Hükümetler adına özel görevler yapan gazeteciler her yerde vardır.
Ama bizdekiler gibi göstere göstere yapanı... Sevine sevine yapanı herhalde pek bulunmaz...
Biliyorsunuz ki Cumhurbaşkanı Gül'ün özel gazetecileri vardır. Gezilerine onları çağırır; bir haber yaptıracaksa onlara işaret verir.
Başbakan Erdoğan'ın seçtiği gazetecileri vardır. Gezilerine sadece onları götürür.
Yani bu iktidarın iki tepe ismi; basını 'Bizden olanlar/bizden olmayanlar' diye ikiye böldüler.
Kendilerinden olanları para içinde yüzdürüyorlar. Öbürleri ise her an bir tehditle karşı karşıyalar. Muhalif gazetecilere; sanki bunlar haram yemiş, hazineyi hortumlamışlar gibi; 'Ağzından lağım akıyor!' diye küfrediliyor, kimse; 'Ayıptır!' bile diyemiyor.
***
İşte bu ortamda şimdi; bir de 'Bakan Bey'in Gazetecileri' çıktı.
Türkiye'de hukuk cinayetlerinin işlendiği ortada iken; 'bir takım gazeteciler' Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile birlikte Silivri Cezaevi'ni teftişe gittiler.
İçlerinde öyle hevesli tipler vardı ki; bunlardan birisi kamuoyuna 'Burası çok rahat' mesajı vermek için Bakan Bey'le masatenisi bile oynadı.
Bunların yazdıklarına dönün bakın: Büyük bölümü; Silivri zindanının çok düzgün ve temiz göründüğünü yazıyor.
Peki o zindanda çürüyenler ne düşünüyor; onların görüşlerinden tek satır var mı?
-Efendim ne gerek var ki? Bakan Bey ne derse doğru der...
***
Bir de bunlar, '28 Şubat sürecinde bazı gazeteciler şunu bunu yaptılar!' diye atıp tutmazlar mı?
Yahu; o dönemde patronunun işi için (Özellikle de Sabah Grubu gazetecileri/televizyoncuları) haberlere takla attıranlar oldu ama ben böyle bakan önünde takla atan gazeteci hatırlamıyorum.
Doğrusu ya; bu özel görevli gazeteciler içinde göreceğimi sanmadığım Ahmet Hakan gibi, Ruşen Çakır gibi isimler adına üzüldüm.
Elbette ki gazeteci olarak onların da Silivri'ye gitme hakları var. Ama majestelerinin gazetecisi Oral Çalışlar ve malum hatunlar ile mi?
İktidar; siyasetçiyi kirletmez zengin eder; gazeteciyi ise tepeden tırnağa kirletir.
CHP İSTANBUL
Türkiye nüfusunun neredeyse beşte birisi İstanbul'da yaşıyor. İstanbul'u alan parti; Türkiye'yi de alıyor. Bu yüzden, AKP; İstanbul'a çok büyük önem veriyor.
Bu partinin İstanbul il başkanı yıllardır aynı isim.
CHP ise sık sık il başkanı değiştiriyor. Nihayet Oğuz Kağan Salıcı; seçilmiş bir başkan olarak o koltukta oturuyor. Hayırlı olsun.
***
Ama; Sayın Salıcı'nın işi zor.
Çünkü; kongreye katılım bekleninin çok altında idi.
Peki binlerce CHP delegesi neden toplantıya gelme gereği duymamıştı?
Toplantıda yeterli coşku yoktu. Katılımın azlığına paralel bir görüntü bu.
CHP tabanıyla görüşen birisi olarak uyarıyorum: Başarının gelebilmesi için bu küskünlük ve önemsemezlik psikolojisinin iyi incelenmesi gerekiyor. Yoksa, eldeki kuş kaçabilir.
***
Başkan Salıcı; eğer başarılı olmak istiyor ise; sözde değil özde halkçı olmalı.
Yani özünü toprak ederek; halkın ayaklarının altına sererek çalışmasını öğrenmeli.
Bunun için benliğini çiğnemeli; 'Dövene elsiz gerek; sövene dilsiz gerek' ilkesine göre davranmalı.
Hatta Hz. İsa gibi; bir yanağına vurana öbür yanağını da çevirmeli.
O zaman parti tabanı da halk da onu kendisinden birisi gibi görecek; kucaklayacaktır.
Unutulmasın ki 'Bal bal demekle ağız tadlanmaz.'
Halkçıyız, demokratız demekle de öyle olunmuyor.
Varoşlara açılmak da limuzinle olmaz... Biraz o taratakiler gibi davranmak; hatta öyle yaşıyor görünmek lazim.
Bir de 'Benim adamım, onların adamı' gibi tavır içinde olmamak gerektir.
Başkan Salıcı; öncelikle bilmelidir ki: Eldeki kuş daldaki kuştan iyidir.
Önce İstanbul'da var olan potansiyeli derleyip toparlayacak; sonra öbür kuşları avlamaya başlayacaktır.
Haydi hayırlısı diyelim...
Yorum Gönder