Hıfzı Topuz’un eşsiz kaleminden ‘özgürlük şairi’mizin efsanevi yaşamöyküsü
En kaçındığım konular arasında “kitap tanıtma” başlarda gelir; çünkü tanıtamam. Yani bana kalırsa “tanıtılamaz”...
Ne diyeceksiniz?.. “Şöyle iyi, böyle güzel”… ardından “mutlaka okuyun” diye eklemenin ne o kitaba ne de yazarına bir faydası var.
İsmi lazım değil, güngörmüş, geçirmiş, aydınlanmış bir Doğu ilimizde, kurguladığı gericiliği o ilin özgün ve ilerici kültür öğeleriyle harmanlayıp anlattığı için “ama bu bir vefasızlıktır” gibilerden eleştirdiğim kitap, sadece “en çok satanlar” listesine girmekle kalmadı; eş dost, kitap yerine beni eleştirdi.
-“Canım bir edebiyat özgürlüğü… ve oranın tanınmasına büyük katkısı oldu; daha hoşgörülü baksana.”
Sonra aynı kitabın yayıncısına sordular: “Ya bu 100 bin kitabın çoğu elinizde kalırsa?”
Yanıt haklılığımın kanıtıydı; “Artan kitapları tarihi kalenin onarımında tuğla olarak kullanırız!” Ama kimse o unutulmaz saygısızlığı umursamadı; herkes romanı göklere çıkartma yarışına girdi.
Tanıtılmaz! Okunur...
İşte başımızdan böylesi umarsızlıklar da geçtiği için kitap tanıtmaktan çekiniyorum… Çünkü bana sanki bir çeşit “satışı arttırma” yöntemi gibi geliyor. Masamda kitapları biriken dostlardan binlerce özür. Yine de fırsat buldukça, sırası geldikçe o emek ve akıl yapıtlarına elbette değineceğim. Ama izin verilirse, sevgili Hıfzı Topuz’un adına “Elbet Sabah Olacaktır” dediği; özgürlük şairimiz Tevfik Fikret’in (1867-1915) yaşamını, mücadelelerini anlatan romanından söz etmek için sıra beklemeye niyetim yok. (Remzi Kitabevi, Nisan 2012)
Neden mi? Önce sunuşuna çarpıldım da ondan… “Bana, daha okuma yazma öğrenmeden Fik-ret’in şiirlerini ezberleten annemin, Servetifünun ciltlerini yaşam boyu saklayan büyükdedemin, büyükbabamın ve anneannemin anılarına…”
Annem bana küçükken ancak “Kerem ile Aslı”yı ezberletebilmişti. Dedelerimden kalabilenler ise bazı mektuplar ile Kars’ta 50’lerde dayım Cengiz Ekinci’nin yayımladığı “Ayhavar” gazetesinin bazı nüshaları.
Tevik Fikret’le 60’larda Pertevniyal Lisesi’ndeki edebiyat derslerinde tanıştık. Ama şimdi Hıfzı Topuz’dan öğreniyorum ki tanımamışız, üstünkörü öğrenmişiz işte.
Bu nedenle kitaba daha bir merakla sarıldım. Okudukça da anladım ki bu kitap asla tanıtılamaz! Ancak okunabilir. Hele bir de şöyle okumasını bilen, kendini yazılanlara veren, yazılanları yaşıyormuşçasına okuyan bir sesten dinleme olanağı bulabilirseniz, gerisi için daha ne söyleyeyim?..
Ben de hem değerli dostum, ağabeyim, hayran olduğum Hıfzı Topuz’un izniyle hem de şu kitap tanıtma duayenlerinin gönlünü kırmadan, “Elbet Sabah Olacaktır”ın bazı bölümlerini olduğu gibi aktaracağım.
Böyle bir tanıtım edebiyatın hangi türüne girerse kabulüm; girmese de umurumda değil... Baksanıza şu anlatılanlara:
Servetifünuncular
İşte 73’üncü sayfada “Servetifünun”cular..
“...Bunlara ‘alafranga muharrirler’ diyenler de oluyordu. Bu yazar ve şairler yaz akşamları Tepabaşı ve Taksim bahçelerinde bir araya geliyordu. Her iki bahçede de muzika (müzik) çalınır, kentin ünlü kişileri, soylular, varlıklılar, Levantenler ve yabancılar buralarda toplanırlardı. ‘Servetifünun’cular özellikle Tepebaşı Bahçesi’ni severlerdi. Faik Ali Bey, Cenap Şahabettin, Süleymanpaşazade Sami, Mehmet Reşit ve Mehmet Rauf bu bahçeden hiç eksik olmazlardı.
Tevik Fikret, Ali Ekrem, Ahmet Reşit ve Halit Ziya beyler bahçe sefalarına pek meraklı değillerdi ama yine dostlarına katılıyorlardı.
Bazıları ise Osmanlı ve İslam geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydı. Bunlar genelde hocaefendi ve molla kılıklı sarıklı muharrirlerdi. Bazıları sofu, bazıları da hamsofu sayılırdı. Batı’ya yönelik ilerici aydınlara savaş açmışlardı.”
Kayıklı yolcular
Bir de Servetifünun dergisinin sahibi Ahmet İhsan Bey’in anılarından ve Boğaziçi Yalıları’nın “mafya lokantaları”na dönüşmediği yıllardan bir demet.. (sayfa 75)
“…Çocukluğundaki Vaniköy’ün kıyısında birçok ünlü ailenin yalıları uzanıyordu. Yalıların en ufağı 20 odalıydı. Her birinin 1-2 kayığı, birkaç balıkçı sandalı, birkaç bahçıvanı, ayvazı, haremağası, seyisi, uşağı ve halayığı vardı. Yalı sahipleri çoğu zaman vükela vapuruyla, yani nazırları, paşaları ve önemli kişileri taşıyan vapurla gelirler, iskelenin yanında sıralanmış kayıkla yalılarına giderlerdi.”
Yazıyı Tevik Fikret’ten bir dizeyle bitirelim;
“Yaşamak dini benim dinimdir.
Müminim, varlığa imanım var,
Din-i hak bence, bugün din-i hayat!
sen ne dersin buna ey Molla Sırat?”
Hıfzı Topuz’a nice sağlıklı ve üretken yıllar dileğimle sonsuz teşekkürler…
Yorum Gönder