14 Mayıs 1950 - Ali Sirmen

14 Mayıs 1950 - Ali Sirmen
66 yıl önce bugün, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye’de iktidar el değiştiriyor ve Cumhuriyetin kurucusu Cumhuriyet Halk Partisi devriliyor, yerine Demokrat Parti geliyordu.
Dünya tarihinde pek sık görülmeyen bir olayla karşı karşıyaydık. Bir kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasının, Cumhuriyet ilanının üzerinden 27 yıl geçtikten sonra, bu hamlelerin başını çeken kadroların oluşturduğu tek partinin, herhangi bir toplumsal kargaşa, darbe veya darbe teşebbüsü yaşanmadan, dürüst ve serbest seçimlerle iktidardan çekilmesi, gerçekten, eşine az rastlanır bir olaydır.
Tek partinin egemeni İsmet İnönü çok partili yaşamın önünün açılmasına rıza göstermekle yetinmemiş, aynı zamanda ona öncülük de etmiştir.

Tek parti rejiminden çok partililiğe geçişin gerçekleştiği 14 Mayıs 1950 Türkiye’nin demokrasiye geçiş bayramı olabilirdi, eğer değişimin sunduğu fırsat değerlendirilebilmiş olsaydı.
Ne yazık ki tek partililikten çok partililiğe geçişi, darbesiz sorunsuz gerçekleştirmiş olan Türkiye, çok partililikten, insan hak ve özgürlüklerini temel alan çoğulcu rejime sarsıntısız geçişi beceremediğinden, 14 Mayıs’ı da demokrasi bayramına çeviremedi.

***

Bunun çeşitli nedenleri arasında en önemli olanı, DP iktidarı ve karizmatik lideri Menderes’in, demokrasiyi çoğunluk diktasına dönüştürmesi kaçınılmaz yanlış milli irade algısıdır.
Demokrasi ve uzlaşma kültürü zayıf, despotik hafızası henüz taze bir toplumda, denge ve kontrol mekanizmaları tam oturtulamamış, rejim kısa süre içinde “en çok oyu ben aldım, ben milli iradeyim, her şeye kadirim” zihniyetinin iktidarın bütün katlarında yer etmesiyle birlikte, ilk “seçimle gelen dikta” dönemi açılmış oldu. 1950’de aldığı çoğunluk desteğini, 1954’te daha da arttıran DP, başlangıçta Kore konjonktürünün de katkısıyla, hızlı bir kalkınma sağladıysa da, 1955 6-7 Eylülü’nde, basiretsizliği ve şoven popülizmi ile tarihimizin en büyük utançlarından birinin ve 20. yüzyılın en çarpıcı vandalizm olayının sorumlusu olmasının ardından, 1956’dan başlayarak, muhalefetteyken vaat ettiği özgürlükçü demokrasi doğrultusunda değil, tam tersi yönde yol almaya koyulmuş, ifade özgürlüğü, basın özgürlükleri çiğnenmiş, yaş haddinden ve resen emekliye sevk uygulamasıyla, yargı bağımsızlığı ayaklar altına alınmış, 1957’den sonra ivme kazanan uygulamalarla Türkiye, Kurtuluş Savaşı kahramanı ve çok partili yaşamın önünü açan muhalefet partisi liderinin saldırıya uğradığı, gazetecilerin hapishaneleri doldurduğu, Menderes’in çok kızdığı Bölükbaşı’nın Millet Partisi’ne oy verdiği için Kırşehir’in statüsünün ilden ilçeye indirildiği, milletin Vatan Cephesi garabetiyle karşıt kamplara bölündüğü ülke olmuştu.

***

27 Mayıs 1960 darbesi DP iktidarına son verdiğinde, Türkiye sıkıyönetimle yönetilen, sansürün, gazetelerin boş bırakılmış beyaz sütunlarına yansıdığı, üniversite öğrencilerinin polisle çatıştığı, Menderes’in “kara cüppeliler” diye tezyif ettiği üniversite profesörlerinin polisler tarafından yerlerde sürüklendiği bir ülke konumundaydı.
En vahimi ise iktidar partisinin kendi milletvekillerinden oluşturduğu ve İnönü dahil herkesi yargılayıp ağır cezalar verme yetkisiyle donattığı Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) aracılığıyla, kuvvetler ayrılığı ilkesini ayaklar altına alarak, demokrasinin kırıntısını bile bırakmamış olmasıydı.
27 Mayıs bir darbeydi. Ama demokrasiye karşı bir darbe değil, çünkü o gelmeden önce gitmişti zaten demokrasi.
Neden böyle oldu?
Çeşitli açıklamalar içinde, DP’nin Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı direnen toprak ağaları tarafından, bu amacı hayata geçirmek için kurulduğunu anımsatıp “Bu kadar olurdu toprak ağalarının demokrasisi!” diyen dostum, olaya en doğru teşhisi koymuştu belki de.
Yine de 14 Mayıs 1950, kaçırılmış bir fırsattı. Yazık oldu!
Ali Sirmen / Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget