İçinde o taze güzelliğin türküsü, baharla uyanan bir ağaç gibi dal dal açmıştı...
Gözleri ıslaktı, bakışları tutsak...
Sabah yıldızlarına, çiçeklere, dağlara, vadilere...
Tutsaktı doğan güne, yaşama...
Aşkın, o sözü sık sık edilen göz kamaştırıcı bir ışık olduğunu Philip Larkin’in “Yıllar Sonra Aşk Şarkıları” şiirinde okumuş, notalarını saklamıştı.
Ansızın o günlere uzandı, yitik kuytu ormanları anımsadı...
Hayatla ölüm arasındaki o incecik çizgiyi tam da elektriğe zam yapıldığı gün yaşadı.
Erzurum’da bir baraj göleti, dibi balçık, çamur... Elektrik direğini onarmak için ilkel sandal, yani pedallı bir deniz bisikleti.
Birden suya gömüldüler çığlık çığlığa...
Seslerini duyanlar korktular, müdürlerine haber vermeyi yeğlediler...
Onlar ise çırpına çırpına, çığlık çığlığa can verdiler.
***
Yedi kişilik bir aileydiler... Güneşli bir sabahta yola çıktılar... Mantar topladılar ormanda...
Bir gün sonra öğle saatlerinde mantarı pişirip yediler...
Bir baş ağrısı, bulantı... Hastaneye kaldırıldılar...
Beş çocuk kurtulamadı öldü, anne ve baba yaşıyor...
Baba donuk gözlerle baktı kameralara ve konuştu:
“Allah verdi Allah aldı!..”
Türkiye’nin iki yüzü var...
Birincisi gökdelenler, gelişmiş Avrupa ülkelerini, ABD’yi aratmayacak alışveriş merkezleri, son model otomobiller, cep telefonları, siteler...
Bir de öteki yüzü var...
Yoksulluk, bir omuz vursan yıkılacak yapılar, yaz-kış yalınayak gezen çocuklar, İstanbul’da 30 yıldır yaşadığı halde denizi görmeyen kadınlar, erkekler ve çocuklar...
İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımında eşitsizlik...
Türkiye’nin iki yüzü var...
Çağdaş, uygar, üç tarafı denizlerle çevrili, koyları, bükleri olan bir doğa cenneti.
Üniversiteleri, özel okulları, otobanları, uçak şirketleri, beş yıldızlı otelleri...
İşi tıkırında olanlar var, vurguncular, talancılar, işgalciler, hortumcular...
***
Televizyonları var, ordusu var, sabah akşam kavga eden siyasetçisi...
Dincisi, tarikatçısı, dindarı, köktendincisi...
Kendi siyasal sistemini topluma aşılayan, ABD’nin çizdiği yoldan yürüyen, İsrail’e bozuk atmasına “birazcık” izin verilen bir iktidarı var.
Elbet böyle bir iktidar kendi ideolojisini sanata, bilime, kültüre aşılamasının sonuçlarını 10 yıllık süreç içinde gerçekleştiremez.
Aceleniz mi var, bekleyin biraz!
YÖK işi bitti, 4+4+4 geldi...
TÜBİTAK’ın işi bitti, ele geçirildi, Darwin 2009 yılında sansür edildi.
Öyle eleştirmeye falan kalkmayın, televizyonlara muhalifleri çıkarırken yanlarına “kazmaları” da koyup saati zamana göre ayarlayın.
Patronlarınız öyle istiyor...
***
Türkiye’nin iki yüzü var...
Birinci yüzünde hukuk, ötekisinde hukuksuzluk!
Birinde adalet, ötekisinde adalette eşitsizlik!
Şimdi yeni bir moda dalga dalga yayılırken, işlerinden olan, gazetelerinden kovulan liberaller yavaş yavaş uyanmaya mı başladılar ne...
Başbakan Erdoğan’ı az da olsa eleştirip soruyorlar:
“Bu yaptıklarınız muhafazakâr demokratlığa sığar mı?”
Eee, akılları başlarına yeni gelmiş gibi...
Baştan düşünecektiniz be kardeşim yalakalığın sonu olmadığını...
Bilime, kültüre, sanata karşı köklü bir değişim başlarken aklınız neredeydi sizin?
O zaman tavrınızı açık biçimde koyacaktınız...
***
Tiyatrocu olduğunu söyleyen bir tosuncuk, İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki son gelişmeler tartışılırken şöyle seslendi katılımcılardan üçüne:
“Belediyenin aldığı karara karşı çıkanların arkasında Ergenekon var... Siz değil misiniz Cumhuriyet mitinglerine katılan!”
Bilmem anlatabildim mi?
Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş...
Yorum Gönder