleceği için bu konularda daha duyarlı olmalıyız.
Gerici AKP-RTE
iktidarı, iktidarda kaldıkça, dincilik politikasını iyice
yoğunlaştırmaya devam ederken, dinci anayasa istemek, 1919 sınraki Cumhuriyet
tarihini tanımamak gibi, geri düşüncenin zirvesine tırmanmaya başladı.
Bu 6. Bölümde CHP eski milletvekili Uluç
Gürkan ile İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek’in konuşmalarını
sunuyoruz.
PANELDE
ESKİ POLİTİKACI ULUÇ GÜRKAN’IN KONUŞMASI
“- Türk Ulusu
bir yenilgi, çöküntü ortamında 19 Mayıs 1919, 23 Nisan 1920 ve 29 Ekim 1923 te
gerçekleştirdikleriyle yeni ve çağdaş geleceğe doğmuştur. Atatürk ve
arkadaşları o günlerde bir yandan kurtuluş mücadelemizi örgütlerken, bir yandan
da ülkemizin 600 yıllık hukuk, siyaset ve egemenlik kavramlarıyla kurumlarını
çağdaşlaştırmıştır.
Bu
süreçte egemenlik gökyüzünden yeryüzüne indirilmiştir. Toplumun yönetim gücünün
kaynağı kimi doğaüstü güç ve de sömürü vasfı olarak kullanılan saltanat,
hilafet gibi kurumlar yerine doğrudan ulusa indirgemiştir. Böylece Türkiye
Kurtuluş Savaşıyla birlikte ülke işgal altında iken demokrasiye adım atmıştır.
Bu adımla Osmanlının düzeninin kulları yurttaş kimliğini kazanmış ve özgür
bireylere dönüşmüştür. Bu tarihte eşi görülmedik bir başarıdır. Bu başarının
ardındaki temel etken, Atatürk’ün Kurutuluş Savaşı’nı başlatırken ulusal
iradeyi demokratik bir süreç içinde harekete geçirmesi ve 23 Nisan 1920 günü
Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisinde bu süreci perçinlemiş olmasıdır.
Türkiye’nin
kuruluş ve kurtuluşunda gerçekleşen bütün siyasi oluşumların temelinde bu ilke
egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusa ait olması ilkesi vardır. Askeri zaferler
de, Cumhuriyetin ilanı da, demokrasinin benimsenmesi de kalkınmanın
gerçekleşmesi de hep bu ilkenin sonucudur.
Bu
bağlamıyla TBMM bir askeri zaferin ürünü değildir. Tam tersine askeri zafer BMM
inin eseridir. BMM den önce Türkiye’de ne bir devlet, ne bir cumhuriyet ne de
bir ordu vardır. Devleti de Cumhuriyeti de orduyu da TBMM kurmuştur.
Bu
olay özellikle önemlidir, kimi ülkelerde savaşlar ve ayaklanmalar, şiddet
eylemleri veya siyasal bunalımlar, bazen demokrasiyi askıya almak, parlamentoyu
kapatmak veya parlamentonun yetkilerini yürütme organına devretmek için gerekçe
olarak kullanılır. Türkiye’de Türkiye’nin kuruluşunda bunun tam tersi olmuştur.
Bu günde Atatürk’ten rövanşı almak, onun “en
büyük eserim” dediği laik ve demokratik düzenini daha İslami bir yapısıyla
değiştirmek isteyenler bir yandan yeni anayasa” bir kampanya yürütürken bir
yandan da 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi ulusal bayramlarımıza,
kutlamalarına engel olmaya çalışmaktadırlar. Ama hiç kimsenin kuşkusu olmasın
ulusal irademizi aşamayacaklardır.
Atatürk’ün
sözleriyle “ulusal egemenlik öyle bir
ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taçlar, tahtlar batar, yok olur”. ADD
öncülüğünde bu sabah gerçekleştirdiğimiz teröre karşı ulusal birlik yürüyüşümüz
ve bu salondaki, iki saati aşkın süreye rağmen, sönmeyen ateşiniz Atatürk’ün bu
tespitini doğrulamaktadır ve bütün Türkiye’ye de örnek olması gerekir. Bu
anlayışla ulusal bayramlarımızı sadece geçmişe saygı anlayışı ile değil, aynı
zamanda geleceğe dönük bir umut olarak da algılamak durumundayız. Anadolu’ya
çıkış gençliğe TBMM nin kuruluş gününde çocuklara adayan Atatürk bu iki ulusal
bayramın yalnız geçmişe dönük bir saygı anlayışı ile değil, geleceğe yönelik
bir umut biçiminde de kutlanmasını ve yalnız anılarda değil, yeni yetişecek
kuşakların bilinçlerinde de yaşamasını istemiştir. Altını çizmek istiyorum,
sadece büyük bir lider geleceği küçük kalplere emanet eder. (Alkışlar). “Bu bağlamda 23
Nisan’ı kimileri gözlerini kapatmaya, gözlerini kapatsalar da hem ulusal
egemenlik, hem de çocuk bayramı olarak bütün dünya çocuklarıyla birlikte
kutlayabilmek olmakla, böylesi bir anlayışı da dünyada ilk kez Türkiye’de
resmiyet kazandırmış olmakla haklı olarak övünüyoruz ve gurur duyuyoruz. 19
Mayıs, 23 Nisan ve 29 Ekim ruhunun bize yüklediği görev Türkiye’yi Atatürk’ün
açtığı yolda güçlendirmektir. Bunun en temel koşulu ise çocuklarımızın ve
gençlerimizin yetişmesinde ve eğitiminde demokrasiye ve laikliğe öncelikle yer
vermektir. Onun için aydınlık bir gelecek için onlara kurabilmektir. Eğer çocuklarımızın gençlerimizin geleceği
aydınlık değilese ülkemizin geleceği de aydınlık olamaz. İşte önümüzde
yıkılmayan, yıkılmaz bütün kanıyla canıyla ayakta duran TC; laik ve demokratik
yapısıyla geleceğe ışık tutan bir aydınlanma ve çağdaş tasarım olarak
gündemimizdedir. Sadece Türkiye’de de
değil. Atatürk’ün oluşturduğu bir
Türkiye modeli 21. Yüzyılda bizi barışa götürecek en gerçekçi proje olarak
dünyanın da gündemindedir. İslam dünyasını kan gölüne çeviren etnik ve dini
cemaat temelli uygarlıklar çatışmasını önleyecek çatışmayı barış içinde çağdaş
uygarlık yarışına dönüştürebilecek dünyadaki en etkin proje Atatürk’ün
gerçekleştirdiği 1923 Türk Devrimidir. 21. Yüzyılda demokratik barış
Türkiye’nin bu günkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak
biçimlenecektir. Eğer Türkiye kendisini laik ve demokratik bir ülke olarak
tanımlar ve çağdaş uygarlığın tam parçası olabilirse hem kendi içinde barışa
ulaşabilecek hem de dünya barışına öncülük edecektir.
1789
Fransız Devriminin halkları Hıristiyan olan Batı dünyasının demokratik geçme
sürecindeki anlamı, önemi etkisi her ne olduysa 1923 Kemalist Devriminin Türk
Devriminin İslam Coğrafyasının demokratikleşme açılımındaki etkisi de aynı
ölçüde olmalıdır. Eğer bunu gerçekleştirirsek kimsenin dünya genelinde sadece
Türkiye’de değil, kuşkusuz olmasın, Türkiye sadece kendi içinde cumhuriyetini
sonsuza kadar yaşatmayacak aynı zamanda dünyayı da değiştirecektir, Atatürk’ün “ yurtta sulh, dünyada sulh” şıarı 21.
Yüzyıla damgasını vuracaktır. (Alkışlar).
İSTANBUL
BAROSU GENEL SEKRETERİ HÜSEYİN ÖZBEK DE ŞU KONUŞMAYI YAPTI
“-Biz avukatlar müvekkillerimizin yani halkımızın adına hak arama
mücadelesini veririz. Bizi vekil edenlerin adına hukuk adamlarından,
hâkimlerden, savcılardan taleplerde bulunuruz. Ben şu anda sözlerime başlarken
önce bir vekâlet görevimi yerine getirmek istiyorum. Bana verilen bir
vekâletin, bana verilen sorumluluğu yerine getirmek istiyorum. Hepimizin
yakından tanıdığı, kamuoyunun yakından tanıdığı ve yakınlık duyduğun Baro
Başkanımız Ümit Kocasakal’ın sevgilerini, saygılarını sizlere iletiyorum.
(Alkışlar). Bu vekâlet görevimi yaptıktan sonra asaleten konuşmama başlamak
istiyorum. Genellikle zamana dikkat ederim, şekli olarak on dakika, fiili olarak
herhalde 30 dakika konuşmamı tamamlarım (Salondan gülüşmeler) .
Milli
Mücadelenin kalbi Ankara’dayız. Burası, Milli Mücadele’nin sürdüğü dönemde Türk
milletinin kolektif mücadelesinin, Milli
Mücadele’nin kalbi. Ama aynı zamanda Şark Milletlerinin, Doğu Milletlerinin,
mazlum milletlerinin emperyalizm tarafından sürüngen, talan edilen
coğrafyalarına mensup milletlerin de gözü, kulağı, kalbi buradaydı. Ankara
yalnızca Türk Milletinin başkenti değildir; bu anlamda mazlum milletlerin
başkentidir ve emperyalizme başkaldırışın kutsal kentidir. 27 Aralık 1919 23
Nisan 1920 Heyeti Temsiliye Reisi yaver kordonlarını çıkarmış, çok sevdiği
askerlik mesleğinden istifa etmek zorunda kalmış, ordulara komuta etmiş ve
Birinci Dünya Savaşı’nın mağlup edilmeyen muzaffer komutanı Ankara’ya 27
Aralık’ta soğuk bir kış günü geldiğinde 22 bin nüfuslu Ankara’lı mahşeri bir kalabalıkla arkadaşlarıyla, kolordu
komutanıyla ve 700 kişilik seğmen alayıyla karşılar. Artık remi üniforması
olmayan paşa yaverleri, paşa nişanları çıkmış Sivas’tan Ankara’ya intikal eden
bir Heyeti Temsiliye reisi. Neden millet mahşeri kalabalıkla bir sivili
karşılar. Üstelik İstanbul hükümetinin o
zamanki meşru görülen ama gayrimeşru işler yapan bir İstanbul hükümetinin, padişahın Halife Sultanın bütün
talimatlarına rağmen, tutuklanma talimatlarına derdest edilip İstanbul’a gönderilmesi posta edilmesi talimatlarına rağmen bir
kolordu komutanı bir bir vali niçin karşıladığı Heyeti Temsiliye reisini,
dernek başkanını Mustafa Kemal’in şahsında Milli kurtuluş önderini buldukları
için.
Mustafa
Kemal’in şahsında bu milletin kurtuluş reçetesini, kurutuluş kimliğinin isyan
simgesini isyan öderini buldukları için.
Ankara bu gün aynı ruhu taşımaktadır. Bu gün bu salona
Türkiye’nin dört bir tarafından Milli Mücadele ruhunun temsilcileri, Müdafaai
Hukuk geleneğinin temsilcileri 96 yıl sonra aynı ruhu, aynı heyecanı aynı şevki
taşıyan meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin Atatürkçü Düşünce
Derneklerinin yöneticileri ve mensuplarının aynı ruhu aynı amaçla Kuvaayyi
Milliyeciler bir araya gelmişse karamsar olmaya hiç gerek yoktur. (Alkışlar) “ 23 Nisan 1920 16 Mart 1920 İstanbul’da
emperyalist İngiliz Silahlı Kuvvetleri Osmanlı parlamentosunu basar,
Fındıklı’daki Osmanlı Parlamentosunu Meclisi Mebusanı basar, ordan bazı
milletvekilleri dipcikle derdest edilir, gözaltına alınır ve Meclis birkaç gün
sonra kapanır. Faaliyetine son verir. Dünyaya medeniyet ve demokrasi dersi
veren medeni kimlikle ama emperyalist şeklindeki devletin silahlı gücü Türk
Devletinin başkentini basmıştır, yetmemiştir parlamentosunu basmıştır,
yetmemiştir dipncikle bazı milletvekillerini gözaltına almıştır, Bekirağa
Bölüğü, ardından da Malta sömürgesi olan.
GAZİ
MECLİS, GAZİ KOMUTAN BAŞKA HİÇ BİR PARLAMENTODA YOKTUR
O meclisten
kurtulabilenler kendisini fesih eden Vahdettin’in de kapattığı faaliyetine son
verdiği o Meclisten kurtulabilen, kaçabilen, Milli Mücadelenin gerçek merkezini
algılayan milletvekilleriyle 18 Marttan sonra, 1920 23 Nisan’ına kadar bir ay
bir hafta var. Bu millet bir ay, bir haftada yeni seçimler yapmıştır.
Milletvekilleri seçmiştir. Milli Mücadeleyi yaşatacak yürütecek bir milli
mücadelenin meşruiyet organı olacak yasama meclisinin Ankara’da devam
mucizesini göstermişti, bu millet. Biz o geleneğin temsilcileri isek, o geleneğin
takipçisi isek “Gazi Meclis” adı
verilen Meclisi de “Gazi” kendisi de “Gazi” adını taşıyan dünyada başka
parlamento yoktur. Başka Millet Meclisi yoktur.
Böyle
bir meclis geleneğinde şu anda “Gazi Meclisin kürsüsünden etnik talepler dile
geliyorsa, Mustafa Kemal Paşa’nın ve Milli Mücadeledeki önder kadronun idam
hükmünü veren, hüküm vermiş fetva vermiş utanmazlar İslam’ın temsilcileri
meclis kürsüsünden kutsanıyorsa, iadei
itiar taleplerinde bulunuyorsa, milli mücadeleye karşı ihanet yarışı
içinde öne geçmiş olan lanetli isimlerin gazi meclis çatısı altında onurlarının
iade edilmesi adlarının sosyal mekanlara verilmesi talepleri dile getiriliyorsa
kuşkusuz bunları düşünmek, iyice düşünmek lazım. Ama asla karamsarlığa
kapılmamak lazım. Milli Mücadeleye Kuvaayyimilliye karşı Kuvaayyi İnzibatiye’nin yanında yer almış, İngiliz
Mühipleri Cemiyeti’nin yanında yer almış, Börekçizade Rıfat Efendi gibi onurlu
vatansever din adamlarının değil, İskilip’li Atıf’ın, Dürrizade Abdullahların, Mustafa
Sabrilerin, şeyhulislamların Atatürk ve
silah arkadaşlarının idamına şerran hüccet eden, fetva veren kişilerin
isimleriyle simgeleri sosyal mekanlara belediye
tesislerine veriliyorsa, demek ki örtülü sinsi bir şekilde 96 yıl sonra
Kuvaayyi İnzibatiye bazı mevzi başarılar
kazanmış haberimiz yok ve Gazi Meclisten
manevi temsilcileri, Anzavur’un manevi
temsilcileri, Kürdistan Teali Cemiyeti yani Kürdistan Yükselme Cemiyetinin bu
günkü mirasçıları taleplerde bulunuyorsa, TC Devletinin üniter yapısına, ulus
devlet yapısına, Türk Milletinin bölünmez bütünlüğüne, siyasi sınırlarının
değişmezliğine karşı pervasızca, şirretçe, şımarıkça taleplerde bulunuyorsa, o
kimlere 1920 lerde bozguna uğrayan ardına bakmadan geri kaçan Anzavur
artıklarının, Kuvaayi İnzibatiye artıklarının manevi mirasçıları bu gün
şımarıkça küstahça, Atatürk’le, Cumhuriyetle alay ederek özgüven hissediyorlarsa kendilerini iyi
düşünmek gerekir, ama asla karamsar olmamak gerekir.
Mesele
anayasa konusunda yeni, çağdaş, modern darbelere geçit vermeyecek artık yeter
sivil bir Anayasa talep edebilir. Sivil söylemli bir sömürge hukukunun br
baldıran zehirini Türk miletine, Hacıbekir lokumu gibi içirilmek istenirse Türk
milleti bunu yemeyecektir.(Alkışlar)
Türkiye
tek kapıdan, tekli mülkiyetten müşterek
mülkiyete zorlanıyor. Türk Milletinin kolektif ama tekli tapusu iştirak halinde
müşterek halinde mülkiyete dönüşmek paylaşma çıkıyor. Deniyor ki, Türk
milletini bu şekilde ifade ediyorlar, “yav
tapu senin bu tapunun yüzde ellisi benim olsun. Tek tapu ½ ½ olsun siyasal Kürtçülükle son söylemle
yapılan makyaj budur. Fransız, kansız Türkiye dayatmaktır. Türkiye Edirne’den
Van’a kadar, Sinop’tan Antalya’ya kadar
monoblok, yekpare her bir cm karesi şehit kanlarıyla sulanmış hukuksal bir coğrafyadan
asla vaz geçmeyecektir. (Alkışlar).
29
Ekim 1923 Milli yazılımdır; milli sermayesi olan, milli ordusu olan, milli iradesi
olan, milli burjuvazisi olan, milli
ülküsü olan bir yazılımdır 29 Ekim 1923, Türk Devletinin kuruluşudur. Çünkü bunun dışında başka coğrafyada
yaşanamaz mümkün değildir. Şu anda Türkiye’nin bu yazılımına, bu milli
yazılımına herkesin saldırısı var; bir korsan saldırı var, milli yazılımı gayri milli yazılıma çevirmek
için milli değerleri gayri milliye dönüştürmek için, (algılanamadı) Türk
Milletinin Ortadoğu’da gördüğümüz gibi bir etnik kavganın mezbahasına dönüştürmek için bütün bunlara yol verecek
bunların meşruiyet dayanağı olacak bir sömürge hukuku metni, bir ayrışma hukuku
metnini sivil antimiliterler darbelere
karşıymış gibi anayasa yutturmacısıyla Türk milletinin önü kapanmak isteniyor.
Korkunç bir propaganda var, korkunç bir kampanya var. Hangi kanalı açarsanız
açın yönünü Moskova’ya Pekin’e,
Arnvutluğa-Tiran’a seccadeyi çevirmiş günde beş vakit namaz kıldığı oaralara
secde eden kimilerinin, nasıl ki Sovyet sistemi çöktüğü anda seccadeyi
Brüksel’e çevrilmişse, kim sömürgen Müslümanlığı seccadeyi ta Pensilvanya’ya çevirmişse, Londra’ya
çevirmişse, Berlin’e çevirmişse, Paris’e
çevirmişse gayri milli bir yazılım, gayri milli bir hukuk nedeni 99 lu tesbih
imamesi düşmüş 99 luk tesbih gibi Türk milletini dağılıma yöneltecek ayrışma ve
sömürme hukuku metni Hacıbekir lokumu gibi yutturulmak istenmetedir.
Kürdistan
Teali Cemiyetini bu günkü manevi mrasçıları,
İngiliz Dostları Cemiyetinin bu günkü manevi mirasçıları İslam Yükselme Cemiyetinin Milli Mücadele
düşmanı, İslam Yükseltme Cemiyetinin bu günkü mirasçıları bilsinler ki Mustafa
Kemal Atatürk’ün tüm mirasçıları, Gazi Meclisin mirasçıları Müdafai hukuk ve
Milli Mücadelenin mirasçıları bu oyunu bozacaktır. Türk milleti ayrışmayı kabul
etmeyecektir. Türk Milleti övünülecek bir vatanda başı dik olarak yaşama
iradesini 23 Nisan 1920 de ortaya koymuştu zaten, 29 Ekim 1923 te de bu
perçinlemiştir.
Ben
bundan sonra bu tür toplantılarda terminolojik olarak bile yeni anayasadaki “yeni”
sözcük kullanılmamsını talep ediyorum ve öneriyorum. Verilmek istenen bu
ayrışma metni bu sömürge hukuku olamaz, pespayenin pespaye, müsveddenin
müsveddesidir”.
Cevat Kulaksızckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder