Başbakan Muş’ta güzel konuşmuş; Kürtlerle Türklerin kardeşliğini vurgulamış,Kürt vatandaşların sorunları olabileceğini ama “Kürt sorunu” diye bir şeyin kalmadığını, kendisi için “Kürt sorununun bittiğini, Apo’yu peygamber ilan edenlerle işlerinin olmadığını” söylemiş. Bir de “74 milyon vatandaşı aynı şekilde sevdiğini”.. Bunların hepsi ilk bakışta makul gibi görünüyor, velakin..
Çok değil biraz düşününce aynı şeyi söylemek mümkün değil.. Öncelikle şu “74 milyon vatandaş”ın içinde medya patronlarından “işlerinden atılmalarını” istediği, sonradan çoğunun köşelerini kaybettiği gazeteciler, yazılarından veya basılmamış kitaplarından dolayı cezaevine tıkılan gazeteciler, yine cezaevinde “suçunu bilmeden çile çeken”ler var mı? Kendi partisinden olmayan veya farklı görüşte oldukları için ‘her önemli olayın hatta YGS skandalının bile arkasından imalı konuşmalarla, komplo iddialarıyla suçlu çıkarılan” vatandaşlar var mı? Bu ilk akla gelen..
BDP İLE PKK!
Sonra, Apo’yu peygamber ilan edenler sadece terör örgütü değil, meşru bir parti olarak Meclis çatısı altında bulunan BDP de Apo’ya aynı gözle bakıyor. Bu hesapça iktidar partisinin BDP ile de ipleri kopardığı mı anlaşılmalı? BDP’liler “Ne kardeşliği, biz sadece yan yana yaşıyoruz” dediklerine göre onların kesimi için kardeşlikten söz edilemez. Ayrıca bırakın BDP’yi “PKK lideri” ile, bugün “Onu peygamber ilan edenlerle işimiz olmaz” denilen Apo ile devletin (yani hükümet tarafından belirlenen kişilerin) görüşme yaptığı ve bu görüşmelerin olumlu gittiği daha çok kısa süre önce bizzat Apo’nun ağzından defalarca açıklandı.
Bu görüşme ortamı ise bilindiği gibi hükümetin, o zaman böyle bir sorun olduğunu düşünüyor olmalılar ki “Kürt sorunu” diye başlattığı ve sonra “Demokratik açılım” olarak değiştirdikleri açılımla başlamıştı. Kısa sürede BDP-PKK ve Apo kendileri için açılımın “özerk bölge” olduğunu açıkladılar, bunun da “ayrı güvenlik gücü” bile içeren farklı bir devlet tarifi anlamına geldiği görüldü.
SEÇİM ÖNCESİ NE DEĞİŞTİ?
Devletin özerk bölge konusunda önemli bir tepkisi olmadı, hatta PKK’nın eylemsizlik kararının “referandum öncesinden başlayıp, 12 Haziran’da yapılacak seçimin sonrasına kadar uzatılması”, referandumda BDP’nin açıkça iktidar partisini desteklemesi (sadece “boykot” kararı bile) anlaşmalarının, uzlaşmalarının sürdüğünü anlatıyordu. Peki kısacık zamanda, tam seçim yaklaşmışken ne oldu ki Başbakan birdenbire “Kürt açılımı” ile başlattığı anlaşma sürecini unuttu ve keskin bir viraj aldı.
Özellikle “Başkanlık sisteminin de gerektirdiği gibi” seçim sonrası açıklanacağı söylenen yeni anayasada bu konuda neler olacağını tüm israrlara rağmen ve milletin seçime “geleceği bilmeden gitmesi”nin de haksız ve yanlış bir durum olmasına rağmen hiçbir şeyin açıklanmaması hala aynı duyguyu veriyor. Madem ki Başbakan şimdi “Kürt sorunu olmadığına” karar vermiştir, o zaman yeni anayasada BDP ile PKK’nın; “özerk bölge”den başlayan ve Anayasa’daki “Türklük tanımının değişmesi”ne uzanan taleplerinden hangilerinin yeni anayasada yerine getirileceğini de açıklayabilir.
İLGİNÇ TESADÜF
Zira bir yandan bu konuşmalar yapılırken tamamen aynı günlerde Apo’nun da kısacık süre önce “olumlu görüşmeler yapıyoruz” dediğini unutarak “Çözüm umudum kalmadı, gücünüz yetiyorsa hazırlığınızı yapar, özerk bölgeyi hayata geçirirsiniz” diyerek (Kürtlere mi, BDP-PKK’ya mı)Yemen ve Tunus’u örnek göstermesi dikkat çekicidir. Sanki seçim yaklaştıkça hükümetle çekişmeleri kızışıyor görüntüsü ortaya çıktı ama “seçim sonrası tekrar anlaşma”ya dönülecek mi orası belirsiz bırakılıyor.
Asıl endişe ise bu “anlaşmazlık” görüntüsünü pekiştirmek için yeni bir terör senaryosunun ortaya konmamasıdır.
***
Demokrasi istiyorlarmış!
Bir de “Suriye’den göç” sorunu çıktı başımıza.. Esad rejiminin baskılarından kaçan 250 Suriyeli sınırı geçerek Türkiye’ye gelmişler, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise acil bir “mülteci zirvesi” düzenlemiş. Tamam anlıyoruz, komşu ülke olarak ‘mültecilere kapıyı kapamak’ zordur ama gelenler kimdir belli mi?
Haydi “vizesiz geçiş” filan da verildi ama onların hiç değilse ‘geri çıkmak üzere’ geldiği ümit edilebilir, bu durumda ise gelen kayboluyor Türkiye’de, milyonlarca vatandaşını takibe alan devlet ne peşmergeyi, ne Suriyeliyi takibetmiyor. Suriye’nin kısa zaman öncesine kadar “PKK’nın barındığı, eğitildiği, desteklendiği” ülke olduğunu, biz terör eylemlerinde kaybettiğimiz şehitlere ağlarken yıllar boyu öylece seyrettiklerini hatırlayacak olursak gelenler arasında teröristlerin olmadığı ne malum?
Fransa “mülteciler oradan kendi ülkesine geçiyor diye” İtalya’ya kızıyor da biz neden sorgusuz sualsiz kabulleniyoruz ben anlamıyorum. Batı ülkeleri, sınırından giren “tek bir yabancıyı bile” adım adım izliyor, nedenini düşünmek lazım. Hele bir de gelenlerin “Türkiye’deki gibi demokrasi istiyoruz” sözü var ki, onlara hemen “Buranın ‘İLERİ DEMOKRASİ’ olduğunu, kendilerine fazla(!) geleceğini” söylemek gerekiyor...
Yorum Gönder