CHP’de neden her kongrenin yeni bir deprem ve tahribat yaratacağından korkulur?
Neden rekabet demokratik bir yarışın kuralları içinde geçemez? Neden yenilenlerin kopacakları, ayrı parti kuracakları kaygıları kuşkuları uyanır?
Çünkü geçmişte bu tecrübeler hep yaşanmıştır da ondan!
İstanbul İl Kongresi’nin yapılacağı 13 Mayıs yaklaştıkça hareket ve gerginlik artıyor.
Sorunun merkezinde Gürsel Tekin var.
Tekin, Kemal Kılıçdaroğlu ile yola çıkan ekibin lokomotifi idi.
İkinci adam konumundan dördüncü adam durumuna düştüğünden beri sıkıntılı.
Anlatıldığına göre partinin parasını yöneten Erdoğan Toprak ile örgütten sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap’ın kendisini kuşattığını düşünmek onu tedirgin ediyor ama çabaları gelişmeleri önleyemiyordu.
İstanbul, Büyük Kurultay’ın en kalabalık delegasyonunu çıkarıyor. Ve Tekin gidişi tersine çevirmek yolunda İstanbul kongresinin belki de son şans olduğunu düşünüyor.
İşte bu yüzden yarışın bugünkü il başkanı Oğuz Kaan Salıcı ile Tekin’in destekleyeceği söylenen Ali Özcan arasında geçmesi bekleniyor.
Peki Gürsel niçin İl Başkanı Salıcı’yı desteklemiyor?
“Salıcı’yı Toprak’la Matkap destekliyor da ondan!”
Su yüzüne çıkan bu kıran kırana rekabet Gürsel Tekin’in Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifasına dayanmadan önlenebilirdi.
Neden önlenemedi?
Sağlam bir kaynak şunu dedi:
“Gürsel Tekin istifa resti çektiği takdirde Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun iki tarafı uzlaştırmak için devreye gireceğini umuyordu. Genel Başkan istifasını kabul edince yanıldığını anladı ama çok geç.. Kaybetti ve çok geriye düştü!”
Gürsel Tekin sorunu CHP’nin önüne geçmiştir siyasi gündemde.
Bunu halka anlatmak ve parti adına bir yarar üretmek olanaksızdır.
CHP ana muhalefet partisi olarak halka güven ve ümit veren söylemler ve eylemler içinde olmak zorundadır.
Kurultay’a doğru yeniden iç kavgalara dönüldüğü görüntüsü hiç hoş değil.
Bir okurum dün CHP yöneticileri ile şöyle dalgasını geçiyordu:
“Yiyin birbirinizi arkadaşlar. Nasıl olsa memleket emin ellerde!”
Siyaset tiyatrosu
Tiyatroları özelleştirme düşüncesine yönelen eleştiriler Başbakan’ı çileden çıkarmış görünüyor.
Tanımayan biri dünkü konuşmasını dinlese onun amansız bir tiyatro düşmanı olduğunu zannederdi.
Oysa gençliğinde sahne tecrübesi yaşamış biri olarak öyle olamaması gerekir.
Bu tamamiyle kendini millet yerine koyan bir iktidar sahibinin hasım olarak karşısına aldığı kitleye diz çöktürme zorlamasıdır.
Başta sadece Şehir Tiyatroları hedefti.
Başbakan artık hedefi genişletmiş Devlet Tiyatroları’nı da kapsama dâhil etmiştir.
Şimdi peşin peşin verdiği mahkûmiyet hükmüne gerekçe oluşturuyor.
Dün halka “Bunlar size bidon kafalı diyorlar; göbeğini kaşıyan adam diye hakaret ediyorlar” diyordu.
Bu sözler tiyatro sanatçılarına ait değil ki.
Öyle bile olsa, birinin ayıbı, camiayı cezalandırmanın bahanesi yapılır mı?
Müzevircilik yoluyla suçlular üretip mağdur duygusuna sokulan kalabalıkları seçmen olarak devşirmek belki marifet sayılabilir.
Ama bu kazanç, sokaktaki adamı aydınlara haksız yere düşman etmek karşılığında elde ediliyorsa ayıp olmaz mı, yazık olmaz mı?..
Yorum Gönder