12 şehit döndü.. Yürek dayanır mı?

Gerçekten Allah bu millete sabır versin, hem de bizim ihtiyacımız “normal sabır” değil, “normal dayanma gücü” değil, “evliya sabrı” gerekiyor.. “Haritada yerini göster” deseniz çoğunluğun büyük ihtimalle gösteremeyeceği bir ülkeye, Afganistan’a gönderilen Türk askerlerinden 12’sinin bir defada kaybedilmesine, evlerine dönmek için gün sayan genç insanların dizi dizi tabutlar içinde gelmesine hangi yürek dayanabilir?
Sabah kalkıyorsunuz ve elinize gazeteleri aldığınız andan itibaren gördüğünüz haberlerin hemen tümüyle sinir küpüne dönüyorsunuz.. Başkalarını bilmem, ben sabır sınırımı aşmış durumdayım ve isyan ediyorum artık..Her köşede şiddet ve üzüntü zaten artık “doğal” karşılanır olduğu gibi, bunun “TV dizisinden Meclis’ine kadar” tercih olarak, istenerek, kasten yapılır hale gelmesi de dayanılır gibi değil.. Kimse de durup bir an düşünmüyor, “Kardeşim böyle bir ülkede ben şiddeti reyting veya oy çıkarları için kullanmamalıyım, hiç değilse ‘her fırsatta’ şiddet içeren görüntü vermemeliyim” demiyor. Veryansın.. Benden sonrası tufan anlayışından vazgeçen yok.
TÜRK ASKERİ 11 YILDIR AFGANİSTAN’DA!
Eh, morali ve sinir sistemi bunca yıl, bunca olmayacak vahşet olayı, bunca terör ve hukuksuzlukla bozulmuş insanların artık “ilgimiz olmayan ülkelerde 12 şehit vermeye” dayanması kolay değil tabii.. Kaldı ki bunlar olmasa bile hiçbir ülkenin dayanması kolay değil.. Afganistan olayında dönüp dolaşıp ABD’nin keyfi için onun planlarına katılıyor olmamız noktasına geliyorum.. ABD önce Rusya’ya karşı Afganistan’daki “Taliban”ı, radikal dinci terör örgütlerini güçlendiriyor ve kullanıyor. Sonra o örgütler “ABD’yi de aşacak ve takmayacak” kadar güçlenip ülkede terör estirmeye başlayınca diğer ülkeleri de dahil ederek kendini kurtarıyor.. 11 Eylül benzeri saldırılar kendi ülkesinde tekrarlanır korkusuyla başkalarını öne sürüyor.
Haydi gelsin NATO, gelsin birçok ülkenin güvenlik gücü ve ABD tek başına sorumluluktan kurtulsun ve tehlike altına sürülen de sadece kendi askerleri olmasın.. Muhalefet “Bizim orada hala ne işimiz var” diye sorunca Başbakan Yardımcısı “Bülent Arınç “Biz tek başımıza Robinson gibi bir adada yalnız yaşayan bir devlet değiliz, yükümlülüklerimiz var” demiş. Bu cümlesi NATO’nun müdahil olduğu diğer durumlar için haklı olabilir ama Türkiye 11 yıldır Afganistan’da ve kendisine düşeni bugüne kadar fazlasıyla yapmış durumda..
ABD’NİN KEYFİNE GÖRE..
Türkiye’nin Kabil Büyükelçisi “Türk askeri Kabil halkı tarafından takdirle karşılanıyor” demiş, başka ne olacaktı ki? “Türk askeri Afgan ordusunu ve polisini yetiştiriyor, orada istenen bir gücüz” demiş, kendi ordumuzun ve polisimizin sorunları bitti de Afganistan’a mı yetişeceğiz? Orada 1800 askerimiz var ve Afganistan’daki diğer uluslar arası güvenlik güçleri arasında Kabil Bölge Komutanlığı’nı “üç dönem üstlenen tek ülke” de Türkiye.. Anında akla “neden diğerleri değil de biz üç dönem yapıyoruz” sorusu gelmiyor mu?
ABD’nin Suriye konusunda da “Siz Müslüman ülke olduğunuz için öne çıkmak Türkiye’ye düşer, bu işi siz daha iyi yaparsınız” diye Türkiye’yi öne sürme gayreti gibi orada da “Müslüman olduğunuz için” diyerek mi razı ediyorlar, nasıl oluyor da biz bunu kabul ediyor ve gencecik askerlerimizin hayatını tehlikeye atıyoruz? 25-26 yaşında, ya bir ay sonra evlenecek, ya yeni evlenmiş veya geride bebekler, çocuklar bırakan şehitleri görüp de bu soruları düşünmemek mümkün değil..
TSK’nın oradaki görevi Kasım’da sona erecekmiş ama uzatılma ihtimali yine var.. Biz 11 yıldır gerekeni yaptığımıza göre artık askerlerimizin gönderilmemesi sağlanmalıdır. Dünya biraz da zaten hayatını savaştan beter terör tehdidi altında, kanlı saldırılarla binlerce şehit vererek geçiren bir topluma anlayış göstermeyi düşünsün.. Bu milli meselemiz de bir “iktidar-muhalefet çekişmesi”ne asla dönmemelidir, sonunda iktidar-muhalefet herkes yanıyor olaylara!
Valilik bu çocuğu babadan almalı!
Dün yine dersimiz “şiddet” idi, haberlerin başında şiddet vardı ama biz bu dersten bir türlü “anlamayı, öğrenmeyi, çözmeyi” çıkaramıyoruz maalesef! Dikkat çeken ilk haber “Trabzon’da 9 yaşındaki kız çocuğunu (hem de kendi çocuğu) yerlerde tekmeyle döven, bununla yetinmeyerek kaldırıp yere çarpan baba”.. Ona “baba” diyoruz ama denmemeli, bu acımasız yaratıkların baba olmaya filan hakkı yok..
İfade vermek üzere Adliye’ye getirilen küçük Zehra olayı anlatırken gözyaşlarına boğulmuş ve “okuldan geç çıktığım için babam beni biraz hırpaladı. Yanımda arkadaşlarım da vardı” demiş. Bölün sözleri; “okuldan geç çıktığı için”.. “Biraz hırpaladı”.. Ve “yanımda arkadaşlarım da vardı”.. Sadece okuldan geç çıktığı için bu canavarlıkla karşılaşıyor, üstelik arkadaşları bu onur kırıcı ve canını tehlikeye sokan olaya şahit oluyor ama o hala babasını “biraz hırpaladı” diyerek koruyor. Herhalde böyle söylemesini yanında bulunan babaannesi öğretmiştir, yoksa olacak şey değil..
NEYİ BEKLİYORSUNUZ Kİ?
Trabzon Valisi Recep Kızılcık duyarlı, yerinde bir konuşma yapmış ve “Babası olması durumu değiştirmez, devlet olarak gerekirse çocuğun koruma altına alınması için gerekli işlemleri başlattık” demiş. Şu “gerekirse” lafını hemen çıkarmak lazım, “gerekmiş” zaten, gün gibi ortada gerektiği.. Hukuku, medeniyeti oturtmuş Batı ülkelerinde “8-9 yaşındaki çocukların evde tek başına bırakılması” bile aileden alınması için yeterli sebep sayılıyor, böyle bir durumda asla geri verilmezdi. Valilik daha neyi bekliyor ki, kendi çocuğuna bunu yapabilen adamın onu öldürmesini mi? Kimbilir karısı da neler çekiyor olmalı..
12 yaşındaki kendi kızını sözleşmeyle babası yaşındaki adama satan babaya o çocuğun tekrar verilmesi, devlet korumasına alınması gerekirken bunu yapılmaması da hukuken mutlaka “devlete ait suç”tur.. Ama bu yapıldı.. Zehra konusunda benzer bir yanlışa izin verilmemeli ve çocuk mutlaka alınmalıdır, Vali Kızılcık’tan bunu duymayı bekliyoruz.. “Yargı”dan ise o babanın ağır şekilde, bir daha kimseye el kaldıramayacak, tekme atamayacak, yere çarpamayacak şekilde cezalandırıldığını duymayı..
2012’de yapın şunları artık, koruyun çocukları!
Kadın Bakanlığı neden bu konuya ilgisiz?
Çocukların “aile içi ve dışı tecavüzlerle” karşılaşmaması için bu konunun da acilen ele alınması ve Kadın ve Aile Bakanlığı’nın “yayınlarla, TV açıklamalarıyla konuyu gündemde tutması”, suçlulara ağır cezalar verilmesini sağlaması gerekiyor. Şu anda bile kimbilir kaç çocuk bu canavarlıklarla karşı karşıya iken neden hala hiç bir şey duyamıyoruz ve neden kadın kuruluşları bu konularda sessiz anlamak gerçekten mümkün değil!
Yorum Gönder