Bu hafta sonu iki önemli haberle sarsıldı dünya:
NATO kuvvetlerinin füzeleri, Libya lideri Kaddafi’nin misafir olduğu evi vurmuş, küçük oğlunu ve üç torununu öldürmüştü.
Arkasından El Kaide’nin efsanevi lideri, bir türlü yakalanmayan Usame bin Ladin’in de, saklandığı evde Amerikalıların bir helikopter saldırısıyla öldürüldüğü bildirildi.
ABD’de zafer kutlamaları yapılıyor.
Acaba bu haberler gerçekten küresel teröre ve diktatörlere karşı kazanılan ve bunların zulmünü sona erdirecek zaferlerin işaretleri mi?
***
Geçen gün, dünyanın en büyük şirketlerinden birinin en tepe yöneticilerinden biriyle konuşuyordum:
“Bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da gördüğümüz hareketler on yıla kalmaz Avrupa’ya da egemen olacak” dedi.
İşaret ettiği noktalar, bir yandan radikal siyasal İslamın “Ilımlı İslam” adı altında demokrasi ve insan haklarını kullanarak mevzi kazandığı…
Öte yandan Avrupa’da buna tepki olarak gelişen İslam düşmanlığı ve ırkçılıktı.
Ben bu konuyu son kitabım “İçimizdeki Zalim”de “Neofaşizm” başlığı altında uzun uzun irdelediğim için, burada derinliğine bir çözümlemeye girişmeyeceğim.
Sadece siyasal ve toplumsal olaylardaki diyalektiğe işaret edeceğim:
Siyasal radikal İslamın, “Ilımlı İslam” peçesi altında kazandığı mevzilerin, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da pek çok insanı korkuttuğunu…
Bu korkunun insanların kamplaşmasına yol açtığını…
Bu kamplaşma sonunda (Türkiye’de inşallah olmaz) bir yandan Ilımlı İslamın radikal İslama, öte yandan Avrupa demokrasisinin ırkçı ve faşist çizgilere kaydığını görmemek olanaksız.
***
Gelecek hakkında bu karamsar kehanet sahibi olan muhatabım, “Avrupa bu krizi çok kötü ve beceriksizce yönetiyor” dedi.
Sarkozy ve Berlusconi’nin popülist politikalarına işaret etti.
Herhalde nezaketinden olsa gerek, Türkiye için bir şey söylemedi.
Ben de ona, İslamın dünya siyasetine “Ilımlı İslam” peçesiyle giriş yapmasının doğrudan bir ABD stratejisi olduğunu…
ABD’nin bu stratejiyi 11 Eylül 2001’de kendisini vuran radikal siyasal İslama karşı geliştirdiğini…
Bunu açıkça ilan ettiğini…
Böylece ABD’nin bu stratejisinden yararlanan radikal siyasal İslamın, “Ilımlı İslam” peçesi altında demokrasi ve insan haklarını kullanmaya başladığını…
Sonuçta ABD’nin, kendi oyununa geldiğini…
Ve gelmeye devam edeceğini…
İran’da Şah’ın otoriter rejimine demokrasi ve insan hakları adına karşı çıkan ve sonunda kendi totaliter rejimlerini kuran Humeynicilerin senaryosunun bütün öteki Müslüman ülkelerde de sahneye konacağını…
Ve ABD’nin kendine müttefik yaratmaya çalışırken, aslında çok daha bilenmiş, daha katı düşmanlar ürettiğini, üreteceğini belirttim.
***
ABD dünyanın en tehlikeli işini yapıyor:
Dinle oynuyor…
Dini siyasete alet ediyor…
Dünyanın her yerindeki kamplaşmaları tahrik ediyor.
Bunun sonunun barış ve demokrasi değil, sadece ve sadece kan ve intikam olduğunu görmüyor mu!
Acaba birbirini gırtlaklayan insanlardan oluşan bir dünyayı yönetmek daha kolay olur diye mi düşünüyor?
Bence İslamla uğraşmayı bırakıp onu tahtından edecek olan Çin’e baksa daha iyi eder!
Yorum Gönder