Ah şu Kemalistler! - Hasan Pulur

Döndük dolaştık yine aynı yere geldik: “-Bu devlet her işe karışıyor! Kaç çocuğumuz olacağına bile evlenme cüzdanı verirken, yemin ettirecekler...”
Televizyon dizileri devletin hoşuna gitmiyor, gereği yapılacak!
Şu sendikanın başına şu gelecek, şu meslek odasının başına da bu gelecek, devlet böyle istiyor.
Nedir o rezillik, o heykel?
Ya nedir bu kitap?
Devlet bunları istemiyor.
Şu şarkıyı söyleyeceksin, bu müziği dinleyeceksin, devlet böyle istiyor.
Öyle her gördüğünü yemek yok, bakalım helal mi?
Hele içki içmek, zinhar yasak!
Çok şükür devlet başımızda...
Ne demişler:
“-Devlet başa, kuzgun leşe!”
Çok şükür ki devlet başımızda...
Tam sırasıdır:
“-Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”
* * *
Biz düşünenlerden olduğumuz için bunu da açık seçik yazdığımız için, damdan düşmüş gibi bir halimiz yok!
Biz “karşı devrim”in ne demek olduğunu bilmeyerek mi yazdık?
Bir vali, yarı resmi içki yasağı koyarsa, bir emniyet müdürü “Genç kızlarla, delikanlılar el ele tutuşup geziyorlar, utanıyorum, elimiz kolumuz bağlı” diye feryat edip devleti yardıma çağırınca...
Devlet yardıma koşmayıp da ne yapsın, biraz bekleyin...
Lakin bizim tatlı su liberallerinin gözleri fal taşı gibi açık, şaşkınlar...
Ya işittikleri!
Oysa neler beklemişlerdi, neler!
Şu Kemalistler, şu ulusalcılar, şu laikler...
Umutlar ellerinde patladı.
* * *
Yarım asırlık arkadaşımız filozof, şair Hilmi Yavuz, “Taraf” gazetesinden Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide, durum ve vaziyetin altını çizmiş:
“-Müslümanlar, bilmeden Kemalist oldular!”
Zaman bu taraf bu...
Allah korusun, nereden çıktı bu?
Kemalistler tek parti iktidarında ne yapmışlarsa, şimdi aynısı yapılıyormuş, tepeden inmecilik...
Elbette, mana ayrı da, icraat, usul aynı...
“-Ben ne dersem o!”
Yani Kemalistler ne yapmışsa, bunlar aynı yöntemle yapıyorlarmış.
Yani Hilmi Yavuz yarım asırlık arkadaşımız olmasa “Hay, sizin başınıza Kemalistler kadar taş yağsın!” diyeceğiz.
Hâlâ mı Kemalistler?
Hani yüzde elli oy?
Bereket versin, onların bu tarzını, tavrını bilenler de var, Başbakan şecerelerini sayıp döküyor, despot aydınlar diye...
* * *
İşte Şehir Tiyatroları’nın hali...
Yalnız bir nokta koyup durun...
Biz bildik bileli her siyasi iktidar, tiyatroyu ele geçirmek ister, zaman zaman geçirir de...
Ellerinde de o kaba saba fetva:
“-Parasını biz vereceğiz, onlar bize karşı oyun oynayacaklar!”
Bu ilke, gerekçe hiç değişmez...
Tiyatro üzerine ahkâm kesenler acaba Haldun Taner’in “Sersem Kocanın, Kurnaz Karısı”nın sonundaki tiradı hiç okumuşlar mı...
Fasulyeciyan, Münir Özkul’un ağzından tiyatroyu anlatır.
Tirat “Zaten aktör dediğin nedir?” diye başlar:
“Biz onlar varken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Olsa olsa eski program dergilerinde kalırız. Görüyorum ki, hepiniz gardıroba hücuma hazırlanıyorsunuz, birazdan tiyatro bomboş kalacak.
Ama, tiyatro o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satanik’in bir şarkısı şu perdelerden birinde takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Siranuş’la, Virjin’in bir diyaloğu, eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır.
Hatıralarsa o sessizlikle saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yokuz, seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır.
-PERDEEEEE!”
Tiyatro budur işte...
İki kalas, bir heves, diyenler olsa da...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget