“Onları da kucaklayacağız. Onları da aramıza alacağız… Vurmaya değil sevmeye geldik” demişti Erdoğan 12 Haziran’da yaptığı balkon konuşmasında ve söze şöyle devam etmişti:
“74 milyonun, her bir ferdinin yaşam tarzı, inancı, değerleri bizim üzerimizde emanettir. Bize oy verenlerin de vermeyenlerin de yaşam tarzını, inanç ve değerlerini onurumuz, namusumuz, şerefimiz olarak göreceğimizden, hiç kimsenin kuşkusu, şüphesi tereddüdü olmasın. Gururu, böbürlenmeyi hiçbir zaman kapımızdan içeri almadık, bundan sonra bu konuda daha hassas olacağız. Biz beraberiz, kardeşiz. Bunu unutmayın.”
O Başbakan bugün ne diyor?
“Elitler kusura bakmasınlar biz artık bu ülkede varız. Biz bu ülkenin öz çocukları, öz evlatlarıyız…”
“Hepimiz kardeşiz!” retoriğinden, Başbakan “ülkenin öz evlatları” ile üstü çok fazla örtülü olmayan bir ima yoluyla “öz olmayan evlatlar” moduna geçmiş durumda…
“Öz olmayan evlatların” konuşma hakkı yok artık.
Erdoğan’ın art arda çıkışlarından çıkan sonuç bu.
Statükocu ‘elit’, statükocu ‘aydın’
Öz olmayan evlatlar kimler? “Statükonun dizinin dibinde yetişmiş aydınlar, seçkinler, elitistler, malum medya”...
Bu ayrımcılıktan nasibini almayan “laik cumhuriyet döneminin eski elitleri” kalmadı dense yeri...
Başbakan mazide kalan “laik cumhuriyetin elitlerine” sürekli “statükocular” diyerek verip veriştiriyor…
On yıldır iktidara “tek parti” zihniyetiyle damga vuran AKP’nin oysa bugün yaratmış olduğu farklı bir statüko var.
Ama anlaşılan Başbakan (hayalindeki “mükemmel düzen” açısından henüz tamamlanmamış olan bu!) yeni statükoya, henüz layıkıyla “statüko” kavramını yakıştırmıyor….
Bu nedenle “statüko” derken sadece “eski düzeninin statükosunu” kastediyor. Bir devri sabık mantığıyla, geçmişin statükosunun parçası olan kim varsa; hedefe oturtuyor.
Son örneğini Başbakan’ın MÜSİAD genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada gördük.
Başbakan, “statükocular” diyerek eski müesses nizamla özdeşleştirdiği TÜSİAD’ı bodoslamadan hedef aldı. Öyle ki Başbakan’a son döneme kadar toz kondurmayan Tarhan Erdem bile sonunda dayanamayıp -özetle- “Bu ne iştir?” diye yazdı:
“Başbakan TÜSİAD-MÜSİAD ayrımı yapıyor” diyerek tepkisini dile getiren Erdem; “Bu yaklaşım işadamları arasına nifak sokmak değil de nedir? Dernek özgürlüğü bu mu? İşadamlarına bu sözlerle iki dernekten biri işaret edilip, oraya üye olmaları önerilmiyor mu?” diye sordu.
Geçmiş olsun! Geç kalmış sorular bunlar.
Baksanıza “Kimse mürebbiye gibi bize parmak sallamasın!” diye ses çıkarmaya cüret eden herkese gürleyen bir Başbakan var karşımızda. Bu mutlak gücü dengeleyebilecek tek fren mekanizması kalmadı. Bu minval sorular Başbakan’ın artık bir kulağından girip diğer kulağından çıkan sinek vızıltısına indirgenmiş durumda...
‘Geçti o günler!’
İş dünyası, medya dünyası, eğitim dünyası, (dini nesiller kontenjanından!) inanç dünyası ve nihayet dizilerin hayal dünyası; Türkiye’de sayıları sınırlı olan aydınlarla tiyatrocuların sanat dünyası kimsenin kolayına karşı koymaya cesaret edemediği “ulu Başbakan’ın” “değerleri”/“normları” içinde şekillenip gelişecek.
Hâlâ bu gerçeği kayda geçmeyen/kayda geçmemekte direnç gösteren aydın tiyatro camiasına da Başbakan AKP’nin son gençlik kolları kongresinde; “Şehir Tiyatroları’nda yapılan bir yönetmelik değişikliği üzerinden hem bizi hem bütün muhafazakârları aşağılamaya ve küçümsemeye başladılar” diyerek esip gürledi:
“Siz kimsiniz? Her konuda söz söyleme, her konuda otorite olduğunuzu iddia etme ehliyetini nereden alıyorsunuz? Tiyatro sizin tekelinizde mi? Sanat sizin tekelinizde mi? Sanat konusunda söz söyleme ehliyetine sahip olan sadece sizler misiniz? Geçti o günler…”
Başbakan’ın “statükonun dizinin dibinde yetişmiş aydınlar, seçkinler, elitistler, malum medya” diye tanımladığı kesimlerin ezcümle; itiraz, eleştiri, söz söyleme hakkı ellerinden alınmış oluyor böylelikle.
“O zavallılara acıyorum. Her şeyi bilip de akıl vermeye çalışan despot aydınlara, o zavallılara acıyorum” diyor Başbakan.
Bundan daha kibirli, daha aşağılayıcı, daha agresif bir ton olabilir mi?
Tıpkı geçen yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda izlediği bir oyunda kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle beraberinde 150 polis ile birlikte salonu terk eden “mahdume Sümeyye Erdoğan” gibi….
Devlet Tiyatrosu krizi ardından “Facebook”a “statüko tiyatrosuna” meydan okuyan bir manifesto yerleştiren Sümeyye Hanım; “Sanat camiamızda maalesef çokça rastlanan sizin gibiler, saygıdeğer sanatçılar değilsiniz!” diye öfke saçmıştı…
“Tiyatro krizinin” müsebbibi görülen oyuncuya “Sümeyye ayarıyla” ceza kesilmiş; oyunun tartışmalı bölümleri sansüre uğratılmış, temsil sonra hepten programdan çıkarılmıştı.
Başbakan’ın son tiyatro çıkışı arkasında, hep artık Sümeyye Hanım’la hatırlanacak olan bu “Genç Osman” dramı da var. Konuya gene döneriz.
Yorum Gönder