27 Mayıs’ı Doğru Okumak - Ali Sirmen
- Aradan 51 yıl geçtikten sonra, yine bu konuyu tartışmanın ne âlemi var?
Yukarıdaki soru, ilk bakışta bu sav doğru gibi de görülebilir.
Ne var ki, aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, maalesef Türkiye 27 Mayıs koşullarını geride bırakıp, kamil bir demokrasiyi yaratamamıştır ve 1950-60 yanlışlarını ve o yanlışların oluşturduğu koşulları elli yıl arayla yine yaşamaktadır.
Yanlış anlaşılmasın, ne bugün de askeri darbe olasılığı (o çığırtkanlık, sivil darbeyi gözden kaçırmak isteyenlerin işi) ne de böyle bir özlem var.
Biliyorum, bu tartışmayı başlatmak ve 27 Mayıs’ı doğru okumaya çalışmak bile esmayı üstümüze sıçratmak için yeterli.
Ama artık bu Ergenekon ve darbe çığırtkanlarına boşverip, doğruları konuşmanın zamanı gelmiştir sanırım.
Toplumsal olayları ne tek bir nedene indirgeyerek açıklamak mümkündür ne de tek yönden bakarak sağlıklı bir tanıya varmak.
27 Mayıs’ın gerekçelerini bazı açılardan haklı görenin bile, Yassıada duruşmalarını savunması mümkün müdür?
Ama Yassıada’daki hukuksuzluğa haklı olarak karşı çıkarken, Tahkikat Encümeni hukuksuzluğunu görmezden gelmek de yanlış değil midir?
***
27 Mayıs darbesinin son tahlilde Türkiye’ye bir şey kazandırmadığını söylemek, hatta daha ileri giderek, darbeler sürecini tetiklediğini söylemek mümkündür. Ama buradan yola çıkıp da “27 Mayıs sabahı müdahale olmasaydı, demokrasimiz gül gibi gidiyordu” demek yanlış olur.
Bundan sonra 27 Mayıslar olmasın temennisine candan katılmamak mümkün değildir, ama bunu yalnızca bir bütün olan olayın son bölümüyle sınırlı tutmak yanlış olur.
“Bundan böyle, 27 Mayıs’ı doğuran olaylara meydan vermeyelim!” en doğru temenni olacaktır.
Çünkü unutmayalım ki 27 Mayıs 1960 sabahı askeri darbe olmasaydı da Türkiye’de demokrasi kalmamıştı. Başka bir deyişle, 27 Mayıs harekâtı, demokrasinin ortadan kaldırılmasından sonra oluşan ortamda, meydana gelen zincirleme reaksiyonlar sürecinin bir parçasıdır.
“Öyle ya da böyle, sonunda iş askeri darbeye varmış, şimdi bunu tartışmanın ne önemi var?” savıyla sorunun özü geçiştirilemez.
27 Mayıs’a yanlış teşhis koymak, bugünümüzü doğru saptamak, yarınımızı sağlıklı biçimde oluşturmak yolunu tıkar.
Çünkü 27 Mayıs’ın sivil sorumluluğunu görmez iseniz, Türk demokrasinin yalnızca askeri vesayet tehdidi altında olduğunu sanır ve tehlikenin tümünü göremezsiniz.
***
Bugünkü iktidar ve yandaşlarının pompaladığı hava da ne yazık ki budur.
Demokrasilerde, her türlü vesayete karşı olmak gerekir, vesayetin kaynağı asker de olsa sivil de olsa fark etmez. Bu gerçeği görmezsek orduyu kışlada emrinde tutan Hitler önderliğindeki Nazizmin de, ordu kaynaklı Franko önderliğindeki Frankizmin de toplumlar için felaket olduğunu gözden kaçırma yanlışına düşeriz.
Türkiye’de demokrasiyi her türlü vesayetin sultasından kurtarmak zorundayız.
Ve ne yazık ki bugün Türkiye’de demokrasi hem askeri hem de sivil vesayetin tehdidi altında olduğundan, yalnızca askerin kışlaya çekilmesiyle sorun çözülmüyor.
Aynı zamanda, sivil vesayetin önüne de set çekmek ve çoğunluk diktasını rejimin sınırları içine geriletmek de zorunlu.
27 Mayıs olayını doğru okursak, bu gerçeği bütünüyle görebiliriz.
Askeri vesayeti kınarken, sivil vesayeti görmemek, tıpkı “Askeri vesayet iyidir” demek kadar yanlış ve kötüdür.
Her ikisinin de demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.
“Yaşasın askeri vesayet!” diyen diktacıdır.
“Kahrolsun askeri vesayet!” derken, sivil vesayetin sultasını görmezden gelen ise hem diktacıdır hem de sahtekâr.
Ne yazık ki demokrasiyle sivil vesayeti ayıramayan kafa karışıklığı yarım yüzyıl önce de vardı, şimdi de var.
27 Mayıs’ı doğru okursak bu kafa karışıklığından kurtuluruz.”
Yorum Gönder