Gülen Cemaati, şike yasasında öngörülen
cezaların düşürülmesine, bu yüzden de veto edilen yasanın tekrar görüşülmesine
şiddetle karşı çıkmıştı.
Şike yasasının ABD ve Gülen tarafından
hükümete dayatıldığı, Gülen Cemaatinin “sızamadığı
tek büyük kulüp” olan Fenerbahçe’yi ele geçirmeyi planları olduğu
söyleniyordu.
İşte güç savaşı o günlerde başlamıştı
bence.(Yasanın kabulü 31/3/2011)
Fethullah Hocanın 2005 Ağustos’unda
Sızıntı Dergisi’nde yazdığı yazının 23 Kasım 2011 tarihinde Zaman Gazetesi’nde
yeniden yayınlanması Erdoğan’a bir çeşit tehdit niteliği taşıyordu.
“Sen kerameti kendinden
menkul sanmaya başladın, ama seni orada tutan gücün diğer iki ayağı da biziz!” Sözlerini içeren yazının tekrar
yayınlanması çok anlamlıydı.
Gülen’e yakınlığıyla bilinen Zaman
Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin, katıldığı bir programda , “AK Parti’de çok ciddi bir kırılma noktası
görüyorum. Eğer veto edilen yasa aynen Köşk’e iade edilirse; AK Parti, kendi
ayağına sıkmayı bırak, kendi sandalyesine tekme vurmuş olur” demişti.
***
Başbakan işe uyanmıştı. Yirmi milyondan
fazla taraftarı olan Fenerbahçe’yi gönülden desteklediğine de inanmıyorum.
Sadece alacağı oyları düşünüyor ve kaybetmek istemiyordu.
Bakınız, ben bu satırları 16.Aralık 2011
de Türkiye'yi Kim Yönetiyor? Başlıklı
yazımdan alıntılar yaparak yazdığım sırada Posta Gazetesinden Candaş Tolga
Işık'a röportaj veren Aziz Yıldırım, çok önemli açıklamalarda bulunmuş.
Yargıtay’ın hakkındaki kararı bozmasını beklemediğini söyleyen Yıldırım, “Hedefte ben değil Fenerbahçe Kulübü var.
Benim tarafım her zaman belli. Ben Atatürkçüyüm, cumhuriyetçiyim, laikim.
Ödediğim bedel bunların bedelidir” diyor.
Hükümetle cemaatin o zamanlar kol kola
olduklarını 2011 de cemaatin yaptığı operasyondan hükümetin haberinin olup
olmadığını bilmediğini ama cemaate müsaade ettiklerini, 16'ncı Ağır Ceza'da
yargılandığını bu mahkemenin Başbakan’ın dediği paralel devlete mi bağlı?
Türkiye Cumhuriyeti'ne mi bağlı? Bunu ben bilemem, kim bilir. Hükümet bilir. Adalet
Bakanı bilir. Açıklık getirsinler. Demiş
Kaçmak gelmedi mi
aklınızdan? Sorusuna:
Ben 1 sene niye yattım? Niye o kadar
bağırdık, çağırdık? Geldiğimiz noktada benim haklı olduğum çıkmadı mı? Başbakan
diyor ki; "Hepsi kumpas"
Bize de kumpas yaptılar. Sahanın içinde şike yoksa dışında nasıl olacak? Sen
Emenike'ye beraat veriyorsun, bana ceza veriyorsun. Ben haklı olduğuma
inandığım için geldim. Bu memleket için geldim. Şahsımla ilgili gelmedim.
Korkmadığımı görsünler istedim. Bunu yapanların hepsi hesap verecek bu ülkede.
10 sene, 20 sene, bir gün verecekler.
Cezaevine girmeye hazır
mısınız? Sorusuna
Yıldırım şöyle yanıt veriyor;
O kolay, ne olacak. Rahatım. Benim
idealim var. 62 yaşındayım ama 16 sene bu kulübe inancıma göre hiçbir siyasi
partiyi sokmadım. Ne AKP, ne CHP, ne MHP. 16 sene Atatürk'ün çizgisinde gittik.
Ben yatmaya hazırım. Onun için geldim. Korkmam. Bir gün çıkarız elbet. Haa,
ölürsek yapacak bir şey yok tabi…
(Allah uzun ömürler versin
başkana diyelim.) Onun
açıklaması her şeyi ortaya döküyor, anlaşılmayacak bir şey kalmıyor.
Fenerbahçe’ye dil uzatmak veya ceza vermek eş değerdir Ergenekon, Balyoz ve
bunlara bağlanan diğer davalardaki gibi Atatürk’ü yargılamak ve halkı sindirmek
istencidir. Bu mesele taraftardan çıkmış cumhuriyet ve Atatürk savaşına
dönüşmüştür.
Bizler yani Atatürkçüler sonuna kadar
Fenerbahçeliyiz ve birlikte hareket edeceğiz.
***
Atatürk, ‘Benim en büyük eserim Cumhuriyettir’ derken, Cumhuriyetin
şeklinden değil, devrimlerinden söz ediyordu. Cumhuriyet devrimleri ve laiklik
birer slogan değil, bir yaşam biçimidir.
Ne yazık ki AKP iktidarında yargı
bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü tehlikeli boyutlara gelmiştir. Laiklik ilkesi
yıkılmak istenirken, devrimlerin kazanımları tahrip edilmiştir.. TSK içinde
Atatürkçü generaller, amirallerin büyük bir kısmı zindanlara kapatılarak Türk
Ordusu tasfiye edilmiştir. Aydınlarımız dâhil devlet kurumlarından Atatürkçü
kadrolar ya sürülmüşler ya da emekli edilmişlerdir.
Yeni Türkiye masallarıyla çağın gerisine
sürüklenen bir Türkiye olduk.
***
Erdoğan ile cemaat restleşiyor ve
birbirlerinin açıklarını ortaya serme savaşı veriyorlar. Hangisi daha güçlüdür
bilemeyiz ama AKP - Gülen Cemaati gerilimi, 17 Aralık sabahı yapılan büyük
operasyonla geri dönülmez bir noktaya geldi. Dört bakanın istifasına yol açan,
çocuklarının tutuklanması ve ayakkabı kutularındaki dolarlar cumhuriyet
tarihinin en büyük yolsuzluğu olarak tarihe geçti.
***
Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile
savcılık tarafından ifadeye çağrılmış, gitmediği için hakkında yakalama emri
çıkartılmıştı oğul Erdoğan’ın.
Tutuklanan bakan çocukları böyle şanslı
değillerdi zira başbakan babası tarafından dokunulmazlığa alındı. Kimse
dokunamadı ona.
Günlerden sonra bugün Bilal Erdoğan'ın
avukatı Ahmet Özel, ''Müvekkilim sabit
ikamet sahibi olup, savcılık makamlarınca yapılacak bir bildirim üzerine
ifadeye gitmek için hazır olduğumuzu kamuoyuna arz ederiz'' dedi.
Geçti Bolu’nun pazarı
sür eşeğini Niğde’ye derler
buna.
Yolsuzluk ve rüşvet sorgulamasında olan
tüm savcı, hâkim ve polisler sürüldükten, yerlerine hükümet yanlıları
atandıktan sonra mı aklınız başınıza geldi?
Haydi, canım, dalga mı geçiyorsunuz
milletle?
***
Oysa Halk TV'de ''Nereye Gidiyoruz?'
Programında Gerçek Gündem.com ’un sahibi gazeteci Barış Yarkadaş, Savcı
Muharrem Aktaş’ın 2. Dalga operasyonunda, Bilal Erdoğan’ın neden gözaltına
alınamadığına dair inanılmaz iddialarda bulundu.
25 Aralık 2013 günü İstanbul Emniyeti’ne
bağlı görevli polisler gözaltına almak için Bilal Erdoğan’ın Kısıklı’daki evine
geliyorlar
Ancak Bilal Erdoğan’ın Kısıklı’daki
evinin önünde görevli bulunan Başbakanlı’ğa ait korumalar ile Özel
Harekâtçılar, gelen polislere silah çekiyorlar. .(Vay vay vay!)
Polis’in Savcı Muammer Aktaş’ı
bilgilendirmesi üzerine, Aktaş Jandarma Kuvvetlerinden gözaltına alabilmek için
kolluk istiyor.
Kendisinden Bilal Erdoğan’ı gözaltına
almak üzere kolluk kuvveti istenen Jandarma durumu, Genel Kurmay Başkanı
Orgeneral Necdet Özel’e bildiriyor.
Özel paşa Jandarma’ya “operasyon yapmayın
“ emrini veriyor.
Ve tabi Bilal Erdoğan gözaltına alınamıyor.
İşte mesele budur.
Sözlere ne kadar iddia denilse de
gerçeklik payı olduğunu anlamamak için geri zekâlı olmak gerek.
Bilal Erdoğan’a dokunan yanar misali
yargıçlar, hâkimler, polisler sürüldükten sonra ifadeye gideriz demek komik
olduğu kadar bu milleti enayi yerine koymak demektir.
Başbakan oğlu ve sonunda kendisi
yargılanmasın, saltanatını sürdürebilsin diyerek kuvvetler ayrılığı ilkesini 12
Eylül den çok daha ağır bir şekilde ortadan kaldırılmak istemektedir. HSYK’ yı
Adalet bakanlığına yani dolayısı ile kendisine bağlamak istemektedir. Yıllardır
kaç kez yazdım unuttum artık. Bunu başarırsa ne partiler kalacak ne de
demokrasi.
***
TBMM ‘si artık Atatürk’ün
kurmuş olduğu meclis değildir.
Meclis zinkaflı küfürler eden, muhalefet
milletvekillerine saldıran AKP li vekiller tarafından işgal altındadır. Dün
yine kendilerini haklı gösterme adına CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan
darp edilmiştir.
CHP Grup Başkan vekili Muharrem İnce,
kavgayla ilgili sözlerinden kısa bir anımsatma;
Meclis artık tehlikeli, bir
yerdir, can güvenliğimiz yok.
Kavga Başbakan Erdoğan’ın
oğluna çağrı kâğıdını gösterdiğimiz için çıktı.
Partinin genel başkan yardımcısına bir
fedai geliyor yumruk atıyor, kaşını açıyor.
Kaba kuvvet bir yasa yapma tekniği
olmuştur.
Bunlar geometrik çoğunluklarına güvenerek
fazla hacim kapladıkları için biz döveriz, yasaları geçirtiriz diyorlar.
Türkiye’nin geldiği nokta
budur. Recep Tayyip Erdoğan’ın grubu budur.
.Savcı Emniyet’e görev vermiş emniyet
görevini yapmamış.
Böyle bir ortamda emniyet müdürünü,
savcıyı görevden almak şerefsizlik değil midir?
Bu fedailere, bu kabadayılara o genel
kurulda sonuna kadar direneceğiz.
***
“Unutmayalım ki cesur bir
kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir toplumda
"mezar... taşı" gibi susmamasıdır.”
Diyen ve gazetecilik hayatı başarılarla
dolu olan Uğur Mumcu’muzu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu
kaybettik. Aslında YOK OLAN sadece onun fani bedenidir. O düşünceleri ve
yazdıkları ile kalbimizde yaşıyor ve daima yaşayacaktır. Ölümünün 21. Yılında
sevgi ve saygıyla anıyoruz. Hunharca öldürülüşünün faili meçhul olaylar arasında
kalması da gerek basın camiasının gerekse milletimizin vicdanında kocaman bir
yaradır.
Işıklar içinde uyusun.
Yorum Gönder