Bak, şuraya bir uçak düştü; "Kesin Amerika düşürmüştür!.."
Bak, benzin fiyatları yükseldi; "Amerika yükseltmiştir!.."
Bak, PKK yine saldırdı; "Amerika salmıştır!.."
Bak, merkez sağ bir gecede dağıldı; "Amerika dağıtmıştır..."
Bak, Baykal'a kaset tuzağı kuruldu; "Amerika kurmuştur!.."
Bak, seçimlerde hile yapıldı; "Amerika yaptırtmıştır!.."
Bak, AKP üçüncü kez iktidara geldi; "Amerika getirmiştir!.."
Bak, Tayyip artık istenmiyor; "Amerika'yı kızdırmıştır..."
Bak, Erdoğan ile Fethullah kavga ediyor; "Amerika kışkırtmıştır!.."
Bak, CHP ile cemaat ittifak yapacakmış; "Amerika istemiştir..."
Bak, darbe olur diyorlar; "Amerika planlamıştır!.."
Bak, İstanbul'a haftalardır yağmur yağmıyor; "Amerika durdurmuştur!.."
Bak, gökten üç elma düştü; "Amerika atmıştır!.."
Bak, Melahat'la kocası kavga etmiş; "Amerika fişeklemiştir!.."
Bak, artık nefes de alamıyorum; "Amerikadır Amerikaaaaa!.."
Çocukluktan bu yana duyduğumuz çoğu paranoyak efsanelerdir bunlar!..
Kimi gerçek, kim yalan, kimi bühtan... Kimi hikaye, kimi terane, kimi de
düpedüz nane!..
Ama hep duyarız; dağ başında virane olmuş bir kerpiç ev yıkılsa,
adamın biri telefonla gizemli konuşsa, bilgenin biri ahkam kesse,
gazetecinin biri yalan yazsa, otobanda iki otobüs çarpışsa, hatta iki
çocuk okulda kavga etse!..
Ya da sigara fiyatları artsa, memlekete turist gelmezse, Uludağ'da
çığ düşse, şaşkın çoban iki keçisinden birini kaybetse... Millet perde
gerisindeki asıl suçluyu bulmuştur; "Kesin Amerikaaaaa!.."
Bay Kerry'e rest çekmek!..
Diyeceksiniz ki, "hayırdır gene ne oldu?.."
Yukarıda sıralananların bir çoğu bahane gibi olsa, hatta komedi gibi
gelse de, sorarım size, günlük yaşamda içine Amerika katılmamış bir
senaryo, bir kuşku, bir kaos duydunuz mu hiç?..
Ama yine de tüm bunlar dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika'nın
"çok güçlü bir devlet" olduğunu kanıtlamıyor... ABD her şeye muktedir,
her şeyden haberdar, herkese gücü yeten, her yere müdahale edebilen bir
devlet olsaydı; 11 Aralık 2001'de, on tane El Kaide militanı, ellerini
kollarını sallayarak uçakları kaçırıp İkiz Kuleler'e, hatta Pentagon
binasına saldıramazdı!..
Yani bazı şeyler yalnızca şehir efsanesi değil... Bazen acizlik,
korkaklık, beceriksizlik, yeteneksizlik, iradesizlik, kararsızlık ve
özetle zavallılık da, Amerika'yı ülkelerin ve toplumların gözünde
yenilmez bir dev, rest çekilmez, baş edilmez bir "büyük şeytan" haline
getirebiliyor!..
Duyar gibi oluyorum; birçoğunuz, "Eeee... sözü nereye getireceksin" diye sabırsızlanıyor...
Dün Cenevre'de Suriye meselesi tartışılırken bana yalnızca
Gestapoluğu, jandarmalığı, pervasızlığı, haddini bilmezliği, "ali kıran
baş kesen"liği, hatta eşkıyalığı değil; ahlaklı diplomasiyi, iradeyi,
kararlılığı, eğilmemeyi, direnmeyi, meydan okumayı, cesareti ve ne
olursa olsun dik durmayı da anımsatan bir diyalog yaşandı...
Dedi ki, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry; "Beşar Esad geçiş hükümetinde hiçbir şekilde yer alamayacak..."
Ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Kerry'e dönerek ; isyan
etti; "Buraya Suriye'yi kurtarmak için geldik. Suriye'de yaşanan
barbarlığı, Ortadoğu'nun çöküşünü durdurmaya, tüm dinlerin ve
medeniyetlerin beşiğini kurtarmak için geldik. Terörizmle savaşmaya
devam edeceğiz. Terörizm ve diplomasi paralel olarak yaşayamaz... Bay
Kerry, dünyada Suriyelilerden başka hiç kimse Suriye'nin liderini
indirme hakkına sahip değildir."
Anladınız değil mi?.. Bırakacaksınız şehir efsanelerine sığınmayı;
korkak, teslimiyetçi, piyon, maşa ya da taşeron olmayı!.. Karşınızda kim
olursa olsun; devletinizin bağımsızlığı için, ulusunuzun özgürlüğü
için, her platformda, her anda dik durarak, gerekirse meydan okumayı da
rest çekmeyi de bileceksiniz...
Hem de bazı kışkırtmaları, düşmanlıkları, tuzakları ve yıkımları Amerika'nın yaptığını bile bile!..
Haşereye düşmanlık, zehre hayranlık!..
Konu "dik durmak"tan açılmışken devam edelim... Yok... yok...
Yalnızca Atatürkçü duruş sergilemesi gerekenlerin karanlık seçim
ittifaklarından; rantiye salgınının yarattığı mecburi baş eğmekten ve
kasıtlı körlükten söz etmeyeceğim!..
Kardeşleri belediyelerden reklam ya da ödül alan; eski dinci dönek ya
da sahte "solcu" yazarların, şaibeli siyasetçilerin avukatlığını
yapmasına da değinmeyeceğim... Çünkü birileri coştukça ya da "aykırı"
davrandığını iddia ettikçe artık midem bulanıyor!..
Bugünlerde, yeniden aday olmak için çırpınan hırsız belediye
başkanlarının kesenin ağzını açmasını da, "ateş" olmayan yerden duman
çıkmaz diye yorumlamayacağım çünkü insan pis ilişkilerden bunalınca
"Bakırköylük" bile olabilir!..
Sahtekarlığın bayraktarlığını yapan satılmışların, paralı anketlerle
pazarlamacılık yapmasına ve bu şekilde partileri kandırmasına da
değinmeyeceğim, çünkü kanalizasyonda bile "araştırma" yapılsa, siyaset
dezenformasyonunun ucu artık bulunamıyor!..
Bırakalım rant için yalnızca kendilerinin değil, milletin de gözüne
kalemleriyle bant çekmeye çalışan hırsızlık işbirlikçilerini!..
Konumuz bizzat milletin bir kesimindeki körlük!.. Yani "ne olursa
olsun, kimle olursa olsun, nasıl olursa olsun", "illaki iktidar"
hırsıyla, hırsızlara bile alkış çalan, peşlerinden giden körlük!.. Yani
"Benim hırsızım iyidir" salgının yol açtığı ürkütücü körlük!..
Denize düşenin yılana sarılması sonucu yaşanan dip vurgunu gibi bir
körlük!.. Ya da takım tutar gibi parti tutmanın yol açtığı penaltı
körlüğü!..
Bunlar kimi gafillerin yalpalamasının, zikzak çizmesinin, tarlasını
yağmur yağan yere taşımasının, kısacası iradesizliğin de sonuçlarıdır!..
Yani bunlar sağda ya da solda; kısacası siyasetteki hainliklerin,
karanlık ittifakların, gizli Atatürk düşmanlıklarının, CIA
ajanlıklarının, cemaat hayranlıklarının ve ayakkabı kutusu
koleksiyonerliğinin de sonuçlarıdır!..
Anlayacağınız, bunlar yalnızca siyasetin hataları, açmazları,
sıkıntıları, takiyeleri, yalanları ve ihanetleri de değil!.. Tüm bunlara
meydanı bırakan, kapıyı açan, toplumun uyuyan kesimi ne yapıyor bu
arada?..
Toplum yeterince uyanık mı, gerçeği görebiliyor mu, tuzakları
çözebiliyor mu?.. Ne yazık ki çoğu görmüyor; ne hırsızları ne sağcı ya
da "solcu" geçinen işbirlikçileri ne de içimize sızdırılan Truva
kısraklarını!..
"İdeallerimizi, inançlarımızı, ideolojimizi bir tarafa atalım, ne
olursak olalım, kimle olursa olsun, nasıl olursa olsun da iktidar
olalım" düşüncesi bir gaflet hastalığı değilse nedir sizce?..
İyisi mi yazıyı şu yaşamsal soruyla bitirelim; ne yani biz salt, haşereleri öldürüyor diye zehre hayranlık mı duyacağız?..
Yorum Gönder