Aslında bunun bir Algı Yönetimi
olduğunu birçok kişi daha başından itibaren anlamıştı. Amaç, AKP'ye AK
dedirterek, diğer partilerin KARA olduğu çağrışımını hafızalara kazımak,
yıllar içinde ise kamuoyunun büyük bir bölümünün AK Parti demesini
sağlamaktı. Bunda başarılı oldular. AKP karşıtlarının çoğu AK Parti
demeye başladı.
Hazır Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu
gündemdeyken, muhalefet partileri AKP'ye, “Yolsuzluk ve Rüşvet
Operasyonu'ndan sonra hala AK olduğunuzu nasıl söyleyeceksiniz?”
sorusunu sorarsa, verilecek yanıtlarla ortalık şenlenir.
AKP
iktidarı ve müttefiki cemaat, türbanı, mağduriyet edebiyatı yapmak için
kullandılar. Özellikle Başbakan Erdoğan, son dönemdeki tüm
konuşmalarında, türbanın kamuda da serbest bırakılmasına atfen, konuyu
can alıcı cümlelerle işledi.
Anadolu kadınına, geleneksel
örtülerinin yerine, türbanın farklı tarzları dayatıldı. Öyle başarılı
bir Algı Yönetimi uyguladılar ki, Türban'ın adı oldu Başörtüsü. Bugün,
herkese başörtüsü dedirtiyorlar.
Yolsuzluk ve Rüşvet
Operasyonu, bizim yıllardır dile getirdiğimiz ve bu yüzden de, hiç
ummadığımız çevrelerden bile tepki aldığımız bir gerçeğin nihayet
anlaşılmasını sağladı. Birçok yazıda özetle, “Türbana başörtüsü diyerek
aslında kadınların başını örtmüyorlar. Konuyu sürekli dillendirmelerinin
asıl nedeni, Başörtüsü ile Yolsuzlukların üstünü örtmektir. Kabul
edelim ki, devasa yolsuzlukların üstünün 1 metrekarelik bezle örtülmesi
büyük başarıdır. Ama gün gelecek başörtüsü de yolsuzlukları gizlemeye
yetmeyecektir” demiştik.
Gelelim, Erdoğan'ın, Gülen'i ne
zaman sildiğine. Türkçe Olimpiyatları'nın 16 Haziran 2012'deki kapanış
töreninde konuşan Başbakan Erdoğan, Fethullah Gülen'e seslenip, "Gurbet
hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. Gurbette olup, şu vatan
topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz"
diyerek, zaten sürekli ağlama durumunda olan Pensilvanya'daki Hocayı
gözyaşlarına boğmuştu.
Hatırlayın, dön çağrısı yapıldığı
Haziran 2012'de şunları yazmıştım, “Bu çağrı zorlamadır. Kesinlikle
içten değildir. Gülen gelirse, bir köşeye çekilip, el öptürerek zaman
geçirecek şeyh olmaz. Aksine doğrudan ülke yönetiminde söz sahibi olmayı
ister. Bunu, iktidarını hiç kimseyle paylaşmak istemeyen Erdoğan
bilmektedir. Bu nedenle de Fetullah Gülen'i istemez. Zaten ABD de
şimdilik dönmesini istemiyor. Hatta hiç istemeyebilir. Bu da Erdoğan'ın
işini kolaylaştırıyor…”
Bir yıl sonra, 16 Haziran 2013'te,
yine Türkçe Olimpiyatları'nın final gecesinde konuşan Başbakan Erdoğan,
bu kez dön çağrısını yapmıyordu. Konuşmasında her konuya değinen
Erdoğan, “Hocaya, dön geri” dememişti. İşte o tarih, bugün yaşananların
habercisiydi.
Yine Haziran 2012'deki yazımı okuyanlar bilir. O
yazıda, “Başbakan Erdoğan, gelecek yıl yani 2013'te, Fetullah Gülen'e
dön çağrısı yapar mı” sorusuna özetle şöyle yanıt vermiştim.
“2014'de
Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cemaat, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı
olarak kalmasını istiyor. Kendini Cumhurbaşkanlığı'na hazırlayan Erdoğan
ise zaten ilişkilerinin bozuk olduğu Fetullah Gülen'e gelecek yıl, yani
2013'te Türkiye'ye dön çağrısı yapmaz. Her iki tarafı da destekleyen ve
onlarla ittifak içinde olan ABD ise AKP iktidarına karşı elindeki en
iyi unsuru yani Cemaat liderini şimdilik Türkiye'ye göndermez. Kısacası,
2013'te Başbakan Erdoğan, mecburi müttefiki Fetullah Gülen'e dön
çağrısı yapmaz ise anlayın ki ortalık karışacaktır…”
“Tarih
tekerrürden ibarettir” sözünü bilirsiniz. Bundan hareketle, Roma
İmparatorluğu döneminden kalan, ''Bütün yollar Roma'ya çıkar” sözünü
anımsatmak istedim. Ne tuhaf bir tesadüftür ki, o dönemde kesme taştan
yapılan yollar duble idi. Bu yollar ile övünen birçok imparator,
senatörlerin, yapılan harcamalardaki yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına
yanıt vermekte zorlanıyordu. Çünkü tüm yolsuzluk suçlamalarında yollar
Roma'ya çıkıyordu. Öyle imparatorlar vardı ki, yolsuzluk soruşturması
yapan valileri görevden alıyordu. Bizde de, en çok övünülen konuların
başında gelir Duble Yollar. Ne gariptir ki, yolsuzluk ve rüşvet
iddialarında yollar Ankara'ya çıkıyor. Bu konuyu yazacağım.
Benzerliklere şaşıracaksınız.
Yurtsever olduğu için Silivri
zindanına kapatılan İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof Dr Fatih
Hilmioğlu, karaciğer kanseri ile mücadele ediyor. Yaptığı organ
nakilleriyle yüzlerce insanın hayatını kurtaran Hilmioğlu'nun durumu,
tedavisine izin verilmediği için giderek kötüleşiyor. Hilmioğlu için
Facebook üzerinden başlattığım kampanya büyük ilgi gördü. Binlerce
arkadaşım, Hilmioğlu hakkındaki yazımı köşe yazarlarına, gazetelere,
siyasilere iletti. Kamuoyu oluşturmayı başardık. Şimdi herkes Fatih
Hilmioğlu'nu konuşuyor. Cumhurbaşkanı Gül, Fatih Hocanın tutuksuz
yargılanıp, tedavi görmesi için formül arayışı başlattı. Facebook
sayfamdaki binlerce arkadaşıma katkıları için teşekkür ediyorum.
Yorum Gönder