Varlıklarını “bağımsızlık mücadelesi”ne borçlu ülkelerin büyük kentlerinde mutlaka bir “özgürlük meydanı” vardır. Örneğin Tiflis’teki gibi en uzaklardan bile görülebilen yüksek anıtlarla bezenmişler; ya da Bakû’daki “Azatlık Meydanı” gibi görkemli yapılarla çevrelenmişlerdir...
Peki, “bizde neden yok” diye merak edenler İstanbul’daki Beyazıt Meydanı’nın adının 12 Eylül 1980 faşist darbesinden önce 20 yıl “Hürriyet Meydanı” olduğunu görürler. O kadar ki üzerlerinde ‘Hürriyet Meydanı’ yazan tramvay ve otobüs fotoğrafları İETT arşivinden hâlâ solmamış halde bulunabilir..
Meydana bu adın verilmesinin nedeni, 27 Mayıs öncesindeki “baskıcı hükümet”e karşı ‘özgürlük’ isteyen gençlik hareketlerini ağırlamasıydı… Çünkü “İstanbul Üniversitesi” buradadır...
Özellikle 28 Nisan 1960 gösterilerinde polis kurşunuyla yaşamını yitiren Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz’in toplumda ‘hürriyet/devrim şehidi’ olarak anılması ise meydana bu adın verilmesindeki etkisi büyüktür. İktidarın acımasızlığına karşı öğrencilerin “Plevne Marşı”yla yürümeleri ise dönemin unutulmazları arasındaydı...
“Olur, mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler; Bu dünya size kalır mı?”
Turan Emeksiz Vapuru
Meydandan ‘hürriyet’ adını 12 Eylül faşizminin silmiş olması da aslında olağandır; çünkü ülke ve ulus, 27 Mayıs’la elde ettiği tüm çağdaş özgürlük kazanımlarını 12 Eylül’le yitirmiştir...
Başta tüm dünyanın hayran olduğu 61 Anayasası olmak üzere, demokratik örgütlenmelerden hukuk devleti kurallarına kadar 27 Mayıs’ın tüm armağanlarını yok eden 12 Eylül, elbette ki bunun simgesi olan ‘Hürriyet Meydanı’ adını da duvarlardan, otobüslerden silecekti...
Ama devrim şehidi Emeksiz’in adı, şimdi Mudanya’da kıyıya bağlı “Otantik Otel”e dönüştürülen şehir hatları vapurundan silinememişti… Vapurun adını değiştiremeyen iktidar, çözümü satmakta buldu. Turan Emeksiz Vapuru, Kadıköy-Eminönü hattından 2005’te emekliye (!) ayrılarak pazarlandı. Neyse ki yeni sahipleri jilet yapmak için değil, aynı isimle turizme hizmet ederek yaşatılması için almışlardı...
DPT; TÜBİTAK; TRT
27 Mayıs’ı, ülkemizin gericileri ve gericiliği önemsemeyen sözde demokrasi tutkunları faşist darbelerle neden eşdeğer gösteriyorlar?
Yanıt için dönemin kazanımlarından birkaçını anımsamak yeterli. 61 Anayasası’yla kurumsallaşan “Anayasa Mahkemesi”, “Devlet Planlama Teşkilatı”, “Türkiye Radyo Tele-vizyon Kurumu”, “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu”… gibi kuruluşlar, gericilerin diş biledikleri ve yok etmeye çalıştıkları sosyal, hukuk devletimizin temel organları değiller midir?
27 Mayıs’ı öncesiyle/sonrasıyla yaşayan ileri düşünceli Atatürkçü büyüklerimizden hep dinlemişimdir; “Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamları elbette ki doğru değildi ve devrime de çok zarar verdi... Ama bu yanlış yapılmasaydı bile, devrim ve Cumhuriyet düşmanları başka bahanelerle yine 27 Mayıs’ı karalayacaklardı.”
… Ve alyanslar
27 Mayıs 1960’ta Erzincan’daki İnönü İlkokulu’ndaydım. Unutamadığım bir anı ise annemle babamın alyanslarını devrim hükümetine bağışlama kampanyasına katılmalarıydı… Konu komşu bizde toplanmış, heyecanını hep birlikte yaşamıştık.
İlerleyen yaşlarımda o heyecanın anlamını daha da kavradıktan sonra hep düşünmüşümdür; “Hangi hükümet, ülke ekonomisini dış borçlardan kurtarmak için halktan alyanslarını bağışlamasını isteyebilir?
Bu inanılması zor milli destek hangi hükümete yapılabilir?”
Yorum Gönder