Ha Hasan kel, ha kel Hasan - Levent Kırca

Üç dört gündür Bodrum’dayım… Hava kötü. Bazen yağıyor, gökyüzü bir açık bir kapalı. Rutubet oranı yüksek; açıkçası bunaltıcı bir hava var. Bense bunaldığım için kaçmışım buraya. Gram keyfim yok… Ülkeyle bozmuşum kafayı, belki de tedavilik bir haldeyim bilemiyorum.
Henüz kimsecikler yok Bodrum’da, geceleri soğuk oluyor. Yıllardır tanırım Bodrum’u, ilk kez üşüyorum. Bağışıklık sistemim de zayıf, sinir sistemim de… Birini gülerken yada eğlenirken görsem gırtlağını sıkasım geliyor. Ülke bu durumdayken hayatın akıp gitmesi dahi sinirime dokunuyor.
Oynadığım tiyatro oyu “AZINLIK’’ın dışında işsizim, bir de “AYDINLIK GAZETESİ’’nde yazıyorum. Birisi çıksa da bana ciddi bir para verse… Acaba kendimi, ülkemi satıp yandaş olabilir miyim? En son Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı aklımdan çıkmıyor: “Beş vakit ezan okunuyor, bunları, dizilerde, filmlerde neden duymuyoruz, görmüyoruz?’’ diyor… Dedirtiyorlar demek zorunda kalıyor, zira bedel ödüyor. Geçen hafta yazdım bu konuda; yinelemeyeceğim…
Neden bir Mehmet Barlas bir Sezen Aksu olamam? Beni sımsıkı tutan nedir, ayakta durduran nedir? Neden kimse satın alamıyor beni ve diğer azınlıktakileri?! Ülke ve insanlar için değilse, neden Bekir Coşkun ölümle burun buruna gelsin; neden Yılmaz Özdil işinden olma pahasına hükümeti karşısına alsın?! Yüzlerce yurtsever aydın, gazeteci, profesör hapishanelerde çürümeyi göze alsın… Halkımıza hiç mi birşey anlatamıyoruz? Neden anlatamıyoruz?! Dönenle dönmeyen bir mi?… “Yazıklar olsun’’ deyip vazgeçmek ne kadar doğru?!.. Umutsuz yaşanabilir mi?…
Tablo yeterince karamsar değil mi?… İnsanlar neden korkak?!… Neden bir türlü anlamıyor?!…Neden kimse okumuyor?… Gerçekleri görmek bu kadar zor mu?!.. Biz boşa mı çabalıyoruz?!…
Atatürk’lü Kravat
Meclis’i ziyarete randevulu giden bir vatandaşımızı, kravatında Atatürk resmi var diye içeri sokmamışlar. Vatandaş da ısrar etmiş; “Gireceğim, hem de bu kravatla’’ demiş. Atatürk resmine siyasi simge olarak bakıyorlar. Yani Atatürk kendi kurduğu meclise giremiyor ama başı örtülüler girebiliyor, onların örtüsü siyasi simge sayılmıyor…
Türkiye Kupası Fener’in
Aslında umurumda değil futbol klüpleri. Kapitalizmin ticarethaneleri… Maçlarda büyük hasılatlar elde ediliyor; bu uğurda vatandaşın cebinden büyük paralar çıkıyor. Hem enayi yerine konuluyor hem de aklı çeliniyor.
Final maçında Bursa Çelik Palas Oteli’nin restoranında yemek yiyordum. Birden bire öyle büyük bir gürültü koptu ki oturduğum sandalyeden yere düştüm. Meğer biri kupayı almış. Bir oteli yıkmadıkları kaldı. Ciddi bir para ödeyip dinlenmek için gittiğimiz otelde bırakın dinlenmeyi, uyuyamadık bile. Zira, şampiyon olan takımın taraftarları otomobillerinin kornalarına basa basa, sloganlar ata ata gezdiler Bursa’nın sokaklarında. Sanki karınları doyuyor; sanki maaşlarına zam geldi…
Düşündüm, aynı şeyi bende yaparmıyım diye…
Yaparım ama bir tek şartla;
Örneğin Atatürk’ün boğazından, Cumhuriyet’in eteğinden ellerini çekerlerse… Demokrasiyi yerlerde sürüklemekten vazgeçerlerse ve özür dileyip yurtseverleri salıverirlerse… İşte o zaman ben de elimi arabanın kornasından çekmeden gezerim sokaklarda, taki akü boşalana kadar…
Burnumuzdan geldi
Ben çocukken Samsun’da Cumhuriyet İlkokulu’nda okuyordum. O zaman hem Cumhuriyet hem de İlkokul’u baştacıydı. Henüz Cumhuriyet’e kastedenler yoktu ortalıklarda. İşte biz orada okurken, (rahmetli annemde benim öğretmenimdi) Türkiye’de ilk kez Amerika’nın elini çocuk popolarımızda hissetmiştik. Amerikan yardımı kapsamında okullarda süttozu ve balık yağı hapı içirilirdi bize, hem de zorla. Dersin ortalık yerinde kocaman kocaman kazanlar getirilirdi sınıfa. İlk kez gördüğümüz süttozu sıcak suyla karıştırılır, kepçe kepçe dağıtılırdı biz çocuklara. Tadı iğrençti; hele balık yağı hapı ölmüş fare kokardı. Çoğumuz yutamaz ve kusardık bu hapı ama en azından zehirlenmezdik!
Bugün çocuklarımız doğrudan zehirleniyorlar. İşin kötüsü de “zehirlendim’’ diyemiyorlar, veli sesini çıkaramıyor. Devlet yetkilileri sütün bozuk olmadığını iddia ediyor… Yakalayacaksın enselerindeki saçtan, batıracaksın kafalarını süt kazanına “buyur doya doya iç’’ diyeceksin… Göz göre göre insanları zehirleme hakkını kim veriyor size be!…
Turnedeyiz
AKP Belediyeleri Levent Kırca ismini duyunca, şehrin Tiyatro Salonlarını, bir bahane uydurup şahsıma açmıyorlar. Kendi vatanımda üvey evlat muamelesi görüyorum! Hani “kimi kime şikayet edeceksin’’ diye bir söz vardır. Şikayet için başvuracağımız bir makam bulamıyoruz. Oynadığımız şehirlerde davetli oldukları halde AKP Belediye Başkanları yanımıza uğramıyor. Hatta bazı valiler, bazı kaymakamlar Cumhuriyeti temsil ettiklerini unutup gelmiyorlar oyunu izlemeye. Sadece Levent Kırca Tiyatrosu’nda oyun izlerken görünmek istemiyorlar!… Hani, birinin yada ikisinin mazeretini anlarım ama bu durum üst üste gelince hemen anlıyorsunuz meseleyi… Atatürkçü vali başka bir şehire ya da Ankara’ya kızağa… Tayyip Bey’in atadığı valiler ki onlara “Tayyip Valisi’’ deniliyor, artık vali koltuklarının çoğunu onlar dolduruyorlar!..
Gittiğimiz şehirlerin bazılarında başkanlık koltuklarını henüz CHP’liler meşgul ediyor; fakat ne var ki sorun, önümüzdeki belediye seçimlerinde istemeseler de koltukları bırakacaklarmış gibi görünüyor. Bu nedenle onlar da hizmetin arkasını bırakmışlar… Cumhuriyet’in kalesi diyebildiğimiz pek çok şehir, daha şimdiden AKP’li olmuş. Başlangıçta odun, kömür, buzdolabı ve altın dağıtan AKP şimdilerde traktör, kamyon, biçerdöğer falan da dağıtıyormuş… Bazı yerlerde arsa, bazı yerlerde dayalı döşeli ev… Yani herşey satılık anlayacağınız!
Cumhuriyetçiler tiyatro oyunumuzu hıncahınç dolduruyor; bir oynadığımız yerde dönüp bir daha oynuyoruz. Yaşasın Atatürkçüler; hem de çok yaşasın… Belediyeler bize tiyatro salonlarını vermedikleri için düğün salonlarında oynuyoruz, bunu da bilesiniz… Yani sadece Devlet ve Şehir Tiyatroları kapatılmadı, özel tiyatrolar da zorda ve sırada!…
Bekir Coşkun
Bu adamı çok seviyorum. Telefonda da sık sık söylüyorum kendisine… En son, yazılarının birisi yüzünden ailesiyle birlikte tehlike yaşıyor… Başbakan, onun için “kaleminden pislik akıyor” dedi…. Sonra çark etti, “dil sürçmesi’’ dedi… Yersen!… Bir bakan da “ağzından lağım akıyor’’ dedi… İnanılır gibi değil… Neydi Bekir Coşkun’un yazdığı? Neden üzerine bu kadar gidildi?… Yazı özetle şöyleydi:
“Cins bir köpek, lüks bir villanın bahçesinde kendisi için hazırlanmış ihtişamlı kulübesinde paşalar gibi yaşıyor. İsmi de “ Paşa.’’ Oradan geçen bir sokak köpeği, onu kulübesinde kuştüyü yatağında görünce soruyor bütün bunları hak edecek ne yaptın diye. Görüyorum ki yediğin önünde yemediğin arkanda.
Aldığı cevap şöyle: Evin önünden geçenlere şöyle yalandan bir havlıyorum hepsi bu kadar. Sokak köpeği tekrar soruyor, peki diyor o boynundaki tasma ne? Paşa cevaplıyor: o tasma zincire bağlı, zincirin diğer ucuda sahibimin elinde. Sahibim nereye çekerse oraya gidiyorum. Sokak köpeği bir soru daha ekliyor: Peki bunları hak etmek için ne yapman gerekiyor? Cevap şöyle: Ne isterlerse onu.. Sokak köpeği: O boynundaki tasma işime gelmedi. Ben özgürlüğüme düşkünüm kusura bakma, deyip basıp gidiyor oradan…’’
Genelkurmayın başındaki paşa çok kızmış ve Coşkun’u mahkemeye vermiş. Başbakan ve bakanları da söylemediklerini bırakmadılar adama…
Oysa Türk Halkı’nın dilinde bir mecazdır “paşa.’’ Sevdikleri canlıları “paşa’’, “ paşam’’ diye severler. Rahmetli Zeki Müren’in de lakabı “ Paşa’’ydı. Halkımız O’na “ Paşam’’ diye hitap ederdi. Hiç bir paşa Zeki Müren’i mahkemeye vermedi bize eşcinselmi demek istiyorsunuz diye…
Neyse, bende “ paşa’’ olan kedimin ismini değiştirdim “ paça’’ yaptım…Beykoz Paça!… Kenan Evren Cumhurbaşkanıyken, yabancı isimli olan dükkanların isimlerinin değiştirilmesi için emir buyurmuşlardı; Ankara’da ismi ‘’Mona Mur’’ olan bir erotik klüp vardı, Türkleştirmek için “Mona Mur’’ adını “Anamur’’ yapmışlardı.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget