Ağzımızda bir zehir tadı var sanki... Gözlerimiz nemli ve yitip gitmiş bir sevda...
Çocukluk ve gençlik dönemlerimizi anımsarken, sırılsıklam ıslandığımız günlerin çok gerilerde kaldığını düşünüyoruz.
Bir kentin sarı donuk ışıklarını anımsarken tren saatlerini düşünüyoruz.
70’li yıllarda faşistlerin sokak ortasında aydınlarımızı, yazarlarımızı, gençlerimizi nasıl öldürdüklerini, sağ-sol çatışmalarını düşünüyoruz...
Askeri faşist darbeleri!
İşkenceleri!
Zindanları!
Bugüne bakıyorum, bir adada yalnızlığın içinde denizi seyrederken.
Ilık bir hava, kuşlar, ağaçlar...
Şair Cenk Gündoğdu’nun yeni çıkan “Issız” kitabını (Kırmızı Kedi Yayınları) okurken, yaşamımızın burukluğu geçiyor gözlerimin önünden.
“uzaktan çok uzaktan arkadaşlarım geliyor
yorgun bir hayatla, ben yenilmekten
uzun bir keder gibi senin yüzünde
gezinen bir kayayla ağrıya tutunan o çürük
ben, öyle uzak öyle ağrılı bir geçmiş için
bir kahır keseriyle doğramaya koşuyorum kendimi
Trenden hızlı rüzgârdan eski
gidip geliyorum, gidip geliyorum...
kolsuz bir gömlekle
içimdeki çıldırmaya”
***
Değişen bir dünyada savaşların bitmesini, insanların acılarla yaşamamasını istiyorum...
Biz, siz, onlar, hepimiz.
İnsanlık adına söylüyoruz türkümüzü, çoğalmak için, barışa doğru yürümek için.
Şam’da patlayan bombada onlarca insan yaşamını yitirdi ve çoğunluğu 7-10 yaşlarında çocuklardı, biliyor musunuz?
Biliyor musunuz onların özlemleri vardı, tüm dünyada yaşayan çocuklar gibi.
Ben onların havalara battığını düşünüyorum, denizde batan güzel gemiler gibi...
Elimizde tuttuğumuz o sessizliği kaçırdığımızı.
Tüm güzellikleri yitirdiğimizi, mavi atlasa benzeyen göğü kanla kırmızıya boyadığımızı.
İşte o anda haykırıyorum bir deniz kıyısında kırlangıçların yaylar çizerken havada Karl Krolow’un dizeleriyle:
“Bir yarım sesle sesleniyorum sana;
Beni duyacak mısın?
Ayın acılı o ot suratının arkasında
O dağılan ayın!
Kutsal güzelliği içinde havanın,
Gün doğduğunda,
Kanatlarını çırpan bir al balık olduğunda sabah?”
***
İçimizde bir acı ve hüzün... İçimizde yalnızlık korkusu...
Odada bahçeden topladığım bir demet lavanta çiçeği ve kokusu.
Midilli’den el sallamak, karşı kıyıda Behramkale’ye...
Yıldızlar ve ay...
Sahi zamana yenik düşmek nasıl bir şey?
O yalnızlığımızın içinde, elimde bir başka kitap... Serpil Güvenç Çelenk (Şekibe-Halit Çelenk’in kızı, Kaya Güvenç’in sevgili karısı) yazdığı “Darağacına Mektuplar” kitabı (İmge Yayınları).
27 Mayıs 1960’ın intikamı 6 Mayıs 1972’de alınmıştı...
Deniz, Yusuf ve Hüseyin...
Geceyarısına doğru kitabı yarılarken oturdum bilgisayarımın başına...
Gecenin sessizliği benim soluk alışverişimle bozuldu...
Elimizde bir avuç taşla ve gecelerin savlarıyla uyumaya çalışan zindandaki gençleri, meslektaşlarımı düşündüm.
***
Krolow’un “Aşk Şiiri”ni bir kez daha yüksek sesle okurken, bana göz kırpan Behramkale’nin ışıklarına bakıp, lavanta çiçeklerini kokladım...
Cenk Gündoğdu’nun “Issız”, Serpil Çelenk Güvenç’in “Darağacına Mektuplar” kitabını okumanızı öneririm...
Yaşamımızın burukluğu... Hüzün... Acı... Yalnızlık korkusu...
Saat geceyarısını çoktan geçti, artık uyumalıyım...
Yorum Gönder