CHP'nin kuruluşundan itibaren, tek parti döneminde yaşanan ne varsa, artık belli bir kesim tarafından günümüz siyasetine malzeme yapılıyor. Dersim isyanı, İstiklal Mahkemeleri, Ezan'ın Türkçe okunması vb konular, yeni iddialar eklenerek kamuoyunun önüne getiriliyor.
En yetkili ağızlardan yapılan konuşmalarda, bir kısım medyanın yayınlarında şimdilik adı verilmeden (kimileri veriyor) Atatürk'e çatılıyor. Kısacası 1920'lerin, 30'ların, 40'ların Türkiye'sinde demokrasinin bulunmadığı, baskıcı, din düşmanı bir yönetimin egemen olduğu kamuoyuna anlatılıyor. Aynı çevreler, o yıllarda, dünyada özgürlük rüzgârları esiyormuş, her yerde demokratik yönetimler işbaşındaymış da Türkiye'de bu yokmuş izlenimini vermeye de özen gösteriyor. Benim konum ne İstiklal Mahkemeleri ne Dersim İsyanı ne de iddia edilen din düşmanlığı. Arandıktan sonra yanlışlıklar, haksızlıklar ve olumsuzluklar mutlaka bulunacaktır. Atatürk, "Herkes yanlış yapabilir, önemli olan bunlardan ders çıkarabilmektir" dememiş midir? Kendi düzenlerini kurabilmenin alt yapısını oluşturmak için Atatürk'ü hedef tahtasına oturtanların, söz konusu yıllarla ilgili anlatmadıkları çok önemli gerçekler vardır. Gelin bu gerçeklere bakalım ve o yıllarda Türkiye'yi cehennem, çevremizi de demokrasi cenneti gösterenlerin gizlediklerini ortaya koyalım.
Yunanistan’da 1926 yılında diktatörlüğünü
ilan eden Theodoros Pangalos
|
Diğer kapı komşumuz Yunanistan' daki durum da farklı değildir. Yunanistan'da, 1923 yılında yapılan halk oylamasıyla Cumhuriyet kurulmuştu. Ancak 1926'da General Theodoros Pangalos diktatörlüğünü ilan etti. Bundan dokuz yıl sonra, 1935 yılında ise
Kral II. George tahta geçti ve böylelikle Monarşi yeniden başladı. İkinci Dünya Savaşı'nda ise Almanya, İtalya ve Bulgaristan Yunanistan'ı işgal etti.
Savaş bittikten sonra Komünistlerle Kralcılar arasında iç savaş başladı. İç savaş, İngilizlerin yardımını alan Kralcıların zaferiyle bitti. Ardından da 1947'de yapılan halk oylamasında yönetim Kral II. George'a geçti.
Demek ki neymiş, Avrupa'ya açılan diğer kapımızda, o yıllarda, özgürlük ile demokrasi değil, diktatörlük, monarşi, düşman işgali ve iç savaş varmış.
İtalya’da 1943 yılına kadar iktidarını
sürdüren faşist lider Mussolini
|
Faşist diktatörlükten ve savaştan büyük zararlarla çıkan İtalya'da, 1946'da yapılan referandumla, Monarşi kaldırıldı, yeni Demokratik Cumhuriyet kuruldu.
Demek ki neymiş, İtalya'da da, özgürlük, demokrasi değil de diktatörlük, faşizm ve savaş varmış. İtalyanlar, bir faşist diktatörün yönetimi altında, baskı, zulüm, işkence ve yoksulluktan başka bir şey görmemişler.
Avrupa'nın bir diğer önemli ülkesi İspanya'daki duruma bakalım. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından İspanya' da, General Primoderivera'nın diktatörlük dönemi başladı. Primoderivera'nın 1930 yılında iktidardan düşmesinden sonra yapılan seçimleri Cumhuriyetçiler kazandı. Bunun üzerine Kral XVIII. Alfonso ülkeden ayrıldı. 1936'daki seçimlerin ardından Cumhuriyetçilerle Milliyetçiler arasında 1939'a kadar sürecek iç savaş başladı.
İspanya’yı 1975 yılına kadar faşizmle
yöneten General Franco
|
İspanya'nın komşusu Portekiz'e geçelim. Cumhurbaşkanı General Carmona'nın, 14 Haziran 1928'de General Salazar'ı Maliye Bakanlığı görevine getirmesi dönüm noktasıydı. Portekiz'de faşist bir düzen kurmak isteyen Salazar, önce 1930'da "Milli Birlik" adlı bir harekete liderlik etti. Ardından da 1932'de Başbakan oldu. "Mavi Gömlekliler" adlı faşist bir örgütlenmeyi hayata geçiren Salazar, "Portekiz Lejyonu" adıyla silahlı çeteler oluşturdu. Son olarak ise Nazi Almanya'sındaki istihbarat servisi Gestapo'nun bir benzerini kurdu. Salazar'ın faşist diktatörlüğü 1973' deki Karanfil devrimine kadar sürdü.
Demek ki neymiş, Portekiz'de o yıllarda özgürlük ve demokrasi değil, tüm kurumlarıyla resmen faşizm varmış. Portekizliler de, faşist diktatörlükten başka bir düzen tanımamış.
Adolf Hitler |
Tekrar konumuza dönelim. Saldırgan politikasıyla 1939' da II. Dünya Savaşı'nı başlatan Nazi Almanya'sı Yahudi soykırımını yapıyor, dünyada milyonlarca insanın ölümüne yol açıyordu. Bu savaş aynı zamanda milyonlarca insanın sakat ve evsiz kalmasına, kentlerin, ülkelerin yıkılmasına neden oluyordu.
Demek ki neymiş, Almanya'da o yıllarda demokrasi, özgürlük değil, faşist diktatörlük, baskı, soykırım, toplama kampları ve savaş varmış.
1924’den itibaren Sovyetler Birliği’ni
açık cezaevine dönüştüren Stalin
|
1990'lı yılların başında çöken Sovyet rejiminde yaşananları anlatmaya sayfalar yetmez. Bu nedenle sadece kuruluşundan II. Dünya Savaşı sonuna kadar olanları özetledim.
vatandaşları, acı, korku, kan ve savaşı yaşamış.
Yedi Avrupa ülkesindeki durumu Türkiye ile karşılaştırdım. Bu ülkelerin o yıllardaki ortak özellikleri, baskı, zulüm, sürgün, toplama kampları, katliam, diktatörlük, faşizm, iç savaş, savaş vb olumsuzluklardır. Demokrasinin ve özgürlüğün lafı bile geçmiyor. İşte bu tabloyu görmezden gelip, o yılların Türkiye'sine, daha doğrusu adını vermeden Atatürk'e hakaret edenlere tek kelime ile "Nankör" denir.
Yirmili, 30'lu ve 40'lı yıllarda, Türkiye'de iç savaş, savaş, işgal, darbeler ve diktatörlükler yaşanmadığı için mi İnönü üzerinden üstü kapalı Atatürk'e hakaret ediyorlar?
O yıllarda, Türkiye'de Harf Devrimi ile Eğitim ve Öğretim Devrimi yapıldığı, Medeni Kanun ve Soyadı yasası kabul edildiği, Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiği, Halifelik
Demek ki neymiş, Doğu komşumuz Sovyetler Birliği'nde de o yıllarda demokrasi, özgürlük değil, diktatörlük, baskı, sürgün ve ölüm kampları varmış. Sovyet ve Saltanat kaldırıldığı vb birçok yenilik getirildiği, yani insanımız kulluktan vatandaşlığına yükseltildiği, cehaletten kurtarılıp, aydınlatıldığı için mi, şimdilik İnönü üzerinden Atatürk'e üstü kapalı hakaret ediyorlar?
Diğer Avrupa ülkelerinde o yıllarda demokrasi ve özgürlük değil de ne tür yönetimler olduğunu bir başka yazıda anlatacağım.
Yorum Gönder