Artık bekliyoruz da, kavga her yerde, Meclis’in göbeğinde, ülke yöneten siyasetçilerin arasında, okulda, komşular arasında, trafikte varsa “centilmence yapılması” gereken sporda olmayacak mı? Kim dinler centilmenliği? Dün son haberlere bakıyorum süper finalin oynandığı Fenerbahçe-Galatasaray maçı öncesinde taraftar gençler Mecidiyeköy’de kavga etmiş, aralarında Fenerbahçe yöneticisi Şekip Mosturoğlu’nun 17 yaşındaki oğlunun da bulunduğu 4 genç yaralanmış.. Beyoğlu’nda ise Galatasaray taraftarları ile Yunan Panathinaikos takımı taraftarları arasında kavga çıkmış, iki taraf sopa ve sandalyelerle birbirine girmiş, orada da yaralananlar olmuş.
Yunanlılar herhalde “Türkiye’de maç öncesi kavga adet olmalı” duygusuna kapılmışlar ki iki Yunan takımı da kavgaya tutuşmuş. Yani insan spordan da, taraftardan da utanır mı, biz utanacak durumdayız. Üstelik Galatasaray taraftarının kavga ettiği Yunan takımı buraya THY Avrupa final maçı için gelmiş, yani misafir sayılır. Biz de sözüm ona çok “misafirperver” milletizdir..
LEEDS OLAYINI HATIRLADIM..
Hemen aklıma yıllar önce Türkiye’de öldürülen Leeds holiganları geldi. Bu olayın üstüne Leeds’de Türkiye ile oynanan final maçı geldi.. Ben izlemek üzere Leeds’e davet edilen gazeteciler ekibindeydim ve o korkunç olayın üstüne bile olay çıkmaması, Türklere karşı bir şiddet hareketi olmaması için İngilizler’in müthiş bir çaba gösterdiklerini bugün gibi hatırlıyorum..
Maç öncesi bir İngiliz amigo ayağa kalkarak “Türklerden kim nefret ediyor” diye bağırmış, koca stadyumdaki binlerce seyirci ayağa kalkarak “biz” diye cevaplamıştı, o duygular içinde yaptıklarında haklı olabilirlerdi ama bu bile ekibimizde herkesin tüylerini ürpertmeye, başımızı öne eğdirmeye, Türkiye’de gerçekleşen olaydan müthiş bir utanç duymamızı sağlamaya yetmişti.
KENDİNE SAYGI OLSA..
Gerçekten, Türkiye’de bu maçlarda taraftarlar arasında çıkan kavgalar, hakemlere bile yapılan saygısızlıklar, edilen küfürler utanç vericidir, spora da, insanlığa da hiç yakışmıyor. Ne zaman kendimizi toplayıp biraz saygılı (kendine saygı bile yeter) olmayı, öfkemizi frenlemeyi, hiç değilse ülkemizin adına leke sürmemek için dikkat etmeyi, kazanmak kadar kaybetmeyi de kabullenmeyi öğreneceğiz acaba?
*****
Gazetecilere hakaret sıktı artık!
Başbakan’ın “bir yazısından dolayı” ve “paşalara hakaret etti” diyerek Bekir Coşkun’a “kaleminden hep pislik akan zat” diyerek onu hedef haline getirmesi Coşkun ve ailesini tehlike içine soktu ve zaten kendisi de neler olduğunu “hayatımız cehenneme döndü” sözleriyle açıkladı. Tabii başbakan ve onlar gibi önemli mevkide olan insanlar kelimeleri seçerken sonuçlarını iyi düşünmelidirler, zira hemen arkasının geleceği bellidir.
Nitekim ondan birkaç gün sonra bu kez AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz yine Bekir Coşkun’un bir cümlesini alıp Başbakan’a yaranma amacıyla daha da ileri giderek saygıyı iyice unuttu ve“şu dili uzun, kaleminden lağım akan birisi” hitabıyla başlayarak (bundan daha kötü, daha ayıp ne söylenebilir acaba) anlamsız cümleler sıraladı. Örneğin Coşkun “Çankaya’yı ‘dinciler’e bırakmayacağız” demiş, Kapusuz “Peki şimdi Cumhurbaşkanı kim” diyor. “Dinci”nin “köktendinci, dini yönetim isteyen” demek olduğunu ve normal olarak “demokrasiye inanan herkes”in aynı görüşte olacağını da bilmiyor, verip veriştiriyor.
CUMHURBAŞKANI ‘DİNCİ’ Mİ?
Üstelik bu arada Cumhurbaşkanı’na da “dinci” demiş oluyor ki buna Sayın Gül’ün kendisi de kızmıştır herhalde.. Kapusuz Bekir Coşkun’a saldırmakla yetinmiyor, Yılmaz Özdil’in bir cümlesini alıp ona “darbeci, kafası darbeci” diyor, ondan Yazgülü Aldoğan’a atlıyor, oradan Mustafa Balbay’a geçiyor, herkes nasibini alıyor yani.. İyi bari, eğer partilerin (hele de bir iktidar partisinin) yönetim kademesindekiler her yazılarından dolayı gazetecileri hedef gösterecek, hakaretin alasını yapacaksa kalemi bıraksın artık gazeteciler.. Dünyada benzeri görülmemiş, bundan önce Türkiye’de de görülmemiş bir tablodur bu..
Ve bu şartlar altında gazetecilik yapmak tam bir işkenceye dönüşür ki dönüştü.. Biraz eleştirel bakışa sahip, bugüne kadar her iktidar döneminde olayları “olması gerektiği gibi” yorumlamış, bugün de görevini doğru yapmaya çalışan her gazeteci için dönüştü. İktidarların “yapması gerekenler” arasında gazetecilerle birebir kavgaya girişmek, onlara laf yetiştirmek, hedef göstermek yoktur. Ve unutulmasın ki “özgür medyası” olmayan bir ülkede “demokrasi vardır” diyene dünya güler!
MESELE VARSA YARGIYA GİDİLİR!
Ayrıca.. Birçok orgeneral hapislerde ömür tüketirken, ordunun onuru yerlerde süründürülürken bu “paşa sevgisi” de büyük çelişki değil mi? Bir “ayrıca” daha; neden köpeklere “paşa” denmesine bu kadar kızılıyor, ne kusuru varmış köpeklerin? Hiç paşa isimli köpek görülmedi mi, ben çok rastladım mesela.. Bir yazar istediği teşbihi yapar, dava edilecek bir konu varsa yargıya gidilir, yoksa hakaret edilemez, suçlama yapılamaz.. Ben köpeklerin birçok insandan daha duygulu, sevecen ve saygılı olduğuna inanıyorum, adımın bir köpeğe verilmesi de beni kızdırmaz. Öyle insanlar görüyoruz ki “onlara verilmesi” daha çok üzerdi inanın!
Yorum Gönder