Örneğin hiçbirinin aklına “ahlâksızlıkla elde edilen bir bilginin ahlâkını tartışmak ahlâka uygun mudur” diye düşünmek gelmedi.
Şimdi de, “her elektronik belge iz bırakır, neden bunlar izlenip de suçlular yakalanmıyor?” sorularına “Bu şikâyete bağlı bir suç, neden yargıya başvurmuyorlar?” diye bahane buluyorlar.
Tamam, eğer bir kişinin mahremiyetine tecavüz olmuşsa, bunun yasal yolu, savcılığa şahsi şikâyetle başlar.
Ancak şu anda yaşadığımız olay bir kişinin mahremiyetine tecavüzden çok ileri bir durum. Kimi siyasetçiler üzerinden Türkiye siyaseti dizayn edilmeye, seçim sonuçları etkilenmeye ve Türkiye’nin gelecekteki profili çizilmeye çalışılıyor.
O halde bir mağdurun şikâyet etmesini beklememelidir ve iktidar, eğer tüm ülkenin güvenliğinden sorumluysa bu çirkin tezgâhı ortaya çkarmak için resen harekete geçmek zorundadır.
Kişilerin şikâyetleri ve uğradıkları mağduriyetin giderilmesi daha sonraki iştir.
Peki, AKP sözcüleri ve yandaşlar neden “şikâyet” konusunu dillerine doluyorlar.
Cevabı çok basit. Şikâyet olursa, önce bu kişilerin ifadesi alınacak. Savcılığa gidecekler. Gazeteci ordusu da onlarla birlikte tabii. Verilen ifadeler anında sızdırılacak. Şikâyetçiler bir daha rezil edilecek
İş bununla kalmayacak, görüntülerdeki kadınlar da ifadeye çağrılacak. İnternetteki videolarda yüzleri pek seçilemeyen ve kimlikleri de henüz tam bilinmeyen bu kadınlar topluma tanıtılacak. İnsan içine çıkamayacak hale getirilecek.
Ardından evlerde keşifler yapılacak. Kameraların yerleştirildiği yerler saptanacak, parmak izleri aranacak. Kamera orduları evlere dalacak.
Bütün bunlar uzun bir süreç gerektirir. Bu süre içinde ne bu işi planlayanlar, ne operasyonu yapanlar, ne görüntüleri internete koyanlar ortada olacak. Çünkü onlara bütün bu süreç bittikten sonra sıra gelebilecek ancak.
O arada seçimler yapılacak, seçilen seçilecek, belki yeni hüküme kurulacak.
Ama gizli çekim mağdurları için hiçbir şey bitmemiş olacağı gibi her gün gündemde kalacakları için iyice rezil edilecekler.
İşte “yargıya gitsenize, şikâyetçi olsanıza” çağrılarının ardında bu var.
Çünkü pek çok diğer davada olduğu gibi “yargıya güvenin, yargıya gidin” avazelerinin gerçeği şudur: “Yargıya gidin ki işler uzasın, bu arada ama hapiste kalarak ama dışarıda rezil olarak burnunuz iyice sürtülsün. Asıl suçluların yakalanması ise başka bahara kalsın.”
Tuncay Özkan propagandası
Baştan söyleyeyim ki bu yazı bir propaganda yazısıdır. Silivri cezaevinin tecrit hücresinde tutulan, buna rağmen bağımsız adaylığını koyan gazeteci arkadaşımız Tuncay Özkan’ın seçim propagandasıdır.
Tuncay Özkan tek kişilik hücrede aylardır tecritte olduğu için siyasi çalışmalarını bizzat yapamıyor. Onun yerine gönüllüleri İstanbul 1. bölgeyi karış karış gezerek propaganda yapıyor.
Ben Tuncay Özkan’ın seçmeni değilim. Ama bana bir mektup yazmış ve seçmenlerine kendini tanıtabilmek için yardım istemiş. Boynumun borcudur.
Tuncay Özkan mektubunda seçilirse ne yapacağını çok kısaca anlatmış. Size de aynen aktarmak istiyorum:
“Benim iki amacım var. Vicdanı ve özgürlüğü, insan onurunu savunmak. Oysa özgür vicdanları susturmak, tek politik ve dini güç olmak, gerçekleri ortadan kaldırmak cehaleti egemen kılmak istiyorlar.
En başta fikir ve inanç özgürlüğü olmak üzere, özgürlükler için mücadele ettim. Bedeli ne olursa olsun vicdanların ve özgürlüklerin önündeki duvarları yıkmak için mücadeleme devam edeceğim.
Söz veriyorum; benim bulunacağım Meclis’te hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Anadolu’nun ve Mustafa Kemal aydınlığının sesi, gücü, eylemi iktidarı olmak için çalışacağım.
Her oyun ve desteğin hakkını vereceğime söz veriyorum. Oyunuzu ve desteğinizi istiyorum. Bunu Türkiye’yi, geleceğimizi savunmak için istiyorum.
Yurttaşları sevgi ve saygıyla selamlıyorum
Tuncay Özkan. İstanbul 1. Bölge Bağımsız adayı
Silivri 1 nolu cezaevi B/3 Tecrit Hücresi“
Taşeron firma işçileri sendikaya girdi işinden oldu
Geçen hafta TV8’de Tayfun Talipoğlu’nun programına Samsun’dan katılmıştım. AKP ve CHP’nin Samsun birinci sıra adaylarına sırayla sorular sormuştuk. Talipoğlu’nun seçim TIR’ı deniz kenarına yapılan parktan yayın yapıyordu. Doğal olarak isteyen vatandaşlar da yayını yerinden canlı olarak izliyordu.
AKP adayı Suat Kılıç konuşurken birden TIR’ın karşısına geçen üç kişi “Gazi’den atılan işçiler geri alınsın” diye bağırmaya başladı. Görevliler hemen bağıranların yanına koştular, fazla itiş kakış olmadan protestocuları uzaklaştırdılar.
10 dakika kadar sonra Suat Kılıç’a “yayın sırasında bir protesto oldu, izleyenler de duymuştur, ama ne olduğunu anlamadık, siz biliyor musunuz?” diye sordum. Kılıç bilmediğini söyledi. Sonra izleyenlerden bazıları “Hastanede işten atılanlar” dediler. Kılıç “Bize bir şey yansımadı” dedi.
Yayından sonra kaldığım otele girerken arkamda üç kişi belirdi. “Protestocular bizlerdik” dedi biri. “Hah” dedim, “Neydi anlatın, kimse bilmiyormuş.”
Biri “Tabii işlerine gelmiyor, çünkü biz 115 günden beri işten atıldığımız için Samsun Gazi Hastanesi’nin önündeki kurduğumuz çadırda yaşıyoruz, nasıl bilmezler” dedi. “Niye atıldınız?” diye sordum. Taşeron firmanın işçileriymişler. Biri DİSK’e bağlı Sağlık sendikasına üye olmuş. Taşeron da işçiyi ve ona destek veren iki kişiyi anında kapı önüne koymuş. Ancak onlar yılmamışlar ve çadırda direnişe başlamışlar.
“Sizi izliyorduk, Suat Kılıç Samsun’da kimsenin işten çıkarılmadığını söyleyince dayanamayıp koştuk. Kusura bakmayın yayını da bozduk ama sesimizi başka türlü duyuramazdık” dedi biri.
Devletin koca hastanesi sağlık işlerini taşeron firmalara veriyor, ucuz işçilik olsun diye. Böyle olunca da o çalışanların ne sosyal hakları oluyor ne de sorun yaşadıklarında başvuracakları bir makam. Hastaneleri yöneten bakanlık da, dikensiz gül bahçesinde dolaşırcasına, tam da seçim öncesi “en iyi bakanlık biziz” reklamları veriyor televizyonlara dünyanın parasını harcayarak.
Her gazeteye lazım
Meslektaşları kıskanmamak mümkün mü? Hele yandaş gazetelere hizmet verenleri.
Öyle güzel haberler yakalıyorlar, öyle ince çalışmalar yapıyorlar ki, nasıl kıskanmazsınız.
Örneğin dün bir gazetenin çok kıskanılacak bir muhabiri, Kılıçdaroğlu’nun mitingine katılan PKK militanlarını tek tek bulmuş ve fotoğraflamış.
Aynı muhabir PKK militanlarının çeşitli eylemlerdeki görüntülerini de çekmiş meğer.
Sonra da bu fotoğrafları yan yana koymuş.
Vallahi ne MİT ne askeri istihbarat ne de polis istihbaratı bu kadar ince çalışabilir.
Her gazetede bu kadar titiz, çalışkan, dikkatli ve arşivci tek muhabir olsa medyanın sırtı asla yere gelmez.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi şöyle dursun, şehirlerle
ilgili önemli kararları Başbakan alıp projeleri de kendisi açıklıyor. Yani AKP’nin belediyecilik anlayışında yerinden yönetim yok, “derinden yönetim” var. (Gani Yıldız)
Yorum Gönder