Bir ihtimal daha var - Levent Kırca

Hatay Samandağ’da eski bir düğün salonunda oynuyoruz “Azınlık” oyununu. Kulis olarak giyinip soyunduğumuz derme çatma bir barakadan yazıyorum bu haftaki yazımı. Yarın da Antep’e geçip orada oynayacağız. Samandağ aşırı sıcağının dışında güler yüzlü, misafirperver insanlarıyla dikkati çekiyor. Burada Kürt’ü, Türk’ü, Hristiyan’ı, Arap’ı, hep bir arada, dostluk içinde yaşıyor. Cami ile kilise sırt sırta. İnsanlar da aynı. Çoğunun Suriye’de akrabaları var. Hiç kimse savaştan yana değil.
İki müslüman ülke, iki komşu, ne oldu da düşman oldular?
Buna kimse bir anlam veremiyor. Düne kadar Esat olan Suriye Başkanı, neden bugün Eset oldu, bunu araştırıyorlar. Ne var ki, sorunun cevabını bulmuşlar. “Amerika böyle istiyor.” Tavizci hükümet de uyguluyor.
Samandağlıların barış isteklerine ben de katılıyorum.
Benimle birlikte ilk kez bir tiyatro gelmiş Samandağ’a. Onlar da, ben de, bu ilkin tadını çıkaracağız.

Yılmaz Erdoğan

Elhamdülillah hepimiz Müslümanız. Ne var ki, benim yanımda yetişip Rahle-i tedrisatımdan geçen Yılmaz, hükümete yaranmak için bazı sözler sarfetmiş. Gazetelerden anladığım kadarı ile yeni çekeceği filmi için hükümetten hatırı sayılır bir para desteği almış. Bir önceki filminde de Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım’dan destek görmüştü. Tabi ki bu destekler karşılıksız olmuyor. Parayı verirler ve karşılığında duymak istediklerini söyletirler size.
Atatürk’ün bayramlarının yavaş yavaş yasaklandığı, Şehir ve Devlet tiyatrolarının kapatıldığı, Türk Ordusu ve yurtsever aydınların hapishanelerde çürüdüğü, yazarların yazdıkları kitaplardan değil de taslaklardan tutuklandığı şu günlerde bütün bunları görmezden gelip yandaş söylemlerde bulunmak...
Yakıştıramadım Yılmaz’a..
Sanki bu suçu kendim işlemişim gibi.
Bakamıyorum insanların yüzüne. Her an bana “Yetiştire yetiştire bunu mu yetiştirdin?” diyeceklermiş gibi geliyor.
Yine de Yılmaz’ın devrimciliğinden ödün vermeyeceğini düşünüyor, bir yanlışlık olmuştur inşallah diyorum.

Bozuk süt

Yıl 2012.
Türkiye bir tarım ülkesi. Çocuklarımıza beslenmeleri için dağıtılan süt, onları nasıl zehirler? Onlarca çocuğumuz ölümden döndü. Üstüne üstlük yetkililer yaptıkları açıklamada sütün bozukluğu konusunda insanları saptırmaya çalışıyor. Açıklama şöyle:
“Mide ve bağırsakları hassas olan bazı çocuklarda oldu bu durum. Yoksa diğer çocuklarda bir şey yok.”
Bu tip gerçeklerle her gün o kadar çok yüzleşiyoruz ki, artık gülemiyoruz da, ağlayamıyoruz da. Ağzımızı açıp şaşkın şaşkın dinliyoruz bu sütübozukların ifadelerini.

Ata’yı yok etmece

Önce gençliğe hitabesini yasaklayacaksın. Kurduğu tiyatroları kapatacaksın. Bayramlarını yok edeceksin. Orduyu dalgalar halinde hapse atacaksın. Bu Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik, Atatürk’e yönelik bir hareket değil de nedir?
Ata’nın kurtuluş hareketini başlattığı 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana Spor ve Gençlik Bayramı olarak kutlanıyor. Ama artık öyle olmayacak.
Sebep?
Ekselansları öyle istedi.
Öyle olması gerekiyordu. Emir büyük yerden.
19 MAYIS GÜNÜ, BÜTÜN TÜRKİYE YOLLARA DÖKÜLECEK. BAŞTA ve ÖNDE BİZ SANATÇILAR OLACAĞIZ. ALNINDA IŞIĞI İLK HİSSEDENLER OLACAĞIZ.
Görelim bakalım el mi yaman, bey mi?

Kültür Bakanı

Başbakan, şehir tiyatroları ve devlet tiyatrolarını kapatırken kendine göre sebep arıyor.
Sanki cebinden ödüyormuş gibi,
“Parayı bizden alıp, parmak sallayarak bizi eleştiriyorlar.”
Külliyen yalan.
Ne Şehir Tiyatroları’nda ne de Devlet Tiyatroları’nda böyle bir şey olmamıştır ve olamaz!
Ucube diye yıkılan heykelden sonra ağzı yanık Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bu kez Başbakan cümlesini tamamlamadan “EVET DOĞRU!” diye haykırıyor. Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın kapandığı bir dönemde tarihe geçiyor. Ne acıklı bir kariyer.
Herkes çok iyi biliyor ki, ben olsam bir gün bile durmam orada. Hükümet yanlısı olarak bildiğimiz Kenan Işık dahi istifa edip durumunu kurtardı. Keşke Ertuğrul Bey de öyle yapabilse.
Koltuklar gelip geçicidir... Önemli olan çocuklarının yüzüne korkmadan, utanmadan bakabilmek. Hatta gözlerinin içine bakabilmek...

Neredesiniz yahu?

Şehir Tiyatroları’nda palazlanan, ya da devlet tiyatrolarından bir ay tek bir ay çift maaş alan dizi şöhretleri, ülkenin başına gelen bunca şeyden sonra neden suskunlar acaba? Onları hepimiz tanıyoruz. Size sesleniyorum, çıkın ortaya.
“Sanatı ve ülkenizi sahiplenin.”
Ayıptır. Sessiz kalarak, bir bakıma Yılmaz Erdoğan’ın yaptığını yapıyorsunuz.

Sadri Alışık

Çok severdim kendisini..
Halk da çok severdi, ben de.. Onun iyi bir izleyicisi idim.
Yıllardır karısı ve oğlu, onun adına ödüller dağıtıp dururlar. 47 yıllık tiyatrocuyum, lafımı hiç esirgemeden her zaman muhalefet ederek, filmler, televizyon programları ve tiyatro oyunları yaptığım halde, ne hikmetse bu ana-oğlun gözüne giremedim. Bırakın herhangi bir ödül almayı, seyirci olarak bile davet edilmiyorum.
Son ödül töreninde sanatçıların yasaklamalara karşı çıkmaları, Genco Erkal’ın yasakçı zihniyete Sadri Alışık selamı vermesi, burnumun direğini sızlattı.
Şehir ve Devlet Tiyatrosu oyuncuları bilmeliler ki, kanımın son damlasına kadar yanlarındayım. Bu çarkın dişlilerine çomağı hep birlikte sokacağız.
Gerçek Cumhuriyetçilerle, yandaş sanatçıları birbirlerinden ayırt etmeyi ihmal etmemeliyiz.

Bekir Coşkun

Gerçekleri söyleyip yazan çok az sayıda köşe yazarı kaldı. Bunlardan birisi olmak beni çok onore ediyor.
Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Emin Çölaşan gibi mangal yürekli dostlar..
Bekir Abi’nin, “Başın Öne Eğilmesin” adlı kitabını aldım havaalanında. Uçakta da okudum bitirdim. Ellerine, yüreğine sağlık. Derhal kendisini aradım ve kutladım.
Bekir Abi’nin kitabından alıntı yaptığım, Sadık Aktan’ın bir hikayesini aktarmak istiyorum size..
Vaktiyle aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü inek sürüsünde. Ama inek sürüsü kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü.
Aslanlar açlıktan yorgun, halsiz, güçsüz kalmışlar. Düşünüp taşınmışlar; sürü kalabalık ve güçlü. Saldırırlarsa karşılık bulacakları kesin.
Aralarında konuşup anlaşıyorlar, içlerinden ineklerin sürüsüne bir elçi gönderiyorlar. Elçi diyor ki;
- Size saldırırsak ne olacağını biliyorsunuz. Mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın, aranızdan sarı ineği bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz.
İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar; “Olmaz” demiş bilge inek, “Aramızdan hiçbirini vermeyin” Ama aslanlar ısrarlı. En sonunda razı olmuş inekler, nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, hem biz de çok yorulacağız. En sonunda peki demiş inekler, bir inekten ne çıkar?
Vermişler sarı ineği, aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler, karınlarını doyurup kendilerine gelmişler.
Bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmışlar, yine gelmiş aslanların elçisi ineklerin yanına;
- Aranızda boynuzu kırık bir inek var, sinirimizi bozuyor, verin onu, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın demiş...
Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi vermişler, o inek de verilmiş. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış. Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar.
Sürünün ileri gelen inekleri, panik içinde tekrar bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz? Sürümüz yok olacak! demişler.
Bilge inek cevabı vermiş, “Sarı ineği hiç vermeyecektik...”

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget