Varşova’da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
9.uncu toplantısında Türkiye, Avustralya ile birlikte ‘Yılın Fosil
Ülkesi’ seçilmiş.
Dünyanın pek çok ülkesinde bir menfaat dağıtma mekanizmasına dönüşmüş
düzenin patolojik deformasyonlarını gözleyebilirsiniz. Gerçi bütün
dünya tarihinde kral, imparator, sultan kendi çevresine menfaat
dağıtarak yaşamıştır. Bu bağlamda bütün iktidar sistemleri
fosilleşmiştir. Sadece bu açıdan bakarsanız, dünya bir bataklıktır.
Uluslarası araştırma örgütleri, adalet örgütleri maddi menfaatler
arasında cüce kalmış organlardır.
Burada fosil sözcüğü pek anlamlı gözükmüyor. Ama nedeni bu iki ülkede
bir yılda ‘Sera Gazı Salınımı’nın %124 artmış olmasıymış. Bunun iki
katı da olabilirdi. Böyle bir kontrol olduğunu ben zaten işitmemiştim.
Kaldı ki bir yerde böyle bir kontrol yapılması gerekli olduğu yazılmış
olsa bile bunun yapılmamış olması pek şaşılacak bir şey değil. Menderes
Nehrinin zehir taşıdığını, Marmara’da canlı yaşamın tükenmek üzere
olduğunu okuyup durmuyor muyuz? HES felaketi yıllardır anlatılmıyor mu?
Anadolu halkının tarlalarını bırakıp kentlere doluştuğunu, Türkiye’de
tarımın ülkeyi dışaıya mahkum eden bir düzeye gerilediğini, köyüne
dönmeyen halkın milyonlarcasının kentlerde iş aradığını gazeteler yazıp
durmuyor mu? Bir toplum bütün uluslararası önemli istatistiklerde
gerilerden geliyorsa, eğitimde sekseninci, sanayi üretiminde, toplumsal
gelişmede, demokraside gelişmiş ülkeler arasına giremiyorsa çağa
yetişmekte zorlanmasının nedenlerini düşünmekten daha önemli ne
olabilir?
Sevgili Okuyucular,
Bütün dünyanın da sorunu buna benzer bir adam sendeciliktir. Gelişmiş
ya da gelişmemiş ülkelerin insanları biraz uzak bir geleceği düşünecek
konumda değiller. Çünkü sistematik bir beyin yıkama mekanizması içinde
yaşıyorlar.
Zengin ya da fakir, birisi sömürücü, öteki ancak birkaç gün sonrasını
düşünebilecek bir zavallı, dünyanın başına 50 yıl sonra gelebilecek
sorunlara karşı tümüyle duyarsızlar. Bu gün içinde bulundukları
sıkıntıların yarın daha büyüklerini hazırladığını düşünecek kadar akıllı
da değiller. Savaş, politika, yalan reklam, fiziksel değişmeler
bağlamında insanlar düşünceleri ve duyguları arasında dengesiz kaldı.
Daha doğrusu bırakıldı. Daha çok satın al! Daha çok geliş!
Bu yalan, dünyanın aç nüfusunu azaltmadı. Yaratılan kargaşada sıradan
adamın aklına sera gazı gelmez. Bir bölümü ne olduğunu da bilmiyordur.
İnsanlığın geleceğe ilişkin düşüncesi bir atımlık bile değil. Yine de bu
gözlemleri bir umutsuzluk ifadesi olarak düşünmeyin. Temel sorunumuz
içinde bulunduğumuz durumu doğru değerlendirmektir. Gelecek öngörüsü de
ancak sağlıklı bir bugünkü durum analizine dayanıyor.
Çağdaş sorunların insanları sürekli rahatsız eden başka boyutları da
var. Bütün dünya her dakika mal satmak isteyenlerin baskısı altında
yaşıyor. Görsel olarak sokakları, televizyonları işgal ediyor ve bazen
kirletiyorlar. Telefonlar, bilgisayarları mesajla dolduruyorlar.
Telefonunuzu işgal ediyorlar. Televizyonlar onların esiri. Reklam yoksa,
televizyon kanalı da yok. Siz hiçbir malı seçmiyorsunuz. Marka
alıyorsunuz. Turistik amaçlarla ülkeniz ve kentleriniz de marka. Örgütlü
bir beyin yıkama mekanizması dünyayı size bir mal olarak sunuyor.
Üçüncü sorun da reklamla örtüşüyor. Her ülkede politik kavga halkın
beynini taraflı yayınlarla dolduruyor. Bu kapitalist ekonomi ve tüketim
motivasyonlarıyla birleşiyor. İktidar hırsıyla karışınca bin bir yalana
ve sahtekarlığa yol açıyor. Politika ulusal ve uluslararası alanlarda
bütünüyle sahte bir kibar yalan düzenine dönüşmüştür. Bu evrensel
hastalıklar cahil toplumlarda daha etkili. Bu girdapta demokratik
geleneği olmayan cahil toplumların güncel akımlara ve iktidarların
oyuncağı olmalarına engel çıkmıyor. Sonuçta bu ‘Sandık Demokrasisi’
denen, yani özgürlüğü sandığa tıkmış bir yoz mekanizmaya dönüşüyor.
Bunun arkasında mantıklı bir idare felsefesi olması söz konusu değil.
DÜNYA BİR BATAKLIK
Dünyanın pek çok ülkesinde bir menfaat dağıtma mekanizmasına dönüşmüş
düzenin patolojik deformasyonlarını gözleyebilirsiniz. Gerçi bütün
dünya tarihinde kral, imparator, sultan kendi çevresine menfaat
dağıtarak yaşamıştır. Bu bağlamda bütün iktidar sistemleri
fosilleşmiştir. Sadece bu açıdan bakarsanız, dünya bir bataklıktır.
Uluslarası araştırma örgütleri, adalet örgütleri maddi menfaatler
arasında cüce kalmış organlardır. AİMH dünyada adaletsizliği önlemez.
Dünya Sera gazı, CO2 gazını azaltmak için yıllarca uluslararası
toplantılar yapılabilir. Ama Amerikan kapitalistlerini aşamaz.
İnsanlığın geleceği, bir şirketin yıllık bilançosundan daha önemli
değildir. Uygarlık ve İnsanlık gibi kavramlar, kuramsal olarak, birkaç
bin yılda birkaç ülkede gelişmiş olabilir. Bu gelişme dünyayı en çok
sömürenlerin en gelişmiş ülkeler olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dünyayı
asıl kirleten politik ve ekonomik fosilleşmedir.
Toplumların yaşamı kurumsal ve düşünsel fosil dolu. Fosilleşme, işe
yaramayan eşyanın evinizi doldurması, tarlayı ya da bahçeyi otların
istila etmesi, demokrasi yerine oyların geçmesidir. Oyların sayısı ile
demokrasi arasında sayısal bir ilişki yok. Avrupa tarihinin gösterdiği
gibi tüm oyları alıp iğrenç bir faşizm kurabilirsiniz. Örneği bol.
Sandık demokrasisinden özgür insan demokrasisine geçilmezse dünyanın
fosilleşip yok olmasından kurtulma olasılığı yok.
İKİ MEKANİZMA
Bu fosilleşmeden bağımsız gelişen, biri doğal diğeri teknolojik iki
mekanizma var. Bunlar birbirleriyle iç içedir. Doğal olan, genç
kuşakların yetişme mekanizmasıdır. Teknolojik gelişmenin ağırlık noktası
da iletişimdir. Fakat asıl önemli olan uç teknolojilerin temel ve
yaratıcı kullanıcılarının genç kuşaklar olmasıdır.
Bu aşamada bütün fosilleşmelerin destekçisi gibi görünen Amerika
hala, gelecek öngörülerinin en iyilerini yapabiliyor. Bu fosilleşme ve
uygarlıkların sonuna ilişkin en etkili analizi Amerikalı profesör Jared
Diamond “Collapse” (Çöküş) adlı kitabıyla güncel söyleme yansıttı. Daha
sonra National Geographic kurumu bundan bir bilim –kurgu filmi yaptı. Bu
filmde Roma ve Maya uygarlıklarının başına gelenler Amerikan ve Dünya
kentlerinin de başına geliyor.
Dünyanın güncel yaşamı ikilemlerle dolu: Dünyayı en çok kirleten ABD;
en büyük ve güçlü emperyalist ve kapitalist ülke ABD; en fazla
demokrasi, hiç olmazsa biçimsel olarak, ABD’de. Dünyanın iklimsel sonu
sorununa ciddi olarak yaklaşan ve en çok bilimsel araştırma yapan da
yine ABD. Başka bir deyişle, fosilleşmemeğe de çalışıyor.
Bu aynı zamanda politik egemenliğin yapısını anlatıyor. Gelişmiş
ülkelerin de, gelişmemiş olanlar gibi, insan doğasına bağlı hastalıkları
var. Fakat bu hastalıkların toplumun geleceğini tehdit etmeden ortadan
kaldırılması için gerekli bilgi ve örgütlenmeye de sahipler. Onun için
de dünyaya tepeden bakıyorlar. Bizim gibi ülkelerin halini bahçedeki
kedi kavgası gibi görüyorlar. Dünyanın bizi hala 19. yüzyılda olduğu
gibi gördüğünü unutmayın: Gelişmemiş bir Doğu toplumu. Bu imgeyi
Kurtuluş Savaşı ile yok etmiştik. Fakat çok sürmedi. Mustafa Kemal
1938’de öldü. Sonra da dünya ile birlikte İkinci Dünya Savaşı bunalımına
daldık. Türkün Doğulu kalması galiplerin işine geldi. Sonuç bugünkü
Türkiye.
Dünya bizi nasıl görüyor? Edward W. Said çok ünlü Orientalism (1978)
adlı kitabının girişinden önce Marx’ın şu sözünü almış: “Onlar
kendilerini temsil edemezler; temsil edilmeleri gerekir.” Bu, ‘Onlar
kendilerini bilip anlatamazlar. O işi bizim görmemiz gerekir’ anlamına
geliyor.
Vahdettin’in etrafındaki Osmanlılar, sorunlarımızın İngilizler
tarafından çözüleceğini düşünüyorlardı. 1978’de kitabını yayınlayan E.
W. Said de hala öyle düşünüyordu. Türk sözcüğünü diline almaz. Türk
Devrimini hiç anımsamaz. Filistin’li Hıristiyan Said, Orientalism’i
şiddetle eleştirir, ama bunu bir Avrupalı gibi yapar. Fakat Türkiye’nin
1950’den sonraki haline bakınca acaba Marx haklı mı idi, diye
düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Sonuçta kendinizi hala
Anglosakson emperyalizmi ile sarılmış hissediyorsunuz.
Bu şüpheyi aşın. Yeniden düşünün!
Aydının elini taşın altına koyması aktif düşünme demek!
Doğan Kuban
Yorum Gönder