BBC’de bir süre önce bir belgesel izlemiştim. “Rönesans”ın alameti farikası olan Mikelanj’ın David heykelini anlatıyordu…
Sanatçının daha 26 yaşındayken kendisini kapattığı bir taşocağı yakınındaki atölyesinde devasa bir mermer kütlesinden mükemmel bir insan vücudunu hiç hata marjı bırakmadan nasıl oyup çıkardığını; vücut kaslarından, kılcal damarlara dek.. taşa nasıl can vermiş olduğunu hikâye ediyordu.
Belgeselde en ilgimi çeken bölüm, yapımı üç yıl süren heykelin yontulduğu mekândan, Floransa’nın göbeğindeki “Piazza della Signoria-Signoria Meydanı’na” taşınması olmuştu.
70 tonluk mermerden çıkarılan 5 metre yüksekliğinde üryan bir erkeğin heykeli, kent yamaçlarındaki taşocağı-atölyeden şehre dek nasıl taşınmıştı?
Floransa halkı dev boyutlardaki bu cıbıl insan gövdesinin 4 günlük yolculuğunu nasıl karşılamıştı?
Sokaktaki Rönesans heyecanı
Yaşadığımız çağdan beş asır önce Mikelanj’ın çıplak David yontusu; özel olarak imal edilmiş bir tahta kafese yerleştirilmiş, kafes altına kaydırak işlevi gören yatay ağaç gövdelerinden yarım düzine teker dizilmiş ve iri, kalın halatlara bağlanan dev kafes, kentin daracık sokaklarından 40 kişilik bir ekiple güle oynaya çekilerek Floransa’nın merkezine ulaştırılmıştı...
Kent halkı, şok olmak…
Ayıplamak…
Tepki göstermek…
Çıplak beden karşısında “skandal” yaşamak şöyle dursun…
Serüveni baştan sona kadar sonsuz bir hayranlıkla izlemişti…
Rönesansın kalbi Floransa merkezindeki meydana “David”in taşınması, Mikelanj’ın heykeli tamamladığı 1504 yılında, fezaya uydu göndermek denli büyük bir teknik başarı olarak telakki edilmiş, o boyutlarda bir heyecan dalgasıyla karşılanmıştı…
16. yüzyılın yolları asfalt değil…
Eğri büğrü, taşlı topraklı, engebeli patikalardan tonlarca ağırlıkta bir sanat şaheserini kırıp dökmeden geçirebilmek.. üst düzey beceri isteyen bir iddia…
Floransa’nın ahalisi öncelikle bu iddiayı göğüslemek ve iddianın hakkını vermekle ilgili…
Rönesans zaten bir yerde yalnız bu, insan becerisinin “boy ölçüşme iddiası” ile ilintili…
“Çıplaklık” o dönemde bugüne göre gerçekte misliyle yadırgatıcı bir durum…
Floransa halkının o zamana değin görmüş olduğu tek çıplak figür, İsa’nın çarmıhtaki kalıplaşmış din tasvirlerinden ibaret...
1500’ler başında Mikelanj, erkek gövdesini -antik çağ ertesinde!- ilk kez bir “din ikonografisinden” çıkarıp, insan boyutu ve cinsel farkındalıkla irdeliyor…
Bunu üstelik, görenleri bugün dahi muazzam boyutlarıyla hayrete düşüren dev boyutlu bir eser üzerinde yapıyor…
Eserin ilaveten -yarı loş müze koridorlarında değil- şehir ortasında, en görünür yerde sergilenmesini istiyor!
David heykelinin tüm bu yönleriyle etkisini ölçebilmek için; gerçekte Floransa’daki Signoria Meydanı’nda birebir kopyasının hâlâ muhafaza edildiği yerde izlemek lazım…
Kadere hükmetme coşkusu
Binlerce turistin heyecanla her gün tavaf ettiği heykel, görenlerin zihninde 500 yıldır aynı soruları uyandırıyor:
“İnsanı insan yapan değerleri; fiziki gücü, güzelliği, aklı ve beceriyi yücelten bu devasa gövde, mermer içinden nasıl çıkabilmiş? Arkadan nasıl böyle müthiş bir siyaset simgesi haline gelmiş?”
Bu soruların yanıtları aslında Rönesansın doğrudan doğruya tarifi oluyor.
Floransa halkı, David heykelinde; bizatihi kendi olanaklarının ölçüsünü görüyor.
Din ve kilise tarafından boyunduruk altında tutulan yaşamına açılan yepyeni bir özgürlük ifadesi keşfediyor. Kozasından doğan bir kelebek misali, David, insanın.. özgürlüğe kanat açmasıyla eş tutuluyor.
Rönesansı yaşayan insan, bu nedenle David’e “Amanin de! Çıplak vücut” ahlakçılığıyla değil, yeni bir dünyanın kuruluşu.. tutkusuyla yaklaşıyor…
David; kaderini eline alan insanlığın sıfır noktası kabul ediliyor. İnsanoğlunun bu yeni değerlerle dünya yüzünde yeniden doğuşu -Rönesans sözcüğü buradan geliyor!- olarak yorumlanıyor.
Bu da AKP Rönesansı
Bunları.. Pelin Gel Ağan’ın “Cumhuriyet” te çıkan “Dikkat heykel çıplak!” (1 Mayıs) haberini okurken hatırladım.
Yozgat’tan Antalya’ya geziye götürülen öğrenciler, Floransa Rönesansından 500 yıl sonra; “çıplak heykel” alarmı yüzünden öğretmenlerince Side Müzesi’ne sokulmamış…
Hediyelik eşya mağazasında da eline bereket tanrıçası heykeli alan bir öğrenci, gene öğretmeni tarafınan “ar, hayâ” adına.. kafasına vurularak uyarılmış…
Bizim Rönesansımız da bu işte.
Yeni bir Türkiye kuruluyor ve aslına bakarsanız biz de bir “Rönesans” yaşıyoruz.
Müstehcen sayılan heykellerin zul görülüp günah sayıldığı; ucube damgası yiyen eserlerin yok edilip yıkıldığı…
Ülkenin biricik ve alternatifsiz tek yönetmeni, yazarı, oyuncusu tarafından yeni tiyatroların sahnelendiği çiçeği burnunda bir Rönesans bu.
Ama bizimki neylersiniz ki Mikelanj yerine RTE Rönesansı!
Yorum Gönder