Bazı olaylar vardır ki; yazmakta zorlanırsınız. Ama yazmadığınız zaman da gazeteci olarak, mesleğinize ihanet ettiğinizi düşünmeye başlarsınız.
Ben de beş gündür böyle bir çelişki içinde kıvranıp duruyorum.
Çünkü bir yandan on yaşındaki çocuğunu ve eşini kaybeden acılı annenin yarasını kanatmaktan korkuyorum; diğer yandan dilimin ucunu gelen soruyu soramamaktan rahatsızım.
Ama artık yeter…
Çünkü evlat acısı asla bitmez, önemli olan “başka evlatlar”ın ölmesini önlemektir.
Bu nedenle beş günlük “görmezden gelme”yi bir kenara bırakıyorum ve acılı anneden bir kez daha özür dileyerek, kendisine sabırlar dileyerek konuya geliyorum:
***
Biliyorsunuz; geçen cumartesi günü İstanbul Beykoz‘da bir polis helikopteri denize çakıldı.
Kazada İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bilgi İşlem Şube Müdürü Ragıp Ali Bilgen ile 10 yaşındaki oğlu Deniz, ikinci pilot komiser Murat Güçlü ve THY’de pilot adayı olan M. Oray Sarıçay hayatını kaybetti.
Helikopterin birinci pilotu Havacılık Şube Müdürü Kemal Özdemir ise yaralı olarak kurtuldu.
Kazanın ardından çok şey yazıldı, çizildi…
En çok da bu kadar yaşlı bir helikopterin neden hâlâ hizmette olduğu sorgulandı.
Sorulması gereken asıl soru ise sorulamadı:
O da, “Emniyet’e ait bir helikopterde, on yaşındaki çocuğun ne işi olduğu”ydu…
***
Bu sorunun yanıtı çok önemli:
Diyelim ki, Bilgi İşlem Müdürü olan babası, görevi gereği bindi…
İyi de her baba, göreve oğlunu ya da kızını da mı götürüyor?
Emniyet müdürleri, komiserler, polisler, operasyonlara çocuklarıyla mı katılıyor?
Bu soruların yanıtı, “Elbette hayır…”
Demek ki; ölen babanın amacı belliydi:
Oğluna İstanbul’u havadan göstermek!
***
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a soruyorum:
* Düşen helikopter, hangi “görev” nedeniyle havalanmıştı?
n İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bilgi İşlem Şube Müdürü olan Ragıp Ali Bilgen’in helikopterde resmi bir görevi var mıydı? Yoksa rütbesini kullanarak oğlunu mu gezdirmek istedi?
* THY’de pilot adayı olan sivil M. Oray Sarıçay, helikoptere ne amaçla bindirilmişti?
Ve son soru:
* Rica etsem, bir başka helikopterinizle bana da bir Boğaz turu attırır mısınız?
***
Bu soruların yanıtını merakla bekliyorum…
*****
ALKOL!
Danıştay dün, “Tütün Mamulleri ve Alkollü İçki Satışı Yönetmeliği”nin yürütmesini durdurdu.
Böylece marketlerde, bakkallarda alkollü içki satışlarına getirilen yasak ve gençlerin katıldığı etkinliklerde alkollü içki satılması yasağı kaldırıldı.
Şimdi ne olacak biliyor musunuz?
Danıştay’a saldırılar başlayacak!
Bugünkü iktidarın yeniden seçilmesi durumunda da iptal edilen yönetmelik, aynı şekliyle yasalaştırılacak!
Nereden mi biliyorum?
O kadar çok örneğini gördük ki; oradan…
*****
GÜNÜN SORUSU
Devlet Bakanı Egemen Bağış, dün Bağdat Caddesi‘nde dolaşmış ve bir dükkânın duvarındaki Ernesto Che Guevara posterini görünce, “Che de yaşasaydı AK Parti’ye oy verirdi” demiş…
Beyefendi acaba Che’yi Türk vatandaşı mı sanıyor?
*****
‘O heykele ne olacak’ diye sordum, yanıt anında geldi!
Dün YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın Gaziantep Üniversitesi ziyareti sırasında ‘müstehcen’ bulduğu heykelden söz etmiş ve yazımı, “Çok merak ediyorum; YÖK Başkanı o sergiyi gezip gittikten sonra acaba o heykelin başına neler geldi” diye bitirmiştim…
Hay merak etmez olaydım!
Talihsizliğe (!) bakın ki; YÖK Başkanı’nın sergi salonundan ayrılmasından bir süre sonra o çıplak kadın heykeli kırılıvermiş!
Elbette; kazayla…
Suç, heykeltıraştaymış! Çünkü heykeli fırınlatmamış…
Gaziantep Üniversitesi Rektörü Yavuz Coşkun, hemen bir açıklama yapmış ve bu olayda bir kasıt aranmaması gerektiğini söylemiş…
Tabii tabii, kazadır canım, yoksa bu zihniyet hiç heykel kırdırır mı?
Kars’taki Özgürlük Anıtı’nın vinçlerle kesilip kaldırılması da kazaydı zaten!
***
Bu iğrenç saldırı konusunda yorumda bulunmak bile istemiyorum:
“Taş”ı müstehcen bulan…
“Yontulmuş taş”tan” tahrik olan…
Sanattan korkan…
Ve “taş”a kafayı takıp kırdırtan, “taş” olsun…
O kadar!
Yorum Gönder