Dünkü yazım; “Milli Eğitim Bakanlığı’nın yenilediği lise yönetmeliğinde “liseye devam ederken evliliğe izin verilmesi” ile ilgili değişiklik de “iktidarın kendi görüşünü eğitime, gençliğe empoze etmesi”dir. Çocuk yaşta evlilik sorunu zaten mevcut olan bir ülkede bunu teşvik etmek, evlilik yaşını 15-16’ya çekmektir. Ama bir şeyi unutmuşlar; altına imza attıkları “Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni.. Bu sözleşmeye göre “18 yaş altı” çocuk sayılır ve sözleşme onları bağlar, engeller” diye bitmişti, devam ediyorum.
EVLENMEK İSTEYEN YÜZBİNLER Mİ VAR?
Ülkenin her sorunu bitti, mesela her gün içimiz çekilerek, işkence yaşayarak baktığımız “kadın cinayetleri, tecavüzleri, çocuk tecavüzleri” bitti, hepsine çözüm üretildi ve önlendi de sıra geldi lise öğrencilerine “okurken evlenme izni”ne.. Sormak lazım, şimdi durup dururken, zaten 21’inci yüzyılda hala küçücük kızların okuldan alınarak veya hiç okutulmayarak “dedesi yaşında adamlara (utanmadan) başlık parasıyla satıldığı” ülkede nereden çıktı bu? Binlerce lise öğrencisi “evlenmek isteriz yoksa okumayız” filan diye tutturdu da milletin haberi mi yok?
Ve bu ne tesadüftür ki tam da eğitim yasasında yapılan ilk ve orta öğretimin “4+4+4” şeklinde yıllara bölünmesi, buna da tüm sivil toplum kuruluşlarının “kız çocukların eğitimden çekilip erken evlendirilmesine neden olur” tepkisi verdikleri değişiklikten sonra ortaya çıkıyor bu “evliliğe izin” hikayesi.. Yani ne olursa olsun kızlar evlenmeli, okusa da aynı zamanda evlenmeli ki eve çekilebilsin, mesele bu mu?
İMZALADIĞIN ANDA DEĞİŞTİRMELİSİN
Okurlarımızın da yorumlarında belirttiği gibi; Türk Medeni Kanunu’nda evlenme yaşı 17’dir, ailenin rızası ve mahkeme kararı ile 16 olabiliyor. Diğer tarafta ise “18 yaş altı çocuktur” diyen ve Türkiye’nin imzalayarak taraf olduğu “Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi” var. Bu sözleşmeleri imzalayan ülke derhal iç hukuk kurallarını uluslararası sözleşmeye uygun hale getirmek zorunda.. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de “ikisi arasında çelişki varsa uluslararası sözleşme kuralı uygulanır” diyor.
Tüm bu şartlar, maddeler ortada dururken hiçbirini göz önüne almadan “lisede okurken, yani 15-16 yaşında evlilik izni”ni hiç kimse çıkaramaz. Ama tabii artık Türkiye’de “olmaz” diye bir şey yok, “ben yaptım oldu” var.. Ta ki birileri yasanın “uluslararası sözleşmeye aykırı” olduğunu söyleyerek dava açana ve hala olmuyorsa sonunda AİHM’ne gidene kadar..
İLKÖĞRETİME DE İNER..
Adana’dan uzun süredir israrla yazan Ali Can isimli ve kendini “dinler tarihini yutmuş bir vatandaş” olarak tanımlayan okurumuz da birçok din bilimcinin üzerinde durduğu “Hz. Peygamber’in Hz. Ayşe ile küçük yaşta evlenmesi”nden söz ederek “Hz. Muhammed’in hayatı okutulduğunda küçücük yaşta kızların evlenmesine ‘sünnet gereği caiz’ denilecek ve dedeler 10 yaşında kızlara saldıracaklar” diyor.
O’nun muhteşem hayat hikayesinin içinden (ki yapılan yabancı filmlerde bile asla bu konulara değinilmemiştir) bu noktanın çekilip yanlış anlatılması ihtimalinden yazılarımda söz etmiş, “bir yaşlı çocuk tecavüzcüsüyle ilgili olarak utanmadan bu örneği verenlerin çıkması üzerine” TV programımda da ülkenin önemli din bilimcilerine uzun uzun anlattırmıştım. “Hz. Ayşe’nin evlendiğinde 17 yaşında olduğunu, birçok bilginin bunu ortaya koyduğunu” açıklamışlardı. Gerçekten de Kur’an’daki “kadınlarla ilgili bazı ayetler”, eğer hadislere de yer verilecekse onların çoğu ve bu gibi konular çok uzman din profesörleri tarafından anlatım gerektiriyor. Aksi takdirde okul öğrencilerinin kafasının fazlasıyla karışması, daha ortaokul çağında erkek öğrencilerle kızlar arasına “evlilik düşüncesi”nin girmesi işten bile olmayacak.
Lisede bu düşüncenin kafalarına girmesine neden gerek görüldüğünü tartışırken birden kendimizi ilköğretimde aynı tartışmanın içinde bulabiliriz, Bence zaten sıra ona da gelecektir ama söylemiş olayım.
*****
TV’de yalan moda oldu!
Açıkçası artık televizyonda tartışma programı izlemiyorum ben, söylenen yalanlardan, siyasi partilere taraf kişilerin (ki aralarında “sıfır bilgi, bol palavra” olanların, dün ortaya çıkıp bugün “cehaletleriyle yarışan ukalalıkları”yla siyaset bilimcilere dudak uçuklatanların sayısı az değil) boğaz damarlarını patlatırcasına seçim propagandası yapar gibi rakip partileri sıvamasından ve dahi sonunda kendileri de utanıp özür filan dilemelerinden midem kalkıyor, Gastrit’im azıyor.. Televizyonculuk buysa isteyen izlesin, bana göre değil.
Bana göre hele de konuşan bir gazeteci ise; “ne olursa olsun gerçeklerden ve somut verilerden sapmamak, eleştiri sınırlarını aşmamak, söylediklerinizi ispatlamanız istense bunu yapabilecek durumda olmak” gerekir bir tartışma programında.. Yani örneğin, durup dururken, birilerine yaranacağım, gözlerinde puan kazanacağım diye, ekran gücü elinizde diye ülkenin ana muhalefet partisine “aralarında dindarlara karşı, namaza, oruca, camiye tahammül edemeyen insanlar var, vs” yaftası yapıştıramazsınız.
‘TANIDIKLARIN’ YETMEZ!
Bunu yaptıktan sonra “işte benim böyle tanıdıklarım var, biliyorum yani” benzeri bir açıklama yapmanız yeterli sayılamaz, bir veya birkaç tanıdığınız böyle düşünüyorsa bile bu size (hangisi olursa olsun) bütün bir partiyi ekranlardan karalama hakkı veremez. Bugüne kadar Türkiye’de hiç kimse böyle insanlara rastlamadı ama (madem ki şimdi sıra buna da gelmiştir) kimin “camiye tahammülü yoksa” o anda isim vererek kanıtlamanız gerekir. “İzmir’de miting yaparken Cuma namazına gidenler yüzünden miting durdu” gibi gereksiz ve dinen de çok yanlış alaylara -ironi değildir bu düpedüz alay- izin verilmemesi gerekir.
Biz de program yaptık, “orada bulunmayan hiç kimse hakkında karalama yapılmasına”, orada “konuk olanlara masadaki birileri tarafından hakaret edilmesine” tek bir kez bile izin vermedik. Hangi parti “eleştirilecek bir hata yapmışsa” o partiyle ilgili tartışma yürüttük, evrensel demokrasi ve gazetecilik kurallarına dikkat ettik, gazetecilik budur. (Ama tabii uygulamalar iktidar partisi tarafından yürütüldüğü için her dönemde doğal olarak en çok iktidar eleştirilir. Şimdilerde “iktidar sözcülüğü”ne gazetecilik deniyor).
BİR GAZETECİ BUNU NİYE YAPAR?
Allahtan “Demokrat Parti ve Adalet Partisi” kökenli bir ailede yetiştim de bunları rahatça yazıyorum, yoksa bana da “başka bir partinin etiketini” yapıştırmakta gecikmezlerdi.. Neyse, benim bünyem kaldırmıyor izlemiyorum ama izleyenler haber veriyorlar. Salı akşamı yakın bir arkadaşım geç saatte arayarak Beyaz TV’de “Acı Kahve” programında benden “acı acı” söz edildiğini bildirdi.
Acı acı, çünkü eğer söylenen doğruysa 5 yıl boyunca yaptığım, reyting rekorları kırdığı herkes tarafından bilinen ama sonra “ileri demokrasi” gelince birçok başarılı program gibi kaldırılıveren Her Açıdan için “kuyruklu bir iftira”yı içeriyor. Bu iftiranın kendisiyle hiçbir olumsuz olay yaşamadığım, bir kez karşılaşma dışında da tanımadığım “bir kadın gazeteciden” geliyor olması daha da garip. Aslına bakarsanız “kadın”ı da bırakın “bir gazeteci”nin “birçok meslektaşı hakkında” bütün o yalanları söyleyebilmesi çok garip.. Ne uğruna insan bunu bile göze alır ki? (Yarın devam edeceğim. Meğer “programım ve ben” neymişiz de haberimiz yokmuş!)
Yorum Gönder