Laf çoktur. “Nereye gidiyoruz?” diyebilirsiniz. “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” de uygun düşer. “Böyle mi olacaktı bu aşkın sonu” da bana sorarsanız bazı arkadaşlarımız açısından pek değerli bir gerçeği anlatmaya yeter.
Kışlalarda uzun süre evinden uzak kalmış erler için düzenlenen “aç aç geceleri”ndeki erler gibi, “Yetmez, daha, daha, evet, evet” diyenlere ve kuşkusuz hepimize, muktedir olanların verdiği yanıt “Öyle mi, yetmez mi, peki öyleyse” türündendir.
“Şehir tiyatrolarını iğdiş etmek yetmez mi, alın öyleyse, hepsinin icabına bakıyorum, imam hatiplerin açılması yetmedi mi, peki tüm okulları imam hatip yapıyorum, İnsanlık Anıtı dersimden hoşnut kalmadınız mı, milletimin yüzde 58’i pek hoşnut kaldı, müzelerdeki çıplak heykellerin öğrencileri zehirlemesine bak nasıl da engel oluyor benim öğretmenim” diyen muktedirin sesi, kimilerine saatin geç çalan alarmı gibidir.
***
Peki, geç falan, uyanan oluyor mu?
Oluyor evet, ama mahmurdurlar. Gördükleri göklerde kanatlı bir kuş gibi uçtukları rüyanın etkisinden henüz kurtulmuş değildirler. Etraflarına bakıyor ve gerçeğin gerçek olmamasını diliyor, yine o mutlu rüyalarına dönmek, dönebilmek istiyorlar.
Geçmiş olsun.
***
Hepimize geçmiş olsun.
Karanlık kendiliğinden geçmeyecek, sabah deterministin umduğu gibi kendiliğinden gelmeyecektir.
Aymazlığın faturasını hep birlikte ödeyeceğiz. Şehir tiyatroları, “parayı ben veriyorum, düdüğü de ben çalarım” diye celallenen muktedirin bürokratlarına teslim edilirken, hâlâ ne olup bittiğinin farkında olmayan, yanlış ve eksik bilgiyle allame kesilip “Devletin tiyatrosu mu olurmuş, bak bakalım Fransa’da Almanya’da var mı?”, “Bu tiyatrocular da zaten yan gelip yatıyorlardı” diyebilenler varken ödeyeceğimiz fatura kuşkusuz büyük olacaktır.
Ama olsun. Katlanırız, ne de olsa bizim günahımızdır, çekeriz. Onlar için üzülmeye “Vah benim arkadaşım niye böyle oldu?” diye gam çekmeye de gerek yoktur. Biliriz ki, eskinin solcusundan çıksa çıksa liberalin cahili çıkar.
***
Şimdi zamanımızı “Yetmez, ama evet, evet” çığlıkları atanlara mı harcayalım, yoksa çıplak gerçeği halka anlatmaya mı?
Bizim gerçek derdimiz hangisidir?
Biz de bu sorunun gölgesinde, bu gerçeğin ışığında, karanlığa dönüşmeye yüz tutmuş alacakaranlıkta yeniden girişiriz işe.
Dün 1 Mayıs’tı.
Umut sokaklarda dolaşıyordu.
Kırmızılar giymişti.
“Çoğunluğun dediği olur, başka da bir şey olmaz” diyenlere nicelik nitelik dersi vermenin zamanının da gelebileceğini anlatıyordu meydanlar. Çoğunluk olmakla çoğulcu olmayı birbirine pek başarılı bir hinlikle karıştıranlara verilebilecek bir ders var.
Adı diyalektiktir.
Ve unutmamalı hiç kimse, bu diyalektik dersinin evvel eski meydanlarla birebir ilişkisi vardır. Maddedeki çalışkan enerjinin determinizm gibi görünen sonuçları, insanlar âleminde tembelliğe kapı açmaz, yüz vermez.
Meydanlardaki kalabalığın niteliğe dönüşmesi de öyle sabırlı bir gayret, öyle meşakkatli bir çaba, öyle gururlu bir ceht ister bu nedenle.
Yorum Gönder