Sanırım en büyük hatamız çevremizde olan biten her şeyi izlememiz ya da bakmakla görmek arasındaki farktan hareketle her şeye bakmamız… Karşımıza filmler, diziler, reklamlar koyarlar; sadece izlemekle kalırız. Beğendim, beğenmedim arasında tercihimizi yapar ve izleyip geçeriz. Karşımıza siyasetçiler çıkar, konuşurlar; “Bizdense iyidir, bizden değilse kötüdür” diyerek üzerinde durmadan, konuşulanları eleştirip yorumlamadan tercihimizi yapar geçeriz. Kitaplar yazılır, müzikler bestelenir, halkın beğenisine sunulur; yine aynı sonu bekleyen süreç yaşanır: ya iyi ya kötü…
Neden böyle kalıplaşmalar, kısır döngüler arasındayız? Niçin her şeye ön yargıyla ve düşünce üretmeden yaklaşıyoruz? Asıl derdim İsmail Kahraman’ın yani son derece saygın bir makamı temsil eden kişinin söyledikleri üzerine ülkemizdeki durumun fotoğrafını çekerek analiz etmek. Ne demişti İsmail Bey? “Yeni anayasada laiklik olmamalı.” Kalkıp da şimdi sizinle laiklik olmalı mı olmamalı mı tartışmasını yapacak değilim, size tavsiyem siz de bunun tartışmasına bile girişmeyin.
Avrupa, Laiklik tartışmalarını Reform döneminde yaptı, bitirdi. Biz, Büyük Önder’imiz Mustafa Kemal sayesinde bu çağdaş yaşama geçebildik. Gerçi tartışmaları hiçbir zaman bitmeyecektir, her zaman şerî hukuk kurallarının geçerli olduğu, devletin tek bir dini hatta tek bir mezhebi sahiplendiği düzeni özleyenler, isteyenler her zaman olacaktır. Bunu engellememiz mümkün değildir ama bu türden özlem konuşmalarını kalkıp da Mustafa Kemal’in kurduğu TBMM’nin başkanı yaparsa işte o zaman tepkiler ve düşünceler değişir. Evet, halkın bir bölümü laiklik karşıtı düşüncelerini ifade edebilirler ama asla TBMM başkanı bu tür çağdışı ifadeler kullanamaz, kullanırsa da saygı falan da duyulamaz.
Az önce de belirttiğim gibi İsmail Kahraman bunları söyledi diye laikliği tartışacak halimiz yok. Bizim yapmamız gereken sadece bakmamak, olayları biraz da görmek, düşünsel altyapısını incelemek. Unutmayınız ki ideolojilerin özdeşleştirme işlevi vardır. Yani kişiler, bağlı oldukları ideolojiler içerisinde kendilerini ve kendi düşüncelerini hiçe sayarak ideolojilerine sadık kalırlar. İdeolojilerden ayrı düşemezler, muhalif görüşler ileri süremezler.
Halkımızın derin gözlemleri kendini atasözlerinde belli eder. Hatta kimi zaman bizi gülümsetse de ardında ciddi düşünceler ve sorgulamalar bırakabilir. Bu atasözlerinden biri şudur: “Bayram değil, seyran değil, niye öptü beni eniştem?” Biz de sormayacak mıyız öyleyse? Bayram değil, seyran değil, yeni anayasada laiklik yer almamalı, ne demek? Ülkenin gündemi mi bitti yoksa? İşte tam burada madem bakanlar tepki vermiyor, görenler konuşmalı. Şaşırdık mı bu çıkışlarına? Aslında ne sağ ne sol hiç kimse şaşırmıyor. Sadece gündemi olmayan çıkışların sebebini merak ediyoruz.
Siz hiç hükümetin gündemimizde böyle bir çalışma yok, demesine falan bakmayın. Aynı ideolojinin çocuğu bunlar. Bugün İsmail Kahraman söyler, yarın diğerleri… Ama mutlaka söylerler.
Hegel, insanlar için “İnsan, ölümcül bir hastalığa yakalanmış varlıktır” der. Her insanın sonu ölümdür, doğan her canlı için geçerlidir bu yasa. Sanki bu cümleye atıfta bulunulmuş gibi laik Türkiye’nin ölümcül bir hastalığa yakalandığı ve bu hastalığın sadece laikliğin kaldırılarak iyileştirileceği söylenmeye çalışılıyor bu kötü zihniyet tarafından. Söylensin, söylensin de işin kötüsü bizim tüm bu olan bitenleri izlememiz… Düşünmeden, yorumlamadan verilenleri kabullenmemiz… Toplumumuzdaki bu tepkisizlik ve bu tepkisizliğin de tuhaflığına dikkat çekmek istiyorum. Tepkisizlik ya alışmaktan kaynaklanır ya da bir şoktan… Şoka girmediğimiz belli, öyleyse alıştırılıyoruz ki tepkisizliğimiz bundan.
Olaylara sadece bakanlar, bu tür çıkışlara alışmış olabilir ama sevgili ülkemin görenleri alışmayacak, alıştırılamayacaklardır.
Tayfun Talipoğlu/abcgazetesi
Yorum Gönder