İstanbulun Fethi Yıldönümünde Bazı Ayrıntılar (2)
Alınmadan Önce Şirin İstanbul:
İstanbul’un Türkler tarafından 1453 yılında fethi bir çağı kapatıp yeni bir çağ açmıştı. Bu mucize olay, Hıristiyanlar olduğu kadar Araplar arasında bile öylesine bir şaşkınlık yaratmıştır ki, özellikle Hıristiyanlar arasında müthiş bir üzüntü, kıskançlığa neden olmuş, bu durum yüzyıllar süren kine dönüşmüştür. Ne ki, birinci bölüm yazımızda belirttiğimiz gibi, bu fetih “kıyamet alametlerinden” sayılmış.
Bizans halkına göre İstanbul ilahi koruma altındaydı ve buna layık olan dünyanın tek şehri idi. Ancak yine de kentin ele geçirilebileceği gerçeği Rumların korkulu rüyasıydı. Bu inanç ve korkunun karşılığı olarak kentte yeni bir kehanet dolaşmaya başlayacaktır: Bu Kehanete göre, Müslümanlar günün birinde surları aşmayı başararak kente gireceklerdir. Türkler Boğa Meydanı’na (bugünkü Tavuk Pazarı) kadar şehir halkını kovalayacaklar. Ancak Konstantin Sütununa gelindiğinde gökten bir melek elinde bir kılıç ile “esafil-i nas” tan (halkın içinden) birini seçerek elindeki kılıcı verecek “ümmet-i ilahhiyye”nin (kutsal milletinin) öcünü almasını emredecek; o kişi komutanlığında Bizanslılar Türkleri sadece İstanbul’dan değil tüm Anadolu’dan söküp atarak İran sınırına kadar kovalayacaklardır”. İşte Bizanslılar o dönemlerde kendilerini böylesi bir ilahi himaye altında güvencede hissediyorlardı. [i]
BİZANS ÖYLE TARTIŞMIŞ AMA BİZ NEYİ TARTIŞIYORUZ.
Anlatıldığına göre, fetih sırasında, Bizans din adamları kendi aralarında melekler “dişi midir, erkek midir” gibi boş inanç ve tartışmalar içindedir.
Bizanslılar öyleyken, o gün den 563 yıl sonraya, günümüze gelelim. Çağdaş dünyada acaba biz neleri tartışıyoruz. Günümüzün Müslümanlarına bir bakalım, birbirinin Müslümanlık derecesini, mezhebini tartışıyor, birbirinin boğazını Allah adına kesiyorlar. “Hangi elle yemek yemek lazım, sol elle yemek yiyen cehennemde yanar mı? Ayakta mı işemeli, oturarak mı işemeli; pisuvarda işemek dinen caiz mi? Tanrı demek günah mı, sadece Allah mı demeli; Peygamberin karikatürünü çizmenin katli vacip mi, değil mi? Cıma” (cinsel birleşme) “ile oruç açılabilir mi? “Uzaya nasıl gideriz” diye tartışacağımız yerde “uzayda kıble nasıl bulunur” diye tartışıyoruz. “O Sunnidir, bu Şiidir, diye Müslümanlar birbirlerini boğazlamıyor mu?” Gibi pek çok hurafelerle donatılmış tartışmalarımız, konuşmalarımız yok mu? Bizanslıları o tartışmaları ile bu günkü İslam dünyasının tartışmaları arasında ne fark var. [ii]
İşte bu hurafeli tartışmalarla boğuşan, Laik TC nin yetiştirdiği, kimya dalında 2015 Nobel ödülü almış bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar, bakınız neler söylüyor:
“…Biz ülke olarak, 500 yıllık Osmanlı ve Türk tarihinde bilime önemli katkılar yapmış değiliz. Sadece Türkiye değil, tüm İslam dünyasında son 500 yılda doğru dürüst bilime katkı yok. Yahudi kardeşlerimiz dünya nüfusunun yüzde 2’sini teşkil ediyor ve yüzde 20 bilim Nobellerini almışlardır. Onlar diğer insanlardan daha üstün zekâlı mı? Değiller. Onların kültüründe bilime, eğitime önem veriliyor. “Atatürk ve Cumhuriyet’in yaptığı bilimsel evrimlere teşekkür borcumuz var”. Avrupalısı, Amerikalısı diyor ki, “Sizin tek övündüğünüz şey Fatih Sultan Mehmet, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü.” [iii]
BİZANSLA AYNI GİBİYİZ SANKİ!
Fethin 563. yıldönümünde, dünya kadar masraf ederek, tahtadan yapma çakma surlar önünde, zabıtaya palabıyık yapıştırılmış çakma yeniçeriler önünde yağcı-yandaş çığırtkan şöyle bağırıyor: “İslam coğrafyasının umudu, Balkanlarda Evlad-ı Fatihan işte Recep Tayyip Erdoğan” , yani “padişahım çok yaşa” der gibi adeta. Günümüzün Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan dini talkın, telkinleri yanında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Müslümanları geri bırakan nice hurafelerle savaşacağı, insanları aydınlatacağı yerde, “kadın eli sıkmak günah”, “heykele put” diyordu. Bu düşüncedeki toplumda onların paralelinde “baleye müstehcen” diyen zihniyetle güzel sanatlarda gelişme olur mu? O zaman Bizanslılarla ne farkımız var?
Fatih’in Topkapı Sarayı kapı girişinde Bâb-ı Hümâyûn” ve “Saltanat Kapısı” adlarıyla bilinir ve kapının hemen üstünde o kitabede Fatih, kendisi için “Allahın yeryüzündeki gölgesi” ifadelerini kullanıyordu. (Bu kitabe halen orada durur). Bu zihniyetle, günümüzde (fetihten 563 yıl sonra) R.T. Erdoğan’ı peygambere benzeten, Tayyip’in eli değdi diye el yalayan (ayrıntı bu yazımızın 1. bölümünde) zihniyet arasında ne fark vardır? Biz bu zihniyetle çağı yakalamak şöyle dursun, çağın gerisine doğru sürüklenmekteyiz.
DEFALARCA FETHETMEK İÇİN GİRİŞİMDE BULUNULDU
İstanbul, fethedildiği 1453 yılına kadar, 1125 yıl içerisinde birçok kereler değişik uluslar tarafından işgal edilmek istenilmişse de, kente yönelik bir girişimler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İstanbul zaman zaman Grekler, Romalılar, Bulgar ve Latinler, Türkler, Araplar tarafından kuşatılmış; bu kuşatmalara Araplar yedi ve Türkler altı yeni sefer eklemişlerse de kentin mükemmel yerleşimi, surların kenti savunması ve Bizans askerleri ve halkının gerçekten takdire değer mücadelesi sayesinde kuşatmacılar emellerine ulaşamamışlardır. Özellikle Müslümanların ve Türklerin kuşatmaları sırasında kale surlarında beliren Meryem Ana figürünün kaleyi savunan Rum askerlerine moral verdiği ve başarılarını arttırdığına inanılmaktadır. Birçok Bizans tarihçisi kuşatmalar sırasında Tanrının kendilerine mucizeler göstererek yardımcı olduğunu ve Meryem Ana’nın ruhu kentte dolaştığını yazmaktadırlar. Hatta kuşatmalardan birinde göklerin açılarak kendilerine refakat eden azizlerle birlikte Meryem Ananın görüldüğü son kuşatma sırasında kentte yaşayan Rumlar arasında anlatıla gelmiştir.
Bu fethin değişik zamanlarında çok ilginç anlatım ve olaylara rastlıyoruz.
500 yıl önceki bir Osmanlı tarihçisinin notu:
İstanbul’un Türk’ler tarafından alınmasından önceki halini ve olayları, o devrin tanınmış tarihçilerinden Hoca Sadeddin Efendi, Tacu’t Tevarih (başlara taçtır bu kitap) adlı tarih kitabında o tatlı üslûbu ile aynen şöyle anlatıyor:
“Şirin İstanbul Şehri ki adı da Kostantiniye olup üstün güzelliklere ve akla durgunluk veren nimetleri ile tanınmıştır. Seçkin sahabeler devrinden beri fethi padişahların dileği, sultanların başlıca isteği idi. Ama bu güzel gelin (İstanbul), teslim olmama perdesi arkasında saklanmakta direniyor, bakışları güzel bir padişahla cilveleşmekten, değerli bekâretini bir güçlü yiğide vermekten kaçıyor idi. Bu güne kadar kimse onu kucaklayamamıştı. Bu dilekle Yıldırım Bayezid Han’ın gayreti de o yöne yönelmeye ve bu değerli düşünce ile kafası iyice dolmaya başlamıştı. Gerçi İstanbul İslâm toprakları ortasında kalmıştı.
Padişah Yıldırım Bayezıd 797 - M 1395 de Rumeli’ne fetihlere Engürüs’e (Macar’a) doğru yönelince, İstanbul Tekfuru durumu Engürüs Kralına bildiren mektupla casusları yakaladı. Padişah İstanbul’a yöneldi, İstanbul’a saldırdı. Dinin gölgesi olan Padişah Tanrı katından görevlendirildiği için, sanki ol şaşkının aldığı bütün tedbirlerden bilgi sahibiydi; İstanbul’u altı ay kadar kuşattı, ama Engürüs Kralının saldırısı ile bu kuşatmadan vazgeçti, onu sindirdi.
Yıldırım Bayezıd İstanbul’un alınmasına yöneldi. Anadolu yakasına Anadolu Hisarını yaptı. İstanbul Tekfurunu da haber salıyordu. İstanbul Tekfuru çöküntü, yıkıntı, korku içinde idi. Padişah’a haber salarak boyun eğdiğini bildirdi. Çeşitli hediyelerle on iki bin flöri (altın para) gönderdi. Çeşitli hediyeler yanında on kadar iri balığın karın boşluklarını altın ve gümüşle doldurarak gönderdi. Elçi Ali Paşa’ya, sultan katında cizye ödemek suretiyle kabulünü sağlamasını rica etti. Anlaşmaya göre İstanbul’un bir semtine Müslüman Mahallesi kuruldu. Kadı ve din adamını padişah tayin etti. Her yıl İstanbul Tekfurunca belli bir cizye ödenmesi, padişah adına o mahallede hutbe okunması kabul edildi. [iv]
İSTANBUL İÇİN SÖYLENEN İSİMLER
“Dünyü tek hükümet olsa merkezi İstanbul olmalıdır” Napolyon
Tarih boyunca İstanbul için çeşitli milletler değişik adlar vermişler. Solakzade Tarihinde İstanbul için, Yavuz Sultan Selim zamanının tarihini anlatırken, “Dârü’l hilâfe” bazen de Asi tane-i saadet veya “Asitâne-i saadet medar” demekte (Cilt: II Sf: 49–50) Yine aynı tarih kitabının 86. Sayfasında İstanbul için Mahmiyye-i Kostantiniyye, Osmanlı mülkü için Diyar-ı Rum denilmekte. Yine aynı kitabın 97. sayfasında, İstanbul için Dârü’l mülk Kostantiniyye denilmekte. 212. sayfada Daru’l- devlet-i Seniyye, yani Mahmiyye-i Konstantiniyye diye yazılmakta.
Yakın zamanımıza (2000 yılına) kadar, ulusal ulaştırma reklâmlarına fanatik düşünen Yunanlılar, İstanbul adını ”Konstantinopolis” diye yazıyorlardı. Türkiye’nin yoğun şikâyet ve ısrarları ile bu isim zorlukla değiştirilmişti.
Tarih ve doğal güzellikleri ile Avrupa’nın, belki de dünyanın sayılı güzel şehirlerinden biri olan İstanbul için, Fransa Kralı Napolyon Bonapart şöyle demişti: “Dünyü tek hükümet olsa merkezi İstanbul olmalıdır”.
İstanbul 1453 de fethedilince devlet merkezi İstanbul’a taşınmıştı. Son olarak 1917 de bastırdığı paralarda bile Konstantiniyye: Kostantin’in beldesi tabirini kullanacak kadar kendi milliyetinden benliğinden, hatta haysiyetinden yoksun olduğunu adeta göstermişti. [v]
Sayıları 29 Olan Kuşatmalar Sirayla Şunlardir:
M.Ö 340 Makedonya Kralı Phillippe
M.Ö 194 Roma İmparatoru Septim Severus (Başarılı olmuştur.Şehir artık Romalılara bağlanmıştır.)
M.S 616 İran Hükümdarı Keyhüsrev
M.S 626 İranlılar ve Avar Türkleri ortak
M.S 665 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 667 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 672 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 712 Emevi Halifesi I.Velid
M.S 722 Emevi Halifesi I.Velid (Yalnızca Galata Limanı alınmış,Arap Camii inşa edilmiştir.)
M.S 782 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
M.S 854 Abbasi Halifesi Mütevekkil
M.S 864 Ruslar
M.S 869 Abbasi Halifesi Mütevekkil
M.S 936 Ruslar
M.S 959 Macarlar
M.S 970 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
M.S 1203 Latinler (Latinler İstanbul'u 1261'e kadar ellerinde tuttular.)
M.S 1302 Venedikliler
M.S 1348 Cenovalılar
M.S 1391-1396 Osmanlı Padişahı I.Bayazid (Şehir İstanbul'da bir Türk Mahallesi kurulması isteğine karşı çıkılması üzerine ablukaya alınmıştır.)
M.S 1412 Osmanlı Şehzadesi Musa Çelebi
M.S 1422 Osmanlı Padişahı II.Murat
M.S 1437 Cenovalılar
M.S 1453 Osmanlı Padişahı II.Mehmed (Başarılı olmuştur.Sonrasında şehir Türklerin hakimiyeti haline girmiştir.)
Bunun yanında Atilla'nın, Vikinglerin, Bulgarın ve Gotların da kuşatma yaptığı bazı kaynaklarda geçer ama tarihleri bilinmemektedir. [vi]
KEŞİŞİN RÜYASI FATİH’İN BEDDUASI
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alıp da alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden derine bir inilti işitildi. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdiler. Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Padişahın huzuruna çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.
Niçin hapsedildin diye sordular. Keşiş de fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin’in kendisini çağırıp “İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerine de, Konstantin’in kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti. “Şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru çıkmış” dedi.
Bunun üzerine Fatih’te İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendireceğini bildirdi.
Keşiş remil attı ve şöyle dedi:
“İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lâkin öyle bir zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak”.
Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih, ellerini kaldırarak, “İstanbul’da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar”!. Diye beddua etti. Ama şimdilerde, İstanbul’da emlak, arazilerin Araplara, Güneydoğu’da, Fırat boylarında İsraillilere satıldığını ve böylece çeşitli Batılı zenginlere satılan emlak miktarının da İstanbul kadar olduğunu, tapu kadastro uzmanları söylemekteler. [vii]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[i] https://www.kadinlarkulubu.com/archive/index.php/t-63338.html
[ii] https://blog.milliyet.com.tr/melekler-erkek-midir-yoksa-disi-mi-/Blog/?BlogNo=28212
[iii] https://www.hurriyet.com.tr/prof-dr-aziz-sancar-500-yildir-islam-dunyasinda-bilime-neden-dogru-durust-katki-yok-40109103
[iv] Tacu’t Tevarih Hoca Sadedin Efendi Cilt:1 Sf: 216–218- 227–229
[v] Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler Cilt: I Sf:17–6.bölüm [vi] https://www.turkcebilgi.com/istanbul'un_fethi
[vii] İstanbul Risaleleri İstanbul Kitap Süheyl Ünver’den nakleden Zülfi Livaneli Vatan 28.9.2005 Sf: 5