Mayıs 2016
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İstanbulun Fethi Yıldönümünde Bazı Ayrıntılar (2)

Alınmadan Önce Şirin İstanbul:
İstanbul’un Türkler tarafından 1453 yılında fethi bir çağı kapatıp yeni bir çağ açmıştı. Bu mucize olay, Hıristiyanlar olduğu kadar Araplar arasında bile öylesine bir şaşkınlık yaratmıştır ki, özellikle Hıristiyanlar arasında müthiş bir üzüntü, kıskançlığa neden olmuş, bu durum yüzyıllar süren kine dönüşmüştür. Ne ki, birinci bölüm yazımızda belirttiğimiz gibi, bu fetih “kıyamet alametlerinden” sayılmış.
Bizans halkına göre İstanbul ilahi koruma altındaydı ve buna layık olan dünyanın tek şehri idi. Ancak yine de kentin ele geçirilebileceği gerçeği Rumların korkulu rüyasıydı. Bu inanç ve korkunun karşılığı olarak kentte yeni bir kehanet dolaşmaya başlayacaktır: Bu Kehanete göre, Müslümanlar günün birinde surları aşmayı başararak kente gireceklerdir. Türkler Boğa Meydanı’na (bugünkü Tavuk Pazarı) kadar şehir halkını kovalayacaklar. Ancak Konstantin Sütununa gelindiğinde gökten bir melek elinde bir kılıç ile “esafil-i nas” tan (halkın içinden) birini seçerek elindeki kılıcı verecek “ümmet-i ilahhiyye”nin (kutsal milletinin) öcünü almasını emredecek; o kişi komutanlığında Bizanslılar Türkleri sadece İstanbul’dan değil tüm Anadolu’dan söküp atarak İran sınırına kadar kovalayacaklardır”. İşte Bizanslılar o dönemlerde kendilerini böylesi bir ilahi himaye altında güvencede hissediyorlardı. [i]

BİZANS ÖYLE TARTIŞMIŞ AMA BİZ NEYİ TARTIŞIYORUZ.
Anlatıldığına göre, fetih sırasında, Bizans din adamları kendi aralarında melekler “dişi midir, erkek midir” gibi boş inanç ve tartışmalar içindedir.
Bizanslılar öyleyken, o gün den 563 yıl sonraya, günümüze gelelim. Çağdaş dünyada acaba biz neleri tartışıyoruz. Günümüzün Müslümanlarına bir bakalım, birbirinin Müslümanlık derecesini, mezhebini tartışıyor, birbirinin boğazını Allah adına kesiyorlar. “Hangi elle yemek yemek lazım, sol elle yemek yiyen cehennemde yanar mı? Ayakta mı işemeli, oturarak mı işemeli; pisuvarda işemek dinen caiz mi? Tanrı demek günah mı, sadece Allah mı demeli; Peygamberin karikatürünü çizmenin katli vacip mi, değil mi? Cıma” (cinsel birleşme) “ile oruç açılabilir mi? “Uzaya nasıl gideriz” diye tartışacağımız yerde “uzayda kıble nasıl bulunur” diye tartışıyoruz. “O Sunnidir, bu Şiidir, diye Müslümanlar birbirlerini boğazlamıyor mu?” Gibi pek çok hurafelerle donatılmış tartışmalarımız, konuşmalarımız yok mu? Bizanslıları o tartışmaları ile bu günkü İslam dünyasının tartışmaları arasında ne fark var. [ii]
İşte bu hurafeli tartışmalarla boğuşan,  Laik TC nin yetiştirdiği, kimya dalında 2015 Nobel ödülü almış bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar, bakınız neler söylüyor:
“…Biz ülke olarak, 500 yıllık Osmanlı ve Türk tarihinde bilime önemli katkılar yapmış değiliz. Sadece Türkiye değil, tüm İslam dünyasında son 500 yılda doğru dürüst bilime katkı yok. Yahudi kardeşlerimiz dünya nüfusunun yüzde 2’sini teşkil ediyor ve yüzde 20 bilim Nobellerini almışlardır. Onlar diğer insanlardan daha üstün zekâlı mı? Değiller. Onların kültüründe bilime, eğitime önem veriliyor. “Atatürk ve Cumhuriyet’in yaptığı bilimsel evrimlere teşekkür borcumuz var”. Avrupalısı, Amerikalısı diyor ki, “Sizin tek övündüğünüz şey Fatih Sultan Mehmet, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü.”  [iii]

BİZANSLA AYNI GİBİYİZ SANKİ!
Fethin 563. yıldönümünde, dünya kadar masraf ederek, tahtadan yapma çakma surlar önünde, zabıtaya palabıyık yapıştırılmış çakma yeniçeriler önünde yağcı-yandaş çığırtkan şöyle bağırıyor: “İslam coğrafyasının umudu, Balkanlarda Evlad-ı Fatihan işte Recep Tayyip Erdoğan” , yani “padişahım çok yaşa” der gibi adeta. Günümüzün Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan dini talkın, telkinleri yanında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Müslümanları geri bırakan nice hurafelerle savaşacağı, insanları aydınlatacağı yerde, “kadın eli sıkmak günah”, “heykele put” diyordu. Bu düşüncedeki toplumda onların paralelinde “baleye müstehcen” diyen zihniyetle güzel sanatlarda gelişme olur mu?  O zaman Bizanslılarla ne farkımız var?
Fatih’in Topkapı Sarayı kapı girişinde Bâb-ı Hümâyûn” ve “Saltanat Kapısı” adlarıyla bilinir ve kapının hemen üstünde o kitabede Fatih, kendisi için “Allahın yeryüzündeki gölgesi” ifadelerini kullanıyordu. (Bu kitabe halen orada durur). Bu zihniyetle, günümüzde (fetihten 563 yıl sonra) R.T. Erdoğan’ı peygambere benzeten, Tayyip’in eli değdi diye el yalayan (ayrıntı bu yazımızın 1. bölümünde)  zihniyet arasında ne fark vardır? Biz bu zihniyetle çağı yakalamak şöyle dursun, çağın gerisine doğru sürüklenmekteyiz.

İstanbulun Fethi Yıldönümünde Bazı Ayrıntılar (2)

DEFALARCA FETHETMEK İÇİN GİRİŞİMDE BULUNULDU
İstanbul, fethedildiği 1453 yılına kadar, 1125 yıl içerisinde birçok kereler değişik uluslar tarafından işgal edilmek istenilmişse de, kente yönelik bir girişimler hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İstanbul zaman zaman Grekler, Romalılar, Bulgar ve Latinler, Türkler, Araplar tarafından kuşatılmış; bu kuşatmalara Araplar yedi ve Türkler altı yeni sefer eklemişlerse de kentin mükemmel yerleşimi, surların kenti savunması ve Bizans askerleri ve halkının gerçekten takdire değer mücadelesi sayesinde kuşatmacılar emellerine ulaşamamışlardır. Özellikle Müslümanların ve Türklerin kuşatmaları sırasında kale surlarında beliren Meryem Ana figürünün kaleyi savunan Rum askerlerine moral verdiği ve başarılarını arttırdığına inanılmaktadır. Birçok Bizans tarihçisi kuşatmalar sırasında Tanrının kendilerine mucizeler göstererek yardımcı olduğunu ve Meryem Ana’nın ruhu kentte dolaştığını yazmaktadırlar. Hatta kuşatmalardan birinde göklerin açılarak kendilerine refakat eden azizlerle birlikte Meryem Ananın görüldüğü son kuşatma sırasında kentte yaşayan Rumlar arasında anlatıla gelmiştir.
Bu fethin değişik zamanlarında çok ilginç anlatım ve olaylara rastlıyoruz.

500 yıl önceki bir Osmanlı tarihçisinin notu:
İstanbul’un Türk’ler tarafından alınmasından önceki halini ve olayları, o devrin tanınmış tarihçilerinden Hoca Sadeddin Efendi,  Tacu’t Tevarih (başlara taçtır bu kitap) adlı tarih kitabında o tatlı üslûbu ile aynen şöyle anlatıyor:
 “Şirin İstanbul Şehri ki adı da Kostantiniye olup üstün güzelliklere ve akla durgunluk veren nimetleri ile tanınmıştır. Seçkin sahabeler devrinden beri fethi padişahların dileği, sultanların başlıca isteği idi. Ama bu güzel gelin (İstanbul), teslim olmama perdesi arkasında saklanmakta direniyor, bakışları güzel bir padişahla cilveleşmekten, değerli bekâretini bir güçlü yiğide vermekten kaçıyor idi. Bu güne kadar kimse onu kucaklayamamıştı. Bu dilekle Yıldırım Bayezid Han’ın gayreti de o yöne yönelmeye ve bu değerli düşünce ile kafası iyice dolmaya başlamıştı. Gerçi İstanbul İslâm toprakları ortasında kalmıştı.
Padişah Yıldırım Bayezıd 797 - M 1395 de Rumeli’ne fetihlere Engürüs’e (Macar’a)  doğru yönelince, İstanbul Tekfuru durumu Engürüs Kralına bildiren mektupla casusları yakaladı. Padişah İstanbul’a yöneldi, İstanbul’a saldırdı. Dinin gölgesi olan Padişah Tanrı katından görevlendirildiği için, sanki ol şaşkının aldığı bütün tedbirlerden bilgi sahibiydi; İstanbul’u altı ay kadar kuşattı, ama Engürüs Kralının saldırısı ile bu kuşatmadan vazgeçti, onu sindirdi.
Yıldırım Bayezıd İstanbul’un alınmasına yöneldi. Anadolu yakasına Anadolu Hisarını yaptı. İstanbul Tekfurunu da haber salıyordu. İstanbul Tekfuru çöküntü, yıkıntı, korku içinde idi. Padişah’a haber salarak boyun eğdiğini bildirdi. Çeşitli hediyelerle on iki bin flöri (altın para) gönderdi. Çeşitli hediyeler yanında on kadar iri balığın karın boşluklarını altın ve gümüşle doldurarak gönderdi. Elçi Ali Paşa’ya, sultan katında cizye ödemek suretiyle kabulünü sağlamasını rica etti. Anlaşmaya göre İstanbul’un bir semtine Müslüman Mahallesi kuruldu. Kadı ve din adamını padişah tayin etti. Her yıl İstanbul Tekfurunca belli bir cizye ödenmesi, padişah adına o mahallede hutbe okunması kabul edildi. [iv]

İstanbulun Fethi Yıldönümünde Bazı Ayrıntılar (2)
İSTANBUL İÇİN SÖYLENEN İSİMLER
“Dünyü tek hükümet olsa merkezi İstanbul olmalıdır”  Napolyon
Tarih boyunca İstanbul için çeşitli milletler değişik adlar vermişler. Solakzade Tarihinde İstanbul için, Yavuz Sultan Selim zamanının tarihini anlatırken, “Dârü’l hilâfe” bazen de Asi tane-i saadet veya “Asitâne-i saadet medar” demekte  (Cilt: II Sf: 49–50) Yine aynı tarih kitabının 86. Sayfasında İstanbul için Mahmiyye-i Kostantiniyye, Osmanlı mülkü için Diyar-ı Rum denilmekte. Yine aynı kitabın 97. sayfasında, İstanbul için Dârü’l mülk Kostantiniyye denilmekte. 212. sayfada Daru’l- devlet-i Seniyye, yani Mahmiyye-i Konstantiniyye diye yazılmakta.
Yakın zamanımıza (2000 yılına) kadar, ulusal ulaştırma reklâmlarına fanatik düşünen Yunanlılar, İstanbul adını ”Konstantinopolis” diye yazıyorlardı. Türkiye’nin yoğun şikâyet ve ısrarları ile bu isim zorlukla değiştirilmişti.
Tarih ve doğal güzellikleri ile Avrupa’nın, belki de dünyanın sayılı güzel şehirlerinden biri olan İstanbul için, Fransa Kralı Napolyon Bonapart şöyle demişti: “Dünyü tek hükümet olsa merkezi İstanbul olmalıdır”.
İstanbul 1453 de fethedilince devlet merkezi İstanbul’a taşınmıştı. Son olarak 1917 de bastırdığı paralarda bile Konstantiniyye: Kostantin’in beldesi tabirini kullanacak kadar kendi milliyetinden benliğinden, hatta haysiyetinden yoksun olduğunu adeta göstermişti. [v]
Sayıları 29 Olan Kuşatmalar Sirayla Şunlardir:
M.Ö 340 Makedonya Kralı Phillippe
M.Ö 194 Roma İmparatoru Septim Severus (Başarılı olmuştur.Şehir artık Romalılara bağlanmıştır.)
M.S 616 İran Hükümdarı Keyhüsrev
M.S 626 İranlılar ve Avar Türkleri ortak
M.S 665 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 667 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 672 Emevi Halifesi Muaviye
M.S 712 Emevi Halifesi I.Velid
M.S 722 Emevi Halifesi I.Velid (Yalnızca Galata Limanı alınmış,Arap Camii inşa edilmiştir.)
M.S 782 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
M.S 854 Abbasi Halifesi Mütevekkil
M.S 864 Ruslar
M.S 869 Abbasi Halifesi Mütevekkil
M.S 936 Ruslar
M.S 959 Macarlar
M.S 970 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
M.S 1203 Latinler (Latinler İstanbul'u 1261'e kadar ellerinde tuttular.)
M.S 1302 Venedikliler
M.S 1348 Cenovalılar
M.S 1391-1396 Osmanlı Padişahı I.Bayazid (Şehir İstanbul'da bir Türk Mahallesi kurulması isteğine karşı çıkılması üzerine ablukaya alınmıştır.)
M.S 1412 Osmanlı Şehzadesi Musa Çelebi
M.S 1422 Osmanlı Padişahı II.Murat
M.S 1437 Cenovalılar
M.S 1453 Osmanlı Padişahı II.Mehmed (Başarılı olmuştur.Sonrasında şehir Türklerin hakimiyeti haline girmiştir.)
Bunun yanında Atilla'nın, Vikinglerin, Bulgarın ve Gotların da kuşatma yaptığı bazı kaynaklarda geçer ama tarihleri bilinmemektedir. [vi]

KEŞİŞİN RÜYASI FATİH’İN BEDDUASI
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alıp da alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden derine bir inilti işitildi. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdiler. Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Padişahın huzuruna çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.
Niçin hapsedildin diye sordular. Keşiş de fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin’in kendisini çağırıp “İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerine de, Konstantin’in kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti. “Şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru çıkmış” dedi.
Bunun üzerine Fatih’te İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendireceğini bildirdi.
Keşiş remil attı ve şöyle dedi:
“İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lâkin öyle bir zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak”.
Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih, ellerini kaldırarak, “İstanbul’da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar”!.  Diye beddua etti. Ama şimdilerde, İstanbul’da emlak, arazilerin Araplara, Güneydoğu’da, Fırat boylarında İsraillilere satıldığını ve böylece çeşitli Batılı zenginlere satılan emlak miktarının da İstanbul kadar olduğunu, tapu kadastro uzmanları söylemekteler. [vii]
Cevat Kulaksız
 ckulaksizster@gmail.com

SONNOTLAR

[i] https://www.kadinlarkulubu.com/archive/index.php/t-63338.html
[ii] https://blog.milliyet.com.tr/melekler-erkek-midir-yoksa-disi-mi-/Blog/?BlogNo=28212
[iii] https://www.hurriyet.com.tr/prof-dr-aziz-sancar-500-yildir-islam-dunyasinda-bilime-neden-dogru-durust-katki-yok-40109103
[iv] Tacu’t Tevarih Hoca Sadedin Efendi Cilt:1 Sf:  216–218- 227–229  
[v] Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler Cilt: I Sf:17–6.bölüm                                                                     [vi] https://www.turkcebilgi.com/istanbul'un_fethi
[vii] İstanbul Risaleleri İstanbul Kitap Süheyl Ünver’den nakleden Zülfi Livaneli Vatan 28.9.2005 Sf: 5                                          

Hukuksuzluk Diz Boyu - Gündüz Akgül
Anayasamızın 2. Maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denmesine ve bunun bağlayıcı bir hüküm olmasına karşın, son zamanlarda herkes Anayasaya uymamayı, hukuk kurallarını ihlal etmeyi kendisi için hak görmeye başlamıştır…
İktidar partisinin hukuk dışı davranışları her gün gündemden düşmezken, şimdi muhalefet partileri de bu kervana katılmaya başlamışlardır…
Ana muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme gelince, “anayasaya aykırıdır, ama evet diyeceğiz” diyerek hukukun üstünlüğünü göz ardı etmekte sakınca görmedi…

Türkiye Cumhuriyetinde Kürtlerde, Türkler gibi bu ülkenin birinci sınıf yurttaşları olup, yüzyıllardır birlikte yaşamaktadırlar. Birlikte yaşama durumu her iki kesim içinde ülkenin yararına olacağı gerçeği karşısında, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hiç kendisinden beklenmeyen bir şekilde “Kürtler bir daha asla Türk devleti ile bir aidiyet ilişkisi kurmayacak”  diyerek, akıllara durgunluk verecek bir ayrışmayı dile getirmekte sakınca görmedi…
Bu kısa açıklamalardan sonra bu yazının konusu olan MHP’ye gelince;
MHP’li muhalifler, tüzüklerinin belirttiği sayıda imza (531) toplayarak Olağanüstü Kurultay çağrısında bulunmaları, parti Genel Merkezince kabul edilmeyerek mahkeme yolu gösterilince, muhalifler Ankara 12. Sulh Mahkemesine başvurmuşlardı…
Mahkeme, isteği haklı görerek Olağanüstü Kurultayı toplamak için bir Çağrı Heyeti oluşturdu. Mahkemenin bu kararını Genel Merkez temyiz etti. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, yerel mahkeme kararını oybirliği ile onadı…
Çağrı Kurulu 19 Haziran’ı Olağanüstü Kurultay toplama günü ilan edince…
Hukuk devletinin gereği olarak Mahkeme kararlarına uymak ve 19 Haziran’ı toplanma günü olarak kabul etmek gerekirken…
Anlaşılan yıllardır MHP Genel Başkanlığını yapan Sayın Bahçeli de tek adamlılığını ilan etmek istemektedir ki…
Ersin gürlemeye başladı…
Ne diyor Bahçeli;  
 “Biz 10 Temmuz'daki Olağanüstü Büyük Kurultayla hem tüzüğümüzü değiştirecek, hem de seçim yapacağız. Bunun dışında hiçbir kurultay tarihini tanımıyoruz. Olağanüstü Büyük Kurultay kapsamında, 19 Haziran gününü açıklayıp kaos imalatı yapan, MHP'yi paralel hesap ve yönlendirmeyle ele geçirmeyi planlayanlara da asla, hiçbir şart altında itibar etmeyeceğiz, izin vermeyeceğiz, dikkate almayacağız”
Buyurun buradan yakın…
Bu söylemin neresi hukuka uygun?
Neresi parti içi demokrasi ile bağdaşıyor?
Anlaşılan MHP’de paralele sığınmaya başladı…
Beyler, ağalar, paşalar, bu ülkeye yazık ediyorsunuz…
Hukuku böyle yok sayarsanız, günün birinde de size gerekecek, arayıp bulamayacaksınız…
Sayenizde hukuksuzluk diz boyu…

31.05.2016
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Sayın Yargıtay Başkanı Hodri Meydan! - Güner Yiğitbaşı
Resmi sıfatı Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, asıl yaptığı iş; AKP'nin fiili Genel Başkanlığı ve fiili Başbakanlık olan, siyasi kişiliğini aynen muhafaza eden, taraflı, devletin ve miletin birliğini değil, sadece AKP ve yandaşlarını temsil eden Tayyip Bey'in bu konumunu bildikleri halde, büyük bir vurdum duymazlık içine girerek, Anayasamızın öngördüğü, partisi ile ilişkisini kesen, partilerüstü ve tarafsız, anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine riayet eden, her haliyle meşruiyetini anayasadan alan saf ve temiz bir Cumhurbaşkanıymış gibi, Cumhurbaşkanının siyasi gezilerine katılan ve bunu protokol'ün bir gereği olarak savunmaya çalışan Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarına yönelik eleştiriler, tüm hızıyla gündemdeki yerini muhafaza etmektedir.

Yargının bağımsızlığına gölge düşüren, halkımızın; yargının tarafsızlığına ve güvenilirliğine olan inancını yok eden yüksek yargı organlarmızın başkanlarının taraflı ve partili Cumhurbaşkanının siyasi gezilerine katılarak yanında görüntü vermelerine ve onu alkışlamalarına yönelik eleştiriler karşısında, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarının sessiz kalmalarına rağmen,Yargıtay Başkanının ise, bu hatalı tutumunu kabul etmediği gibi, bir de kendisini savunmaya kalkışması ve kendilerine yönelik eleştiri ve yorumların devam etmesi halinde yargıya başvuracağını beyanla, bir de zeytinyağı gibi suyun üstüne ve güçlü çıkmaya çalışması, büyük bir aymazlıktır.

Yargıtay Başkanını eleştirenlerden birsi de biziz, bizi izleyen sayın okurlarımızın da bildikleri gibi, bu konuda iki makale yazıp yayınladık ve Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarını en ağır şekilde eleştirdik.

Biz, bu ülkeye hakim ve savcı olarak yirmi beş sene hizmet etmiş ve emekli olduktan sonra da, yirmi yılı aşkın bir süredir İzmir Barosuna kayıtlı Avukat olarak Türk halkına ve yargısına hizmet etmeye devam eden yaklaşık elli yıllık hukukçu ve bir köşe yazarı olarak, kimden gelirse gelsin, sıfatı ve makamı ne olursa olsun, anayasa, yasa ve hukuk dışı her davranışı eleştiririz, bu eleştiriyi yapmak; demokatik bir hakkımız olduğu gibi, aynı zamanda aydın ve hukukçu sorumluluğumuzdan kaynaklı en önemli görevlerimizden en önde gelenidir.

Sayın Yargıtay Başkanı; keşke, yapılan bu çok haklı eleştiri ve yorumlardan ders çıkararak, adına yargı yetkisi kullandığı milletimizden özür dileseydi, haydi özür dilemedi, bari suskun kalsaydı ve zaman içinde sessizce hatasından dönme olgunluğunu gösterebilseydi.

Maalesef bunları yapamadığı gibi, bir de göz dağı vermeye çalıştı ve kendisini eleştirenler hakkında yargıya başvuracağını açıkladı.

Demokrasilerin en büyük özelliği, güzelliği ve erdemi;kişilik haklarına tecavüz etmemek koşuluyla, sıfatı, görevi ve makamı ne olursa olsun, herkesin eleştiriye açık olması ve eleştirilebilmesidir. Hele, hele, eleştirilen o kişi; çok göz önüne çıkmışsa, davranışlarında gerçekten kusurluysa, davranışlarıyla halka örnek ve  görevinde tarafsız ve bağımsız olması gereken, yaptığı görev itibariyle halkın hak ve özgürlükleriyle yakından ilgili, yargının en tepe noktasını işgal eden bir kişi ise, kendisine yönelik en ağır eleştirilere dahi tahammül etmek ve özeleştiri yaparak, hatasını kabullenmek zorundadır.

Tayyip Bey; anayasayı rafa kaldırarak sivil bir darbe yaptığını ve bunun üzerine yatacağını sanıyor ve bu sanı ile ülkeyi, anayasayı yok sayarak,keyfine göre ve tek başına fiilen yönetmeye çalışıyorsa da; Yargıtay Başkanı, bir hukukçu olarak çok iyi   bilmelidir ki; bu fiili duruma rağmen,Türkiye Cumhuriyeti hukuken, insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik bir hukuk devletidir.

Bu nedenle, hem suçlu olan  ve hem de güçlü olmaya çalışan  Yargıtay Başkanı'na, biz buradan diyoruz ki; Sayın Başkan, hodri meydan.

31.05.2016
Güner YİĞİTBAŞI 

İstanbul’un Alınışını Hıristiyanlar da Araplar da Kıyamet Alâmeti Saydılar (1)
Gerçekten, İstanbul’un 1453 yılında Türkler tarafından alınmasını, gerek Hıristiyanlar, gerekse Araplar inanmıyorlar, inanmak istemiyorlar, her iki din mensupları da, bu fethi “kıyamet alameti” sayıyorlardı.
Bu yıl AKP-RTE iktidarı, 1919 dan bu yana kabul etmedikleri tarihimizle ilgili Kurutuluş Savaşı ve onun sonunda oluşan onurlu ve hayati kurtuluş günlerimizin anısı olan 19 Mayıs Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor,  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı gibi  Ulusal Bayramlarımızı kutlamayıp, 563 yıl önceki Fatih’in İstanbul’u almasının  fetih yılını görkemli kutlamaları gerçekten dikkat çekici. Çünkü her ikisi de Türk’ün onurlu günleri, birini dışlayıp birini kutlamak uygun olmasa gerek.

Yapmayin Sayın Profesör! - Gündüz Akgül
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, basın mensuplarına yaptığı açıklamada;
“Yargı kurum ve kuruluşları son olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır” demiş...
Bu açıklamayı köylü Mehmeyt Ağa yapsaydı, ne yapsın garibim bilmiyor, der geçer ve ilgilenmezdim...
Prof. unvanlı Başbakan yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü yapınca, Herkesi bağlayan Anayasayı gözardı ettiğini görünce, hukuk devletini savunan ve bu konudaki ihlalleri kabul etmeyen biri olarak yanıt vermeyi görev bildim...
Aslında haksızlık yapmayayım, Sayın Kurtulmuş biliyor ama, bu günlerde gündemde olan Başkanlık sistemi kabul edilmiş ve bu sistemde her kurumun Başkana ait olacağı algısını yaratarak bilmeyen Mehmet ağaların kafasını karıştırıyor...

Çiğnemek - Tünay Süer
CHP  Lideri Kılıçdaroğlu Almanya’da Gençlik Örgütünün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma
Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarında Erdoğan’a rest çekmiş.
“Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır.
Bizim bedenimizi çiğnemeden amacına ulaşamayacak ”demiş.
Bence yanlış söylemiş.
Aç tavuğu bilemem ama (tabi bu bir mecaz deyimdir) söz söylediği kişi gırtlağına kadar doymuştur bir kere…
Ha, siyaseten geldiği yer kendisine yetmemiş daha çok yetki ile Tayyipbistanı kurmayı hayal ediyor olabilir.
Hepimizin hayalleri vardır ve bu normaldir.
Hayal etmek, ileride mutlu bir yaşam istemek, düşlemek her insanın doğasında vardır.

Zira hayaller yaşamın bir parçası, olmazsa olmazıdır.
Ne var ki bazı saçma sapan hayaller düşleyenler de olabilir.
“Allah bana bir tır dolusu altın göndersin” isteği gibi…
Demokratik bir rejimi yıkıp hanedandan olmadan padişah olmayı düşlemek,
Hatta padişah yetkilerini de yetersiz bulup diktatör olmayı istemek,
İnsanları kendisinin yarattığını düşünerek kulları gibi görmek gibi…
Buna halk arasında olmayacak duaya Âmin demek denir.
Gelelim çiğnemek kelimesine.
Çiğnemek deyince aklımıza ilk gelen şey yiyeceğimizi çiğnemektir.                        
Sonra sakız çiğnemek gelir.
Bedeni çiğnemek deyince birisinin önüne yatıp ağrıyan sırtını çiğnetmek,
Bir canlıyı trafik kazasında çiğnemek,
Yasaları çiğnemek gibi başka cümleler kurabiliriz.
                                                      ***
Kılıçdaroğlunun TOBB Genel Kurulunda söylediği sözlere kısaca bakalım.
Hangisi yanlıştır?
“AKP, Kuzey Kore modeline göre görev yapan bir partidir.
Bir parti bir kişinin iki dudağına kendisini hapsetmiş vaziyette…
“Obama zavallı bir adam, bir büyükelçi bile tayin edemiyor.” Diyor…
“Valiyi, kaymakamı, hâkimi, savcıyı ben tayin edeceğim, milletvekili listelerini, belediye başkan adaylarını ben belirleyeceğim, her şeyi ben yapacağım, yasama, yargı ayak bağı, beni seçin gerisi Allah kerim’ diyor.
Sen böyle bir demokrasiyi bizim bedenimizi çiğnemeden hayata geçiremezsin.
Bir kişi konuşacak onun keyfine göre rejim değişecek.
Birileri Türkiye’yi babasının çiftliği sanıyor. Hiç meraklanma, korkusuz ol, yılma, yürekli ol. “CHP olduğu sürece bu ülkede rejimi değiştirmeye kimse yeltenemez.”
 “Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz”
Bence doğru sözler etmiş.
Tarihe baktığımızda Erdoğan’ın istediği gibi başkanlık sistemini hayata geçiren
Liderler asla başarılı olamamışlardır.
Adolf Hitler, Joseph Stalin VB…
Başkanlık sistemine geçen ülkelerin bu rejime savaşlar veya darbeler sonunda geçmiş olduklarını görüyoruz.
Erdoğan, başkanlığın en demokratik şekilde uygulanmaya çalışıldığı Amerika’yı örnek göstermektedir.
Oysa göründüğü, anlattığı gibi değildir.
ABD’de muhalefet güçlü olduğunda devlet yönetimi işleyemez hale gelmektedir.
Bu sebepten Obama sanıldığı kadar güçlü değildir ama Erdoğan’ın dediği gibi de zavallı değildir.
Kongre’nin iki kanadındaki Cumhuriyetçi hâkimiyeti karşısında,  istediği her politikayı uygulayamaz haldedir sadece.            
                                                         ***
Ulu Önderimiz Atatürk 1925 ler de,
“Devrimin yasası, mevcut yasaların üstündedir.
Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır, bizden sonraki dönemlerde böyle olacaktır.” diyerek Türk Milletine adeta talimat bırakmıştır.
Kılıçdaroğlu kan dökülmesini istememektedir ve Erdoğan’ı uyarmaktadır.
Sözleri çarpıtarak halka anlatmak ayıptır, günahtır.
Onlar yalandan vaz geçene kadar ben de yazmaya devam edeceğim.
                                                        ***
Balkan ve Trablusgarp savaşlarının yaraları sarılamadan girilen Cihan Harbi, Devlet-i Aliyye’nin (padişahlığın) sonunu getirmiştir.
Atatürk olmasaydı bugün Türkiye diye bir ülke de olmayacaktı.
Erdoğan hangi ülkenin başkanlığını isteyecekti acaba?
                                                            ***
Arkadaşlar,
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimler için aydınlığın ve aydının yoluna gideceğiz;
Hedef ve hünerimiz, okumamış kitleyi de aydınlatarak yolumuzda yürütmek ve onu aydınlığa çıkarmaktır.
Cumhuriyetimizi, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız bilmezlik değil, hıyanet olur.
Yüzde seksenine okuma yazma öğretilmemiş bir memlekette devrimler halk oylamasıyla olmaz!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Atamın bu sözleri, anlayana bir derstir.

Beden ve akıl sağlığımızı koru yüce rabbim! - Güner Yiğitbaşı
Tayyip Bey;inan artık çok fazla olmaya başladın.

İnsanları adeta suç işlemeye, hakaret etmeye tahrik ediyosun, insanların da bir dayanma gücü var, insanlar artık patlamak üzereler.

Hakaret ederek başımızı belaya sokmaya değer bir şey olsa, anayasa ve yasa tanımayan, her an ağırlaştırılmış müebbet hapislik suç işleyen zatınız, ders alıp doğru yolu bulacak olsa, belki onu da göze alırız ama, bu konuda bir umut ışığı görmediğimiz için, terbiyemizi bozmak istemiyoruz.Terbiyemiz, korkumuzdan değil yani.

Hediye Ev - Cevat Kulaksız
Yaşlı bir marangoz, bir mütehaidin (yüklenici) yanında uzun yıllar çalıştı; ama kendisi emeği ile çalışıp mütehaidi zengin ederken, başını sokacağı kendine ait bir evi bile yoktu. Çocuklarının ve ailevi sorunlar, hastalık yüzünden bir ev sahibi olamamıştı.
Artık yaşlanmıştı, bu nedenle çalıştığı konut yapı işinden emekli olarak ayrılmak, çoluk çocuğu, büyüyen ailesi ile özgür bir yaşam sürmek istediğini, çalıştığı işverene bildirdi.
İşinde çalıştığı mütehait, kendisine yıllarca sadakatle çalışan, binlerce, milyonlarca lira para kazanmasına emeği ile katkıda bulunan çalışkan elemanının emekli de olsa firmasından ayrılmasına üzülüyordu.
Mütehait, emekli olacak bu elemanından kendisine son bir defa iyilik olarak özel bir ev yapmasını istedi.

Vay budala vay! - Tünay Süer
PKK’nın Suriye kolu YPG Rakka’nın IŞİD'den geri alınması için ABD askerleriyle ortak taarruz başlatmış.
ABD askerlerinin YPG logolu görüntülerinin ortaya çıkması ABD ile Türkiye arasında krize neden olmuş.
Güler misin, ağlarmısın?
Amerika ile ne zaman gerçek bir dostluğumuz oldu ki?
YPG logosu varmış Amerikalı askerde…
Olsa ne olur?
Olmasa ne olur arkadaş?
Obama resmen açıklamadı mı PYD, YPG bizim kara gücümüzdür diye!
Senin can düşmanını beslemiyorlar mı?
Silah, uçaksavar, bomba ve her türlü teçhizatı kim veriyor?
Ceplerine dolarları kim dolduruyor?

PKK neden bu kadar direnebiliyor ve halen şehit haberleri alıyoruz?
Asker ve polislerimizin araçlarını patlatan onlarca şehit vermemize sebep olan kimler?
PKK’ya tonlarca bombaları kim, kimler temin etti?
Bunları bizler biliyoruz, sağır sultan bile duydu.
Ne var ki usta, hepsine göz yuman sensin.
Irakta askerimizin kafasına çuval geçirildiğinde,
“müzik notası mı göndereyim?” diyen sen değilmisin?
Neden o zaman kükreyemedin?
Siz nasıl Türk askerinin başına çuval geçirirsiniz diye hesap sormadın?
Şimdi bize masal okuma usta…
                                                      ***
Arap Baharından sonra Suriye’deki karışıklıkların 2011 başlarında ateşlenmesi aslında tesadüf değildi.
Esat neden birden bire ESET oluvermişti senin için?
Hani diyordun ya, “Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız”.
Ne oldu usta?
Esat’ın ardında Rusya, İran gibi güçlü ülkeler var.
Bizim ardımızda kim var?
Zamanında bize kazık atmış, arkadan vurmaya kalkmış birkaç gerici Arap ülkesi değil mi?
ABD ve İsrail, Türkiye ile Suriye sınırı boyunca hedeflenen potansiyel enerji projesi için babalarını bile satacak ülkelerdir.
Bugün güneydoğu ve güney sınırlarımız bu sebepten harabeye döndü, toprak bütünlüğümüz tehlikeye girdi.
Suriye’nin arkasında nasıl Rusya varsa PKK ve uzantılarının ardında da başta ABD, İsrail olmak üzere tüm haçlılar var.
Dost görünen Irak topraklarında PKK’yi kim himaye ediyor.
Peşmerge başı, hani kırmızı halılarla karşıladığın Barzani değil mi?
Adamın Türkiye’deki mal varlığının, işlerinin dökümünü yapsam sayfaya sığmaz.
Her köşe başında satılan, hatta zabıtaların bile seslenmediği kaçak sigaralardan gelirinin hesabını tutan var mı acaba?
Bunlara yüz verdin mi astar isterler usta.
Twitter hesabından PYD eş başkanı Müslim’le birlikte çekilmiş fotoğrafını paylaşan Wladimir van Wilgenburg isimli muhabir Salih Müslim’e
 "ABD askerlerinin YPG arması takması Erdoğan'ı rahatsız eder mi" diye sormuş.
Müslim’in “inşallah” yanıtını verdiğini iddia etmiş.
Erdoğan rahatsız olursa ne olacak yani?
Amerika’ya savaş mı açacak?
Budala herif…
                                            ***
Amerika’nın Irak işgalini hatırlayalım.
Zamanın dışişleri bakanı Abdullah Gül, onlarca kamera karşısında şöyle demişti.
“Biz ABD-İsrail ve İngiltere’den oluşan savaş ittifakının parçasıyız.”
Aynı günlerde çiçeği burnunda başbakan Tayyip Erdoğan;
“Kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağsağlim dönmeleri için dua ediyorum” demişti.
O kahraman dedikleri Amerikan askerlerinin Müslüman kadınların ırzlarına geçtiklerini askerlere ve sivil halka nasıl acımasızca işkenceler yaptıklarını medyadan izliyorduk.
İncirlik’ten kalkan ABD uçakları bir buçuk milyon Müslümanı katletmişti.
“Eğer bu kadar Amerikancı olursak, Ankara’ya kaç kez geldiğini unutan bir şerefsizin İnşallah sözlerine de kızmamak gerek.”
                                                         ***
Türkiye Cumhuriyeti Milletvekili olan HDP eş başkanı Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) kongresinde halen utanmadan barış içinde yaşamak istediklerini söylemiş.
Ve”  “Karşımızda diyalog ve müzakereyi, vatana ihanet olarak gören bir anlayış var. Biz buna yalvarmak zorunda değiliz. Bizler kendi geleceğimizi kendi ellerimizle öreceğiz. Fatura ağır olacak, ama sonuç zafer olacaktır” diye de tehdit etmeyi ihmal etmemiş.
Bu nasıl müzakeredir ki tonlarca bomba yığınağı yapmışsınız…
Evet, sizler vatana ihanet eden hainlersiniz.
                                                            ***
Türkiye bu haldeyken İstanbul’un Fethi’nin 563’cü yıldönümü büyük bir masraf ve tantanayla dünyanın en büyük 3D Mapping sahnesi kurularak kutlanacak.
“Yeniden diriliş, yeniden yükseliş “miş.
Tüm İstanbul’u bu afişlerle donatmışlar.
Fatih dirilse de yalnız İstanbul’u değil ülkeyi kurtarsa bari (!)
Padişahlık döneminin reklamı ve beyin yıkamadır bu.
Türkiye şehitlerine ağlarken Fatih’in dirilişinden medet umanlar, dilerim bir gün önce Allah’a sonra yargıya hesap verirler.

Sizler Tayyip bey'in vokalistleri misiniz? - Güner Yiğitbaşı
Gerekli ama tek başına yeterli olmayan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmış olmak dışında, Cumhurbaşkanının anayasal hiçbir niteliğine sahip olmayan partili Tayyip Bey'in siyaset içeren Rize ziyaretine katılan ve Tayyip Bey ile birlikte çay toplayarak şov yapan Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanlarının, dün de 29. Ahilik Haftası kutlamaları için Kırşehir'e giden Tayyip Bey'in peşine takılarak, birlikte Kırşehir'e gittiklerini ve Tayyip Bey'e konu mankeni olmaya devam ettiklerini üzülerek gördük.

Yüksek Yargı Organlarının Başkanlarının, Tayyip Bey'in Rize gezisine katılarak onun yanında yer almaları nedeniyle, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına duyduğumuz üzüntü ve eleştirileri ifade eden bir makale yazmış olmamıza rağmen, yine de iyi niyetimizi muhafaza edip, başkanların; aksi bir tesadüf ve bir olup bitti  ile karşı karşıya kalarak, anayasal niteliklerine sahip olmasa da, görünürde ülkenin cumhurbaşkanı kabul edilen Tayyip Bey'in Rize ziyaretine, arızen ve kerhen katılmak zorunda kaldıklarını düşünerek, kendi kendimize, başkanların lehine bir empati yapmaya çalışmıştık.

Beni Utandırmaya Hakkınız Yok - Gündüz Akgül
Size söylüyorum…
Yüksek Yargının (Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay) Sayın Başkanları…
Cumhurbaşkanının tütün hasadına, siyasi içerikli propaganda içeren yurt gezisine katılarak beni ve benim gibi düşünen yargı mensuplarını utandırmaya hakkınız yok…
Çünkü ben ve diğer arkadaşlarım, yıllarını yargıya vermiş, tarafsız ve adil davranmış, siyasi düşüncesini görevine sokmamış, dönemimizde yargıya güven çıtasını en yükseklere taşımış yargı mensublarıyız…
Anayasanın sağladığı güvenceden de güç alarak, vicdanınızın sesini duyarak, her türlü siyasi düşünden uzak durmak, yurttaşların yargıya olan güvenlerini sarsmamak en başta gelen kaçınılmaz görevinizdir…
Siz ne yapıyorsunuz?
Yaptığınız yüce görevinizi tartışır hale getirip bir siyasi partinin, bir siyasi düşüncenin mensubuymuş gibi hareket ederek, meslektaşlarınızı utandırıyor ve yurttaşların “Yargı nereye gidiyor?” sorusuna olumlu bir yanıt vermekten zora sokuyorsunuz…
Bir dönemler, askerlere brifing (bilgilendirme) veren yargı mensuplarını, haklı olarak eşleştiren siyasi düşüncenin yanında olduğunuzun farkında mısınız?
Yüksek Yargıç olarak siyasi bir düşünceye sahip olmayışınızı, ülkenin gündemi ile ilgilenmeyişinizi ayıplarım…
Çünkü Yargıç ve Cumhuriyet Savcısını aydın olarak kabul ediyorum…
Ancak, siyasi düşünceniz ne olursa olsun, bunu görevinize sokmak ve görevinizi tartışır hale getirecek tavırlarda bulunmaktan kaçınmak zorundasınız…
Tafrasız olması zorunlu olan yargı mensuplarının iki şapkası vardır…
Birincisi, sandık başına gidip oy kullandığında giyeceği özel şapkasıdır…
Diğeri ise yargı görevini yaparken mutlaka girmesi ve gereğini yerine getirmesi gereken tarafsızlık şapkasıdır…
Son zamanlarda ülkenin içinde bulunduğu zor durumda, yurttaşların sığınacağı güvenli liman olmak ve ülkeyi bu zor günlerden kazasız, belasız düzlüğe çıkarmak, çok önem arz eden görevinizde tarafsız davranmakla ancak sağlanabilir…
Tarafsız ve adil yargı, siyasi otoritenin her türlü yasal olmayan uygulamalarını frenleyen bir emniyet supabıdır…
Bir yargı mensubu olarak ve içim acıyarak, sizi tarafsız ve adil davranmaya davet ediyorum…
Bu davet, hem bir yargı mensubu, hem de yargı güvencesinde olmayı arzu eden bir yurttaş olarak hakkımdır…
Son söz…
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;
        Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz (1920)

28.05.2016
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Anası da Kızı Gibi İmiş - Cevat Kulaksız
Şu anlatılan fıkrayı ve denk düşen haliyle hiç duymamıştım. 26 Mayıs 2016 günü Batıkent’e evime gitmek üzere Sıhhiye’den metroya bindim. Metroda yanımda, yılları ve on yılları gösteren yüzündeki derin çizgilerden anladığım kadarıyla 70-80 yaşlarında olduğunu anladığım bir kadın oturuyordu.  Onunla bir sohbete başladık,  o da ben de hükümetin politikalarını, yanlış yönetimlerini ve Ankara’ da şehrin düzensizliklerini anlatıyorduk.
Daha doğrusu, Başkent Ankara’da 65 üstü vatandaşların özel halk otobüslerine ücretsiz binmeleri gerektiğini ve halk otobüslerinin de bunu engellediğini, yani yaşlıları bindirmediğinden yakınıyorduk.  Ben, binin halk otobüsüne, kartınızı gösterin, sorun çıkarma tartışmayın ama plakasını alıp mutlaka şikâyet edin tam biletin 50 katı ceza yazılıyor, dedim. O da, “aman şikâyet etsen ne yukarıdaki adam anayasayı tanımıyor, memleketin çivisi çıkmış” dedi.
İşte bu bayana, “özel halk otobüslerine ücretsiz biniyor musunuz” şeklindeki sorum üzerine sohbetimiz başladı.  “Hükümetin, baştakilerin yürütme, yargı, yasamayı eline geçirdiğinden, ülkeyi çağdaş ilkelere, usullere göre yönetmediğinden, faşizan bir yönetim uyguladığından, muhalefeti, muhalif basını susturduğundan” vb konular üzerinde sohbet devem ederken, yine başka bir paragrafla belediyenin yeteri kadar halk otobüslerinde denetim yapmadığından konusunu anlattık.
O yaşlı kadın bu konuda şunları söyledi: “Duyuşuma göre 65 yaş üstü vatandaşlar, özel halk otobüslerinde ücretsiz taşınması gerekiyor. Fakat özel halk otobüsleri bu yaşlı vatandaşları taşımıyorlar, tatsız münakaşalar oluyor, yaşlıları indiriyorlar.”
Bu yaşlı bayan, sohbet devam ederken şunları da söyledi:
“Belediyenin ilgisiz kalmasından oluyor bunlar. Hâlbuki belediye denetim yapsa, arabanın belli yerine, cama “65 yaş üstü vatandaşlar ücretsizdir” diye yazdırsa sorun biter. Belediye mahsus ilgisiz kalıyor, sebebi şuymuş;  Pursaklar, Sincan gibi uzak semtlere giden beyaz renkli midibüsler var ya, onlar  “özel toplu taşım araçları” onlar da bu kanuna tabi imiş, yani onların da 65 yaş üstünü ücretsiz taşıma gerekiyormuş. İşte bu midibüslerin bazıları Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek’e aitmiş de onun için ilgisiz kalıyormuş, belediye özel halk otobüslerini denetlemiyormuş”.
Bunu ben duyunca, şaştım kaldım, kendi kendime, -vay be Bülent Arınç’ın  “Melih Gökçek Ankara’yı parselledi” lafı doğruymuş diye söylendim. “Hükümeti öyle, belediyesi böyle bu nasıl memleket yönetimi” diye söyleştik.
Benim şaşıp kaldığımı gören yanımdaki yaşlı bayan, “beyefendi bunda şaşacak bir şey yok, anası neyse kızı da o olur; anası AKP-RTE ise kızı da o, Melihler olur...
 İktidarı, baştakileri ana ile kıza benzeten bu yürekli bayan bana, bu işe uyan şöyle bir fıkra gibi olay anlattı:
Bilmem hiç duydun mu duymadın mı,  bak sana bir fıkra gibi olay anlatayım.

ANASI DA ÖYLEYMİŞ
Zamanın birinde bir yerde bir delikanlı bir kızla evlenmiş. Ama anası babası karşı çıkmışlar, “oğlum o aileden kız alma” mumla dedilerse de, gönül değil mi ki “haka konar boka da konar” demişler ya, oğul dinlememiş. Oğulları hoşlanmadıkları ailenin kızını almış, gel zaman git zaman nişan dı düğün dü derken evlenmişler.
Evlenmişler, evlenmişler amma velâkin bir pürüz çıkmış. Damat,  düğün ertesi bakıyor ki, gelin kız dul çıkıyor.
Damat dosdoğru kayınbabasına, kaynanasına gitmiş, burnundan soluyan boğa gibi, “kızınız kız değildi, dul çıktı”  diye yakınmış. Töremizde bu utanç verici bir olay sayılır, bundan boşanma bir yana da cinayet çıkar, “namus belasından” diyerek.
Kayınbaba beri öte kıvrandıktan sonra aynen şöyle demiş: “onun anası da öyleydi”!
Hani atasözü gibi bir özdeyişimiz var,  “anasına bak kızını al” diye.
Bir bayanın tanımadığı yabancı bir erkeğe böylesine cesurca cinsel içerikli fıkra anlatmasına,  ama böylesine cesur yürek oluşuna şaşırdım.  Çünkü fıkra anlatılan olayla denk düşmüş, cuk oturmuştu. AKP-RTE, Melih, damat, gelin arasında zihnimde dolandı durdu. Kadının sohbetini, özgürce anlatışını çok sevmiştim.  Olayı anlatırken araya girip, “yakında ineceğim, olaya hız ver”  diyerek hızlı anlatmasını istedimdi.
Kendimi anlatılan olaya, fıkraya o kadar kaptırmışım ki, bir baktım, ineceğim durağı bir durak geçmişim. Eyvah inecektim, bir durak geçmişim, dedim. O cesur yürek bayana teşekkür ederek indim. Ondan sonra aksi tarafa, geride kalan durağıma gitmek için öbür metroya bindim. Ama kafam karma karışık bir tuhaf olmuştu.  
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

Seçimler ve Demokrasi - Güner Yiğitbaşı
Bu ülkede, sıfatları ne olursa olsun; ister Cumhurbaşkanı, ister Başbakan, ister Bakan, ister Milletvekili, ister Anayasa Profesörü,ister sade bir vatandaş, her ne halt olurlarsa olsunlar, herkes; seçimlerin, demokrasinin vaz geçilemez zorunlu bir unsuru olmasına rağmen, demokrasilerin yegane unsurunun seçimler olmadığını, demokrasinin seçimler kadar zorunlu ve önemli birçok unsuru içerdiğini, açıkça kabul edip kafalarının içine kazısın lütfen.

Demokrasi ile yönetilmedikleri halde, seçim yapılan ve yönetimin usulen yapılan seçimlerle iş başına getirildiği diktatörlüklerin var olduğu, sakın unutulmasın.

Demokrasi ile yönetildikleri halde, kadınlarının seçme ve seçilme haklarına Türkiye'den çok daha sonra kavuştukları, Türkiyeden çok daha ileri demokrasiye sahip olan ülkelerin varlığı da unutulmamalıdır.

Tabulaştırılan Tayyip - Cevat Kulaksız
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, onun Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı sürecinde dinsel sömürü, dini siyasete alet etme eylemi ile onu öylesine yücelten, tabulaştırmaya varan aşağıda örneklerini verdiğimiz bazı sözler ve davranışlar izliyoruz ki, duyunca insanın inanası gelmiyor. AB ye girme çabasında olan Laik TC nin bir Cumhurbaşkanı bu kadar tabulaştırılır mı? Siz hiç, değil Batı ülkelerinde, acaba dünyanın başka ülkesinde devlet başkanlarını böylesine tabulaştıran ülke insanı var mıdır, bilmiyorum. Dikkat edilirse, din ve dinsel içerikli simgeler kullanıldıkça, ona karşı tabulaşmanın da arttığı gözlemleniyor. Üstelik sanki bundan memnun olmuş bir tavır içinde görünen, bu tabulaştırma gayreti karşısında, R.T. Erdoğan’ın uyarıcı bir mesajını da duymuyoruz.  Ayrıca, Cuma namazlarını, padişahların Cuma Selamlığı gibi gösterişli kalabalıklarla kılması, bir törenlerde bağırarak “ya Allah ya bismillah” diye söylemesi ayrı dikkat çekici bir olay.  Fabrika yerine oraya buraya cami yaptırma girişimi, bilim fen ve öteki meslek okulları yerine imam hatip okullarına önem vermesi;  her türlü çocuklara tecavüz, yolsuzluk gibi olayların yoğunlaştığı dinsel vakıfları koruması ve açıkça eleştirmemesi, hele memleketinde laik TC nin Cumhurbaşkanının Kuran okuması gibi olaylarına baktığımız zaman,  sanki bu tabulaştırmaya hoşnutmuş da bunun artmasını isteyen bir tavır taşıdığı düşüncesi uyandırmakta.
Bir ülke bilime ilgisiz kalır da dini ön plana alırsa biliniz ki o ülke iflah olmaz; Arap ve öteki İslam ülkelerine bir bakınız, hangisinin durumu iyi. Bu ülkelerden amiyane ifadeyle “gâvur” dedikleri Batı ülkelerine, binlerce, milyonlarca insan neden kanı canı pahasına gitmeye çalışıyorlar ve yollarda can veriyorlar. Öyleyse, bilimi yadsıyıp dini sürekli ön plana çıkaran RTE-AKP iktidarı eğitim öğretimde yanlış yoldadır.
Bu doğrultuda, çağdaş Batı ülkelerinin liderlerine baktığımız zaman, hiç birinin R.Tayyip Erdoğan’ın bu dinsel gösterilerinin hiç birini yapmadıklarını görürsünüz. Çünkü Batı Medeniyetinin mayasında, özünde laiklik vardır, zaten laik ortamda, hür düşüncede bilim ilerler; o ülkeler laiklik gittikçe ülkelerinin bilimden, demokrasiden uzaklaşacağını, felaketlere sürükleneceklerini bilirler; çünkü laikliği kazanabilmek ve bu çağdaş uygarlığa ulaşmak için Batı, Orta Çağ boyunca dinsel bağnazlıkla savaşarak çok bedel ödemiştir. Onun için Batı’daki hiçbir lider, R.Tayyip Erdoğan’ın eline Kuran alıp gösteri yaptığı gibi, (daha doğrusu dini siyasete alet etmeyi yapmazlar), onlar da İncil alıp gösteri yapmayı hiç düşünmezler, öylesine bir lider asla seçilemez, seçim kazanamaz. Tüm bunlar da, toplumların eğitim ve kültürleri ile orantılıdır.
Ülkemizde R.Tayyip Erdoğan AKP yönetiminin bu dinsel istismarını, yürütme, yasama, yargıyı ele geçirme, öteki her türlü düzensizlik ve iktidarın laiklik karşıtı tavır ve eylemlerini gören Batı liderleri, “Türkiye 3000 yılına kadar bile AB ye giremez” gibi kesin tavırlarını ortaya koymaya başladılar.
Bu girişten sonra, bu yazıyı yazdığım 25.5.2016 günü kulağımla bizzat duyduğum, Tayyip’i tabulaştıran bir örnek olayı size anlatmak istiyorum. Bu gün bir yerde çay içerken, yanımdaki masada orta yaşlı bir bey, önümdeki gazeteyi “bakmak” için istedi. Kalkıp gideceğim sırada, gazete isteyen bu kişiyi kırmamak için verdim, masamız da çok yakın olduğu için onun isteği ile masasına vardım. Ülkemizin sorunları üzerinde sohbetimiz başlayınca, isminin Yüksel ve kendisinin emekli astsubay olduğunu öğrendiğim bu orta yaşlı kişi, R.Tayyip Erdoğan’la ilgili bana şu ilginç olayı anlattı:

“TAYYİP’İN ELİ DEĞDİ” DİYE EL YALAYAN KADIN
“-Tayyip Erdoğan ile aynı köylüyüz, hatta akrabayız da. Ankara’da dört arkadaşla bir gün konuşurken, onların ısrarı ile Tayyip Erdoğan’ın yaptırdığı sarayın yanındaki camiye gezmeye gittik. Ben dedim, arkadaşlar beni götürmeyin, ben o adamı sevmem, ayrıca onunla aynı köylüyüz, hem de akrabayız, ama gitmek istemediğim halde, arkadaşların zorlaması ile ayrıca o caminin de açılışı varmış” dediler ve gittik.
Kalabalığın arasında, tünelden mi nerden çıktı bilmiyorum, baktık birden R.Tayyip Erdoğan belirdi, yanımdan geçerken beni tanıdı, aynı köylüyüz ya, “ne haber hemşerim” diyerek elimi sıktı, yoluna devam etti.
Arkamda duruyormuş herhalde, birdenbire türbanlı bir kadın yanıma yaklaştı, elimi tuttu, “onun eli değdi” diyerek elimi yalamaya başladı, ben neye uğradığımı bilemedim, kadın elimin içini dışını yalıyordu. O kadar şaşırdım ve mahcup oldum ki anlatamam, ne yapıyorsun bacım dedim ve hemen elimi çektim.”
Yanımdaki ve hiç tanımadığım bu emekli astsubay, bunu ilkin anlatırken hiç önemsememiştim, el yalama olayına gelince ben de çok şaşırdım, adama gerçekten böyle mi oldu, dedim, o ısrarla “doğrudur” dedi.
Aman Tanrım, bu ne biçim kutsamak, böylesine bir olayı hiç duymamıştım; şaşkınlıkla ona, adınız ne, deyince “Yüksel” dedi. Soyadını sorunca adam işkillendi, çekindi soyadını bir türlü söylemedi.
El yalamak deyince aklıma Hacer Ül Esved taşını yalayanlar geldi. Kâbe yakınlarında, bütün Müslümanlarca kutsal sayılan Hacer-ül Esved denilen bir taş vardır. Bu taş, Müslümanlarca “cennetten çıkma” olarak söylenir, o nedenle Hicaz’a gidenler bu taşı mutlaka ziyaret ederler. Oysa bu taş, gökten düşen bilim adamlarının meteor taşı dedikleri bir uzay taşıdır. Kâbe’nin solunda bir çukur yer olup, Hz. İbrahim’in Kâbeyi yaparken çamur kardığı çukur diye tanınır. Burası şimdi mermerle döşenmiş olup ortasında işte Hacer-i ahar (kırmızı taş) denilen bu taş durmaktadır. Sarılık olanlar bu taşı dilleriyle yalayınca renkleri ve sağlıkları yerine gelmektedir. Yüzyıllarca milyonlarca insan bu taşa yüzünü, elini sürmekte, yalamakta idiler. Öyle ki bu taş bazen salya sümükten geçilmezdi”.
Oysa bu taş, dünyaya zaman zaman düşen, meteor denilen ve uzaydan düşen binlerce taştan biridir. Kristalimsi bu taşlar, dünyanın pek çok yerinde bulunmaktadır.
İsterseniz, Tayyip Erdoğan’ı tabulaştıran başka örnekler de verelim.
Tabulaştırılan Tayyip - Cevat Kulaksız

SU İÇTİĞİ BARDAĞA “KUTSAL EMANET” MUAMELESİ
Gezi sürecinde Erdoğan için kefen giyen yandaşları, bağlılık gösterisini dini duyguları rencide edecek boyuta taşıdı.
İstanbul Adalar AKP Gençlik Teşkilatı Başkanı Murat Gürsoy, Erdoğan'ın önceki gün Dinci Ensar Vakfı'nda konuşurken su içtiği bardağı poşetleyerek sakladığını Twitter'da ilan etti. Bu ilginç mesajın altına "Bardak - ı Şerif" yorumu yazıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dudağının değdiği bardağın, AKP Adalar Gençlik Kolları tarafından fotoğrafının paylaşılması sosyal medyada alay konusu olunca hesaptan kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Ensar Vakfı 37. Olağan Genel Kurulu’nda bir konuşma yaptı. Erdoğan’ın konuşmasını, aralarında Adalar AKP İlçe Teşkilatı’nın da bulunduğu AKP’li birçok teşkilat üyesi de izledi.
Erdoğan’ın konuşma yaptığı sırada kürsüde bulunan ve su içtiği bardak ise olay oldu. Cumhurbaşkanı’nın “Dudağının değdiği’’ bardağı saklayan, AKP Adalar Gençlik Teşkilatı Başkanı Murat Gürsoy, bardağın üzerine bir peçete örterek korumaya aldı. Başkan Gürsoy, bardağın fotoğrafını da twitter hesabından paylaştı ve “Ensar Vakfı’nın 37. Genel Kurulu’nda Sayın Cumhurbaşkanımız konuşmalarını yaptığı sırada su içtiği bardak” diye yazdı. Paylaşım sosyal medyada alay konusu olunca teşkilat başkanı Gürsoy kendi hesabından fotoğrafı kaldırdı.

ERDOĞAN: "KULA KULLUK ETMEYİN" DEDİ, MUHTAR "ALLAH BENİM CANIMI SANA BAHŞETSİN" DİYE BAĞIRDI.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugünkü muhtarlar toplantısında ilginç anlar yaşandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 25. muhtarlar toplantısında bir muhtarın sözleri damga vurdu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Muhtarlar toplantısında konuştu. Erdoğan, "Bir Müslüman’a Kula Kul olmak yakışmak; biz ancak rabbimizin huzurunda rükuya eğiliriz. Başka bir yerde asla" dedikten sonra, bir muhtar ayağa kalkarak "Allah benim canımı sana bahşetsin ki bu dünya batıl yaşasın" diyerek bağırdı. Salondaki diğer muhtarlar da alkışlarla destek oldu.

OSMANLI PADİŞAHLARI DA CAHİL HALK TARAFINDAN TABULAŞTIRILMIŞTI.
Osmanlı Padişahlarının hemen hepsi, Osmanlı Devleti halkını “kul” olarak görüyordu, topluma hitap ederken de “kullarım” diye hitap ediyordu. Halk köle-kul olmayı öylesine benimsemiş ve olağan haline getirmişti ki, padişaha bir derdi, bir sorunu anlatmak isten kişiler, padişaha hitap ederken de, “efendimiz biz kulların” diye başlıyorlardı. “Güce tapmak” öylesine Osmanlı toplumuna hâkim olmuştu ki, padişahları “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak biliyorlardı.
Fatih’in Topkapı Sarayı kapı girişinde Bâb-ı Hümâyûn” ve “Saltanat Kapısı” adlarıyla bilinir ve kapının hemen üstünde o kitabede Fatih, kendisi için “Allahın yeryüzündeki gölgesi” ifadelerini kullanıyordu. Padişahlar, halife oldukları için bu ifadeleri kullanıyorlardı desek, Fatih Sultan Mehmet Halife değildi. Yine Kanuni Sultan Süleyman Fransa Kralına yazdığı mektupta.“ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi…” diyerek kendisi için bu söylemi kullanıyordu.
Türk halkı da öyle söylüyor, öyle biliyordu.  Ama padişahları böyle bilen, söyleyen devletin temelini teşkil eden Türk halkını, padişahlar, “etrakı bi-idrak” yani “idraksiz Türkler” diyorlar, Türk halkını dışlıyorlardı. (Tıpkı RTE nin Mesin’li çiftçiye “hadi ananı da al git” diyerek halkı aşağılaması gibi). Onun için Türk çocuklarını, Türk halkını önemli mevkilere getirmiyorlar, ne ki Türk kızları ile evlenmiyorlardı bile, padişahların çoğunluğunun eşleri Hıristiyan kökenlidir.
Toplumların eğitimsiz, Osmanlı gibi dinsel düşünceleri daha baskın olduğu devletlerde, (ne ki, RTE sayesinde artık günümüzde bile) insanların psikolojik tavırla gizli duygularında “güce tapma” düşüncesi hâkimdir. “500 yıldır bilime hiçbir katkısı olmayan İslam ülkelerine” nasıl ki cehaletin baskısı ile matbaa 270-300 yıl gecikmeyle gelmişse, toplumlar da her yönden geri kaldıkları için, yöneticileri bir tabu olarak görüyorlardı. 14 yıldır ülkemizde din ve dini değerleri kullanıp, cahil halkı kandıran RTE de, halka baskı uyguladıkça, cahil halk arasında “güce tapma” düşüncesi topluma yerleşirken, RTE de böylece tabulaşıyordu.

ERDOĞAN: “PEYGAMBER EFENDİMİZİ BİLE DESTEKLEMEYENLER OLDU."DEDİ
Ta 1400 yıl önceki Arabistan’daki Peygamberle kıyaslama ve teşbih yapıyor. Her konuşmasında dini siyaset etme davranış ve eylemini görmekteyiz.
“Peygamber efendimizi bile desteklemeyenler oldu. Bizi de yüzde 52 destekledi.”
Başbakan Erdoğan söylemiş bu sözü. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde az oy aldınız eleştirilerine cevap olsun diye söylemiş. Bir teşbihte bulunmuş ama ne demek istemiş meçhul. İslam peygamberi ile kendisi arasında yaptığı teşbih yapması dinsel sömürüden başka ne olabilir.
O mevzu da, insanlara Erdoğan’ın; dinin gereği, emri, koruyucusu ve hatta olmazsa olmazı gibi sunulması. Eğer ortada dört başı mamur bir algı operasyonu varsa, o da budur sanırım. Televizyon ekranlarından bazı adamların çıkıp Erdoğan’a oy vermeyen kâfirdir mealinde coşmaları, din adamı diye, kanaat önderi diye toplumda öyle ya da böyle Kabul gören bazı adamların da aynı makamdan sürekli yayın yapmaları. Mitinglerde ayıltılan kadınlar, rahmetimiz gazabımızı aşacak beyanları vs vs.
Bu arada, sosyal medyada her gün bir yerlerden çıkan Erdoğan’ın hikmetleri konulu kıssaları, hikâyeleri falan saymıyorum bile. Görülen rüyalar, yok Azrail gelmiş de izin istemiş de, namaz kılmış sonra uyutulmadan ameliyat masasına yatmış da. Daha birçok böyle doğaüstü yakıştırma ve yakıştırmaya ya da teşbihe bile gerek duymadan açık açık söylenen “Erdoğan halifedir” açıklamaları.
Tabulaştırılan Tayyip - Cevat Kulaksız

ERDOĞAN'A AÇIK ÇAĞRIDA BULUNDU: “ZEVCESİ OLMAK İSTERİM”!
Bir belediye çalışanı kadın, Twitter'dan Erdoğan'a açıkça seslendi ve "Reis-i Cumhurumuz uygun görürse onun zevcesi olabilirim" dedi.
İstanbul'daki Sancaktepe ilçe belediyesinde çalıştığı iddia edilen Meryem Gündoğmuş'un bu tweetleri olay oldu. Gündoğmuş'un sözlerine Twitter'da tepki yağdı.
@meryemselimg adlı adresin sahibi olan Gündoğmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a "eğer kabul ederse kendisinin zevcesi olabilirim" diye yazdı. Gündoğmuş, gelen tepkilere ise "cahilsiniz" diye yanıt verdi.
Tepkilere kulak tıklayan Gündoğmuş, yaptığının Cumhurbaşkanı'na da saygısızlık olduğunu anlamadı.
Gündoğmuş'un Twitter'daki paylaşımları şu şekilde oldu:
- Reis-i Cumhurumuz dün bir genci köprüde intihardan kurtardı. Hz. Muhammed de olsa aynısını yapardı. Sen ne yüce insansın reisim.
- Reis-i Cumhurumuz uygun görürse onun zevcesi olabilirim. Sahabe hazretleri de cihat eden Peygamber efendimize zevcelerini ikram etmişlerdir.
- Cahil cahil konuşacağınıza açın da biraz kitap okuyun. Sapkınlık olarak nitelediğiniz şey bir nezakettir. İkram diyorum ikram.
Sivas derneklerinde yöneticilik de yaptığı belirtilen Meryen Hanım, sosyal medyada belirttiğine göre televizyon spikerliği ve sunuculuğu dersleri de alıyor.

CUNHURBAŞKANI R.T. ERDOĞAN İÇİN “ÖLÜRÜM” DEDİ.
Hakemleri rehin aldı… Erdoğan aradı.’Senin için ölürüm’ dedi ve bıraktı… Sporun kara günü…
Trabzonspor ile Gaziantepspor’un 2-2 berabere kaldığı maçın son anlarında yaşanan ‘penaltı’ pozisyonu sonrası hakemler Avni Aker(Trabzon) Stadı’ndan 4 saat boyunca çıkarılmadı. Bordo-mavililerin başkanı Hacıosmanoğlu, “Onun için ölmeye hazırım” dediği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın araması üzerine hakemlerin stattan çıkarılmasına izin verdi.
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, “Yöneticilerime, ‘Trabzon’un misafirperverliğini gösterin. Sabah ben gelene kadar o hakem, o stattan çıkmayacak” dediğini ancak, saygı duyduğu, gönül bağı bulunduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini arayıp “Türkiye, hem dünya genelinde büyük rezillik yaşamayalım. Ama yanlışların da hesabı sorulacak” sözleri üzerine hakemlere en ufak fiziki müdahalede bulunulmadan kenti terk etmelerine izin verdiklerini söyledi”
RTE yi tabulaştıran, pek çok örnek var ama yazıyı uzatmamak istemiyorum.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

SONNOTLAR
 1 Tabu nedir?
Polinezya dilinde bir kelimedir. Genel olarak ilkel yerlilerin kutsal saydığı eşya veya şahıs, ya da hareketlerdir.
Bu yerlilerin inanışına göre tabu özelliği başkasına da geçer, mesela bir kimse, tabu sayılan bir puta dokunursa kendisi de tabu olur ve kutsallık kazanır. Etnologlar tarafından Polinezya dillerinden alınıp kullanılmaya başlanmıştır. "Kutsal" nesnelerde olduğu gibi çelişkili bir yapısı vardır, iki karşıt anlamı da taşır. Hem "kutsal" hem "kirlenmiş" şeyler tabu olabilirler. Örneğin "kirlenen" kişiler, nesneler "kutsal" olandan ayrı tutulmalıdır. Kaynak: https://tabu.nedir.com/#ixzz49m6ztitF

 2 İngiltere Başbakanı Cameron: Bu hızla giderse Türkiye 3000 senesinde ... Bugünkü ilerleme hızıyla bunun gerçekleşme ihtimalinin belirmesi bile on yıllar alacaktır" dedi. ... Bugünkü ilerleme hızıyla AB'ye girmeleri, 3000 yılı civarında olur... "Türkiye için 'Kampı koruyabilir ama çadıra giremez' denilemez https://www.hurriyet.com.tr/ingiltere-basbakani-cameron-bu-hizla-giderse-turkiye-3000-senesinde-abye-girer-40107426.)

 3 Cevdet Paşa Tarihi Hikmet Neşriyat Cilt 3,Sf: 19–20
 4 https://www.gercekgundem.com/siyaset/192933/su-ictigi-bardaga-kutsal-emanet-muamelesi

5 https://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-kula-kulluk-etmeyin-dedi-muhtar-allah-benim-canimi-sana-bahsetsin-diye-bagirdi-111202.html

6 https://www.yakuter.com/ben-ki-sultanlar-sultani/

7  https://blog.radikal.com.tr/politika/erdogan-peygamber-efendimizi-bile-desteklemeyenler-oldu-69312

8 https://www.haber3.com/erdogana-acik-cagrida-bulundu-zevcesi-olmak-isterim-3754060h.htm#ixzz49mADxm4C

9  https://www.taraf.com.tr/hakemleri-resmen-rehin-aldi-erdogan-aradi-senin-icin-olurum-dedi-ve-birakti-sporun-kara-gunu/

Asıl Terör Geliyor Hazırlıklı Olun - Gürbüz Evren
Suriye’de, Rakka operasyonu bittiğinde, Türkiye’ye yönelik terör tehdidi, içerik ve boyut değiştirecek.
Yeni tehdit, 911 Kilometre uzunluğundaki Suriye sınırının yaklaşık 700 kilometrelik bölümüne yerleşmek üzere.
Hem de, ABD ile Rusya’nın verdiği yeni ağır silahlar ve yaklaşık 25 bin kişilik gücüyle.
Hedefin, Suriye’nin kuzeyinde PKK devletini kurmak olduğu biliniyor.
Ama hedef bununla da sınırlı değil; çünkü ikinci aşamada sınırın kuzeye, Türk topraklarının içine itilmesi var.
Terör örgütü IŞİD’in kalesi Rakka’ya başlatılan saldırı gösterdi ki, Amerika Birleşik Devletleri artık kartlarını açık oynuyor.
Suriye’nin kuzeyinde “Suriye Demokratik Güçleri” adlı bir oluşuma gittiklerini açıklamışlardı.
Ancak herkes biliyor ki, PKK-YPG’yi gizlemenin yolu, onu, kulağa hoş gelecek ‘Suriye Demokratik Güçleri’ adının içine saklamaktır.

Şimdi de, Suriye Demokratik Güçleri’ni, Amerikan emperyalizminin piyadeleri olarak Rakka’da, IŞİD’in üstüne saldılar.
Başkan Obama’ya çok yakın olan Amerikan Hava General James Martin’e, 12 Nisan 2016’da, PKK-YPG’nin denetimindeki Suriye’nin Kamışlı bölgesinde (Nusaybin’in tam karşısında) yapılan havaalanının inşaatın sorumlu hava Binbaşı George Jr Clayton’un gönderdiği 5 sayfalık not çok önemlidir.
Clayton, “1 milyon kişinin yaşadığı Rakka’ya düzenlenecek operasyonun başarıya ulaşması halinde, IŞİD’den temizlenecek bu alanın, Esad güçlerinin eline geçmemesi için PKK-YPG’ye bırakılmasının, Amerikan çıkarlarına ve Kandil’deki görüşmelerde, PKK ile varılan anlaşmaya uygun olacağını” vurgulamakta, “aksi halde, PKK’nın hizmetlerinde aksama yaşanabileceğini” hatırlatmaktadır.
Bilgi notundaki bir diğer önemli nokta ise Rusya’nın, PKK-YPG’ye ağır silah teslimatını hızlandırmasıdır.
Durumu Bağdat’taki Amerikan Büyükelçisi Stuart Jones’u bildirdiklerini aktaran Clayton, “Büyükelçinin talimatıyla, Kandil’deki PKK yöneticilerine, Rus silahlarının teslimatının, bölgedeki Amerikan subaylarının denetiminde yapılmasını istediklerini, bu talebin kabul edildiğini” bildirmektedir.

Hatırlayın, ABD’nin Kobani’den başlayarak, IŞİD’le mücadelesinde PKK-YPG’yi kullanma politikalarını, Kandil Dağı’ndaki görüşmeleri, toplantılara katılan Amerikan, İsrail ve Rus askeri yetkililerinin isimlerini bu köşedeki yazılarımda sizlerle paylaşmıştım.
Evet, Rakka operasyonunda, Amerikan uçaklarının desteğindeki PKK-YPG güçlerinin karadan ilerleyişi sürüyor.
Operasyona katılan Amerikan ve Koalisyon uçakları, yakın gelecekte sınırlarımızı değiştirmeyi amaçlayan bu saldırılar için topraklarımızdan, Adana’daki İncirlik üssünden kalkıyor.
PKK, Kobani’deki çatışmalardan bu yana Kandil ve Türkiye’den getirip, Suriye’nin kuzeyine yığdığı iyi yetişmiş, tecrübeli 15 bin savaşçısını Rakka operasyonunda kullanıyor.
Rakka operasyonu bittiği andan itibaren, PKK-YPG, tecrübeli savaşçılarının bir bölümünü yeniden Türkiye’ye kaydıracak.
Asıl kıyamet ise o zaman kopacak.
ABD’nin, PKK-YPG’li piyadeleri Suriye’de IŞİD’le çarpışırken, örgütün Güneydoğu’da bıraktığı sınırlı gücün büyük bölümü yeni yetme, acemi teröristlerden oluşuyor.
Bunlar, uzaktan kumandalı bombalar, patlayıcı yüklü araçlarla yapılan saldırılarla, sokak çatışmaları ve keskin nişancılarla güvenlik güçlerini oyalıyorlar.
Türkiye’deki operasyonlarda PKK’nın çok kayıp vermesinin nedenlerinden biri de, örgütün çömez ve yeterli tecrübesi olmayan teröristleri kullanmasıdır.
Tekrarlayalım, Türkiye için asıl tehlike Rakka operasyonunun ardından başlayacak.
700 kilometrelik hat üzerinde karşımızda duran ve gücünün bir bölümünü Türkiye’ye göndermiş PKK-YPG gerçeğine hazırlıklı olalım.
Rusya ile arayı bozanlar, o gün geldiğinde Suriye politikalarının yanlış olduğunu, savaş uçaklarımız sınırın karşı tarafındaki PKK-YPG’yi bombalayamadığımızda anlayacaklar.
Başkan olma derdine düşenler, silah bırakmamış teröristlerle masaya oturmanın yanlışlığını, yeni ağır silahlarla donanmış PKK-YPG’nin güvenlik güçlerimize saldırıp, daha çok şehit verdirdiğinde görecekler.
Ülkeyi, dokunulmazlıklar, yeni anayasa, başkanlık sistemi, laikliğin kalkması, sen git öteki gelsin şeklindeki başbakan ve bakanları değiştirme gündemleriyle meşgul edenler, sınırlarımızla oynanmaya başlandığında uyanacaklar.
Olan ise bizlere, Türkiye’nin duyarlı insanlarına olacak.

Gürbüz Evren /Gerçekgündem

Dokunulmazlık oyunu - Tünay Süer
14 yıldır iktidarda olan AKP,  hiçbir iktidar döneminde olmayan talan, yalan, hırsızlık rüşvet olayları ile ve dört bakanı hakkındaki yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı zamanda dahi ısrarla dokunulmazlıkları kaldırtmamıştı.
Üstelik onları koruma altına alarak sadece istifalarını sağlamıştı.
Peki, ne oldu da birden bire dokunulmazlıkları kaldırma isteği depreşti dersiniz?
Aslında birden bire değil tabiki…
Yıllardır hazırlanan cumhuriyeti yıkma projeleri Fethullah, Amerika ve AKP işbirliği ile bir tiyatro oyunu gibi bizlere seyrettirilerek hayata geçiriliyordu zaten.
Hatırlayalım; Ergenekon ve kolları davalar ile TSK’ya darbe fiilen başlatılmıştı.

Bir ülkenin can damarı olan ordusunun yeni emekli olmuş genelkurmay başkanına kadar yüksek rütbeli subayları, Kemalist aydınları tutuklanarak zindanlara kapatılmışlardı.
Amaç Türkiye Cumhuriyetini kuran iradeyi ortadan kaldırmaktı.
                                                                  ***
Ordumuzun gözbebeği olan komutanlar ve aydınlarımıza zindanlarda manevi işkenceler yapılmış, aileler perişan olmuştu.
Yaşam koşullarının çok kötü olduğu hapis hayatı ile hastalanan ölen vatanseverler olmuştu aralarında.
Yıllarca süren davalar sonucunca müebbet dâhil çok ağır hapis kararları hükmü verilmişti haklarında.
İşte tam o sıralarda iktidarı paylaşamadıkları için bozulan ortaklıkları ile intikam duyguları içerisinde olan Fethullah Gülen tarafından 17+ 25 Aralık rüşvet olayları
ortaya çıkarılmıştı.
Bu rüşvet olaylarının içinde zamanın başbakanının oğlunun adı da karışmıştı.
Netice olarak başbakan “bize darbe yapılacaktı, kumpas hazırladılar, Devlet içinde paralel yapı varmış, oysa ne istedilerse vermiştik, Ergenekon’da kumpastı, aldatıldık” sözleri ile büyük vurgunun üzerini kapatmıştı.
O güne kadar el üstünde tutulan altlarına zırhlı araçlar verilen savcılar, hâkimler ve emniyet müdürleri, polisler, ya sürüldüler ya da görevlerinden alınıverdiler.
Yıllarca ölmeden mezara gömülmüşçesine tutuklu yaşamak zorunda bırakılan Kemalistler böylece serbest kalabildiler.
Onların özgür kalmaları bir mükâfat değildi, kaybolan yılları asla bir daha geri gelmeyecekti.
Onlar Türk ulusunun onurlu kahramanları olarak tarihe geçtiler.
Baş eğmediler, diz çökmediler…
Onlarla ne kadar gururlansak azdır.
                                                                 ***
Başbakan ortaklık bozulunca ve de olayların üzeri örtülünce kendinden olmayan kişileri cemaatçi, paralelci diyerek tüm kurumlardan alarak yerlerine kendine biat edecek kişileri getirdi.
Yargı büyük oranda yara almış ve güvenirliğini kaybetmişti böylece.
Erdoğan çok güçlenmişti.
Cumhurbaşkanı seçildiği gün rejimin fiilen değiştiğini ilan etmekte bir sakıncası kalmamıştı artık.
Şimdi tek bir sorun vardı önünde, o da Türk Usulü başkanlık isteğinin önündeki son
engeli yeni anayasa ile kaldırmak sultanlığını ilan etmekti.
AKP ve arka bahçesi olan MHP nin oyları anayasayı değiştirmeye yetmiyordu.
HDP ile yolları ayrılmıştı veya öyle gösteriliyordu.
Zira ABD’nin isteği üzerine terörist başı ile masaya oturulmuş anlaşmalar yapılmıştı.
Güneydoğu’da kan gövdeyi götürür durumdayken,
Her gün şehit haberleri gelirken,
Ve ülkenin çeşitli kentlerinde canlı bombalar patlarken,
İnsanların can güvenlikleri kalmamışken
Türkiye bir yangın yerine dönmüşken
Erdoğan emretti ve dokunulmazlıkların kaldırılması CHP ve MHP’nin katkılarıyla meclisten geçiverdi.
                                                            ***
Anayasa değişikliği teklifi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından jet hızıyla onaylandı.
Resmi gazetede yayınlandıktan sonra yürürlüğe girecek.
Bağımsızlığı büyük ölçüde tutsak olmuş yargı, dosyaları inceledikten sonra kararı TBMM’sine gönderecek!
Fezlekeli milletvekilleri hakkında verilen kararla vekillerin üyelikleri hemen düşmeyecek ama kesin hüküm giyme halinde düşmesi, mahkeme kararının Meclis Genel Kurulu'na bildirilmesiyle mümkün olacak…
Milletvekillerinin ceza alması durumunda ara seçim de gündeme gelebilecek.
Zira Anayasa’nın 78. maddesine göre, Meclis’teki milletvekili sayısının yüzde 5’i, yani 28 milletvekilinin koltuğu boşalırsa 3 ay içinde yeni bir seçime gidilecekti.
Kılıçdaroğlu neden evet dedi?
Hakkında şimdilik bildiğimiz kadarıyla 37 dosya ile dokunulmazlığının kaldırılması var.
Erdoğan’ın diline düşmesin diye mi evet dedi?
Bir genel başkan olarak hayır oyu kullanırsa HDP’yi desteklemiş görülmesini mi düşündü?
Yoksa altında başka bir düşünce mi var bilemiyoruz.
Çünkü gerek parti içindeki hukukçular gerekse dışarıdaki vatansever hukukçular bu teklifin anayasaya aykırı olduğu görüşündeyken bir genel başkanın kahramanlık yapmaya kalkması yanlışlarla doludur.
CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce Çağdaş Yaşam ‘a verdiği röportajda
Yönetimsizlik sorununun partinin ilkelerinden uzak bir siyaset gütmesine neden olduğunu ve önümüzde büyük bir krizin bizleri beklediğini söyledi.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, 60’dan fazla milletvekilinin mahkemelerde onuru ile oynanacağını söyleyen İnce;
el âlem ne der anlayışıyla politika yürütülemeyeceğini, 7 Haziran öncesinde ve sonrasında yürütülen yanlış politikaların bedelinin bugün ödendiğinin altını çizdi.
Aynı görüşte olduğumu daha önceki yazılarımda yazmıştım. Erdoğan’ın  Menderes’in yolundan gittiğini anlatmıştım.
                                                            ***
İnce, Antalya kampında yaptığı o konuşmada
"CHP yelkenlerini doldurmuş, umut saçıyor, güçlenmiş, bu kez AKP’yi perişan edecek, derlenmiş, toparlanmış, her şey yolunda, mükemmel gidiyor... Böyleyse, bu konuşulanların hiçbirisini ciddiye almayın” demiştir.
CHP de hakikaten iyi şeyler olmadığını görmekteyiz.
Maalesef kamuda söylenenler de böyledir.
İnce, CHP’nin Antalya kampında yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu’nu sert bir dille eleştirerek kendisinin hayır oyu kullandığını ve arkadaşlarına da bu yönde uyarılarda bulunmuş.
Çağdaş Ses sitesinin haberine göre Muharrem İnce, “Laiklik yeni anayasada olmamalı" diyen Meclis Başkanı İsmail Kahraman'a  dava açılması için imza toplayan milletvekilinin Kılçdaroğlundan fırça yediğini söylemiş.
(Bu fırça meselesi doğruysa çok vahimdir.)
Muharrem ince şöyle devam ediyor;
Meclis Başkanı 25 Nisan’da bu lafı söylemiş, aradan 10 gün geçmiş hiç çıt çıkmamış. Hukukçu arkadaşlarımıza, Haluk Bey’e, Namık’a, Tanju’ya bir dilekçe hazırlayın dedim, dava açalım. Dedim.
Yazdık dilekçeyi, dava açacağız. Burdur Milletvekilimiz Mehmet Göker de aldı,
“Abi dedi, imza toplayalım”.
Topla Mehmetçiğim…
Mehmet fırça yedi laikliğe sahip çıktığımız için.
Mehmet de burada, ben de buradayım.
Herkes burada.
53 imza toplanmıştı, arkadaşımız imzaları yırttı attı, sonra biz 20 imzayla tepki verdik."
Evet, Muharrem İnce partinin durumunu kısaca anlatmış.
Bu durumda ki bir CHP nasıl umut olabilir?
                                                               ***
Yazacak söylenecek çok şey var elbette ama hepsini yazmaya kalksam sayfalar yetmez.
Kılıçdaroğlu yanlış işler yapıyor…
Efendim bu teklife hayır denseymiş referanduma gidermiş AKP.
Bu durumda seçimi de, referandumu da kazanır AKP.
Ne fark eder ki?
Karşısında onu engelleyecek mecliste bir parti var mı ki?
Bunları yazmak benim için de çok üzücü elbette ama gerçekleri görmezden gelemem.
                                                             ***
Güneydoğu’da çatışma neden bir türlü bitmiyor.
Basında, televizyonlarda her gün kara haber geliyor.
Şu kadar şehidimiz oldu, bu kadar yaralımız var.
Efendim şu kadar PKK ‘lı etkisiz hale getirildi.
Bize ne yahu etkisiz hale getirilenlerden…
Ben her gün aslan gibi gençlerimizin hak etmedikleri ölümlerinden kahroluyorum.
Güneydoğu’yu sanıyorum Erdoğan çoktan gözden çıkartmış.
Asker değilim, tabi bu konuda ahkâm kesemem ama vatandaş olarak bu kadar zamandır bitmeyen PKK saldırıları karşısında TSK’nın iyi yönetilmediğini düşünüyorum.
Tonlarla bombaların gömülerine, bunca mühimmatın PKK eline geçmesine göz yuman iktidar bizleri oyalıyor gibi geliyor bana.
Olan asker ve polislerimize oluyor.
PKK’yı yenmenin bence 4 ana temeli olmalıydı.
Önce silahlanmasına, tonlarca bombayı içeri sokmasına göz yummamalıydı.
Sıkıyönetim ilan etmeliydi.
İncirlik’i kapatır, bütün sınır kapılarını sağlam denetler, kuş uçurtmazdı.
Teröristlerin yuvalanmış oldukları mahalleleri tamamen boşaltırdı.
IŞİD denen belayı yuvalandığı Gaziantep’te bitirmeliydi.
Sonra dağ taş, yerle bir edecekti.
Bunların hiç birisini yapmayacak, kökünü kazıyoruz şu kadarını öldürdük nutukları atıp başsağlığı dilemekle milleti oyalamaktan başka bir şey yapılmıyor…
Bir iktidar yabancılardan önce (mülteci) kendi vatanını, vatandaşını korumak mecburiyetindedir.
Genelkurmay başkanı Hulusi Akar’ın askerlerinin, şehitlerinin yanında olacağına cumhurbaşkanının kızının düğününde olması affedilir gibi değildir.
Bence başarısız bir komutandır.
                                                     ***
Türk donanması için üretilecek milli denizaltı projesine hız verilmiş.
2023'e kadar teslim edilmesi planlanan denizaltılar tam 15 gün su altında kalabilecek.
2,7 milyar dolarlık proje kapsamında üretilecek denizaltılar yakıt ikmali yapmadan ABD'ye gidip gelebilecek.
Amiral Semih Çetin Hasdal Cezaevindeki esaret günlerinde Bir İhanetin Öyküsü adlı kitabında MİLGEM projesini anlatmış, dışa bağımlılığı gittikçe azalan Türk Deniz Kuvvetlerinin geliştirdiği özgün ve gerçek anlamda milli projelerle ABD başta olmak üzere sanayileşmiş Batılı ülkelerin yağlı müşteri olmaktan çıkmasını okurlarıyla paylaşmıştı.
İşte bu iktidar, aslında Deniz Kuvvetlerimizin, Hava ve Kara Kuvvetlerimizin kısaca TSK’nın mümtaz komutanlarımızı tutsak alarak darbeyi o zamanlar başlatmıştı.
Başarılı olamadılar ama şimdi yarım kalan amaçlarını tamamlayabilmek için var güçleri ile çalışıyorlar.
Türk Milleti artık uyanmalıdır.
Oyun içinde oyun oynanmaktadır.
CHP bunları görmeli yeterli gelmeyen yönetim derhal değiştirilmelidir.
Başarısız kişiler yerlerini başaracak kişilere bırakmalıdırlar.
Yoksa ne parti, ne parlamento kalmayacaktır.

Hazırola da geçerler, ayağını da öperler - Tünay Süer
Ülkeyi kan gölüne çeviren, halkın bir bölümünü sefalet, yokluklar içinde süründüren
14 senedir bir dediği iki edilmeyen Erdoğan, bu günlere kolay gelmedi.
Attığı her adım, söylediği her söz bugün söylediğini yarın inkâr etmesi hep proje dâhilindeydi.
Hitabet gücü ile bir kitleyi çok güzel etkiliyor.
Aynı zamanda besliyor.
Kömür, gıda yardımı, iş ve yeşil kart…
Yoksul ve dindar halkı yanına aldı böylece.
Tabiki bu arada okumuş kesimden ve kendisinin zor günlerinde yanında olanları ahde vefa misali makam sahibi yaparak hem onlara, hem de iş adamlarına zenginliğin kapılarını açtı.
CHPGenel Başkanı Kılıçdaroğlunun dediği gibi “bir kayığı olmayan adamın bugün 30 gemisinin olmasını misal gösterebiliriz…
Kendisine biraz olsun karşı çıkmaya kalkanlara borcunu ödemiş olmasının rahatlığı içinde tekmeyi basıverdi.
Eski minik başbakan Davutoğlu misali…

AK Parti'nin koltuk için çalışma yapan bir siyasi hareket olmadığını, halk için, Türkiye’nin büyümesi, gelişmesi, zenginleşmesi için var olduğunu makama getirdiği kişilerden duyardık.(2015 Haziran genel seçimleri öncesi AKP. G Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop)
Aslında söylenenlerin hep tersinin olduğunu gördük.
Halk zenginleşmedi ama bakanlardan kolunda 700 bin liralık saat takanları gördük.
Bu arada Recep Tayyip Erdoğan ve yedi sülalesi de iktidarlarından en büyük payı alanlardan oldu elbette.
Kasımpaşa’da fırından bayat simitleri alıp ısıtarak satan o yoksul çocuk değil artık.
Yırtık pabuçla siyasete girdiğini bizzat kendisinin söylediği Erdoğan, bugün dünyanın en zenginleri listesinde yer almayı başarmış oldu.
                                                                       ***
Tüm olanlar karşısında 7 Haziran seçimlerinin ardından hükümet kurulamaması nedeniyle 1 Kasım 2015 te yapılan 26. dönem parlamento seçimlerinde Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki Ak Parti, yüzde 49.41 oy oranı ile 316 vekil çıkararak tek başına iktidar oldu.
Türkiye tablosuna baktığımızda AKP’nin oy sayısının ilk kez 85 seçim çevresinin tamamında 23 milyonun üzerinde oy aldığını, 35 kentte oyunu yüzde 10’nun üzerine çıkarttığını görüyoruz.
Partinin oy çıkartamadığı il sayısı böylece üçe düşmüştür.( Hakkâri, Şırnak ve Tunceli)
AKP nin 9,5 milyonun üzerinde olan üyelerinin içerisinde 5 milyona yakın aktif görev yapan üyesi olduğunu yetkili ağızlardan duyulmuştur.
Ana Muhalefet CHP ise 7 Haziranda yapılan seçimde 10 kentte birinci çıkmışken
Yenilenen seçimle Eskişehir, Zonguldak, Mersin ve Çanakkale’de birinci parti unvanını Ak Parti’ye kaptırmıştır.
7 Hazirana göre oylarını yaklaşık 500 bin artıran CHP’nin 12 milyon 56 bin 353 kişiden oy aldığı kayıtlardadır.
16 Mayıs 2016 itibarıyla, CHP'de parti kütüğünde kayıtlı asıl üye sayısı 1 milyon 212 bin 418 dir.
AKP’nin 9’5 milyon üye sayısının ve 23 milyon oy aldığını düşünürsek, hele hele karşısındaki Erdoğan’ın elinde Osmanlı dönemindeki padişahların dahi elinde olmayan uçsuz bucaksız yetkiler ve hazine varken CHP nin işi gerçekten çok zordur.
Oturup ne yapabilirimi düşünmelidir.
                                                              ***
Osmanlıda padişahlar bile dönemin kralları gibi sınırsız yetkilere sahip değillerdi. Her işin padişahın iki dudağı arasında olduğu kanaati yanlıştır.
Çünkü Osmanlı Devleti'nin idarî yapısı o dönemin monarşi krallıklarından çok farklıdır. Padişah ve kendisine bağlı yöneticiler hukuk kurallarına uygun şekilde hareket etmek mecburiyetindeydiler.
Erdoğan bundan ötürü Türk usulü başkanlık dediği bir yönetim şeklini anayasayı değiştirerek getirmek istemektedir.
Osmanlı devlet yapısını şekillendiren Fatih Sultan Mehmet, meşhur Teşkilât Kanunnamesinde devletin iki temel unsuru olarak ehl-i örf ve ulema sınıfını saymaktadır. Ehl-i örfün, yani yönetici sınıfın başında sadrazam; ulema sınıfının başında ise şeyhülislâm yer almaktadır. Padişah devlet yönetiminde ehl-i örf ile ulema arasında denge kurmakta ve bunları birbirleriyle denetlemektedir.
Osmanlı toplumu kanun karşısında herkesin eşit olduğu insanlardan oluşur; bir köylü ile padişah bu noktada eşittir. Mahkemeler sıradan insanı yargıladığı gibi padişahları da yargılama yetkisine sahipti.
Oysa AKP iktidarında cumhuriyetin değerleri yok edilmiş aslında parlamento da ortadan kalkmıştır.
Kendimizi kandırmaya kalkmamalıyız.
Her şey tek adamın iki dudağı arasında toplanmıştır artık.
Bundan ötürü AKP’liler Erdoğan ‘ın mesajı okunurken ayağa kalkarlar hatta poposunu bile öperler.
Çünkü bedelini ödetecek gücü eline geçirmiştir artık.
Kendisinin zenginleştirdiği, makam sahibi yaptığı adam birkaç saat içinde yoksullaştırılır hatta zindana kapatılır.
                                                              ***
Altı seçim kaybeden CHP silkelenmelidir.
Yeni bir seçimde oylarını beş, on puan artırsa bile Erdoğan’ın Türk usulü başkanlığını engelleyemez.
Tüm bunlara rağmen umutlarımızı tüketmemeliyiz. Muharrem İnce’nin sözlerini tıpkı benim yazılarımda yazdığım gibi bir baş kaldırı olarak görülmemelidir.
Türkiye elden gidiyor.
Adalarımız Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, Güneydoğu ise ABD ve emperyalist güçler tarafından işgale çalışılıyor ve de Kıbrıs’ın elden gitmesi an meselesi.
O zaman birçok partilimiz, vatandaşımız gibi Muharrem İnce’nin uyarılarını CHP yönetimi ciddiye almalıdır.
Birlikten güç doğacaktır ve Türkiye bu kara günlerden kurtulacaktır.
Sn.Kılıçdaroğlundan gereğini yapmasını bekliyor bir kez daha düşünmesini talep ediyoruz.
         
Tünay Süer

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget