Amerika... Amerika... Nedir bu merakın ha? - Mehmet Faraç

Amerika... Amerika... Nedir bu merakın ha? - Mehmet Faraç Bak, şuraya bir uçak düştü; "Kesin Amerika düşürmüştür!.." Bak, benzin fiyatları yükseldi; "Amerika yükseltmiştir!.."

Amerika... Amerika... Nedir bu merakın ha? - Mehmet Faraç
Bak, şuraya bir uçak düştü; "Kesin Amerika düşürmüştür!.."
Bak, benzin fiyatları yükseldi; "Amerika yükseltmiştir!.."
Bak, PKK yine saldırdı; "Amerika salmıştır!.."
Bak, merkez sağ bir gecede dağıldı; "Amerika dağıtmıştır..."
Bak, Baykal'a kaset tuzağı kuruldu; "Amerika kurmuştur!.."
Bak, seçimlerde hile yapıldı; "Amerika yaptırtmıştır!.."
Bak, AKP üçüncü kez iktidara geldi; "Amerika getirmiştir!.."
Bak, Tayyip artık istenmiyor; "Amerika'yı kızdırmıştır..."
Bak, Erdoğan ile Fethullah kavga ediyor; "Amerika kışkırtmıştır!.."
Bak, CHP ile cemaat ittifak yapacakmış; "Amerika istemiştir..."
Bak, darbe olur diyorlar; "Amerika planlamıştır!.."
Bak, İstanbul'a haftalardır yağmur yağmıyor; "Amerika durdurmuştur!.."
Bak, gökten üç elma düştü; "Amerika atmıştır!.."
Bak, Melahat'la kocası kavga etmiş; "Amerika fişeklemiştir!.."
Bak, artık nefes de alamıyorum; "Amerikadır Amerikaaaaa!.."
Çocukluktan bu yana duyduğumuz çoğu paranoyak efsanelerdir bunlar!.. Kimi gerçek, kim yalan, kimi bühtan... Kimi hikaye, kimi terane, kimi de düpedüz nane!..
Ama hep duyarız; dağ başında virane olmuş bir kerpiç ev yıkılsa, adamın biri telefonla gizemli konuşsa, bilgenin biri ahkam kesse, gazetecinin biri yalan yazsa, otobanda iki otobüs çarpışsa, hatta iki çocuk okulda kavga etse!..
Ya da sigara fiyatları artsa, memlekete turist gelmezse, Uludağ'da çığ düşse, şaşkın çoban iki keçisinden birini kaybetse... Millet perde gerisindeki asıl suçluyu bulmuştur; "Kesin Amerikaaaaa!.."
Bay Kerry'e rest çekmek!..
Diyeceksiniz ki, "hayırdır gene ne oldu?.."
Yukarıda sıralananların bir çoğu bahane gibi olsa, hatta komedi gibi gelse de, sorarım size, günlük yaşamda içine Amerika katılmamış bir senaryo, bir kuşku, bir kaos duydunuz mu hiç?..
Ama yine de tüm bunlar dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika'nın "çok güçlü bir devlet" olduğunu kanıtlamıyor... ABD her şeye muktedir, her şeyden haberdar, herkese gücü yeten, her yere müdahale edebilen bir devlet olsaydı; 11 Aralık 2001'de, on tane El Kaide militanı, ellerini kollarını sallayarak uçakları kaçırıp İkiz Kuleler'e, hatta Pentagon binasına saldıramazdı!..
Yani bazı şeyler yalnızca şehir efsanesi değil... Bazen acizlik, korkaklık, beceriksizlik, yeteneksizlik, iradesizlik, kararsızlık ve özetle zavallılık da, Amerika'yı ülkelerin ve toplumların gözünde yenilmez bir dev, rest çekilmez, baş edilmez bir "büyük şeytan" haline getirebiliyor!..
Duyar gibi oluyorum; birçoğunuz, "Eeee... sözü nereye getireceksin" diye sabırsızlanıyor...
Dün Cenevre'de Suriye meselesi tartışılırken bana yalnızca Gestapoluğu, jandarmalığı, pervasızlığı, haddini bilmezliği, "ali kıran baş kesen"liği, hatta eşkıyalığı değil; ahlaklı diplomasiyi, iradeyi, kararlılığı, eğilmemeyi, direnmeyi, meydan okumayı, cesareti ve ne olursa olsun dik durmayı da anımsatan bir diyalog yaşandı...
Dedi ki, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry; "Beşar Esad geçiş hükümetinde hiçbir şekilde yer alamayacak..."
Ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Kerry'e dönerek ; isyan etti; "Buraya Suriye'yi kurtarmak için geldik. Suriye'de yaşanan barbarlığı, Ortadoğu'nun çöküşünü durdurmaya, tüm dinlerin ve medeniyetlerin beşiğini kurtarmak için geldik. Terörizmle savaşmaya devam edeceğiz. Terörizm ve diplomasi paralel olarak yaşayamaz... Bay Kerry, dünyada Suriyelilerden başka hiç kimse Suriye'nin liderini indirme hakkına sahip değildir."
Anladınız değil mi?.. Bırakacaksınız şehir efsanelerine sığınmayı; korkak, teslimiyetçi, piyon, maşa ya da taşeron olmayı!.. Karşınızda kim olursa olsun; devletinizin bağımsızlığı için, ulusunuzun özgürlüğü için, her platformda, her anda dik durarak, gerekirse meydan okumayı da rest çekmeyi de bileceksiniz...
Hem de bazı kışkırtmaları, düşmanlıkları, tuzakları ve yıkımları Amerika'nın yaptığını bile bile!..
Haşereye düşmanlık, zehre hayranlık!..
Konu "dik durmak"tan açılmışken devam edelim... Yok... yok... Yalnızca Atatürkçü duruş sergilemesi gerekenlerin karanlık seçim ittifaklarından; rantiye salgınının yarattığı mecburi baş eğmekten ve kasıtlı körlükten söz etmeyeceğim!..
Kardeşleri belediyelerden reklam ya da ödül alan; eski dinci dönek ya da sahte "solcu" yazarların, şaibeli siyasetçilerin avukatlığını yapmasına da değinmeyeceğim... Çünkü birileri coştukça ya da "aykırı" davrandığını iddia ettikçe artık midem bulanıyor!..
Bugünlerde, yeniden aday olmak için çırpınan hırsız belediye başkanlarının kesenin ağzını açmasını da, "ateş" olmayan yerden duman çıkmaz diye yorumlamayacağım çünkü insan pis ilişkilerden bunalınca "Bakırköylük" bile olabilir!..
Sahtekarlığın bayraktarlığını yapan satılmışların, paralı anketlerle pazarlamacılık yapmasına ve bu şekilde partileri kandırmasına da değinmeyeceğim, çünkü kanalizasyonda bile "araştırma" yapılsa, siyaset dezenformasyonunun ucu artık bulunamıyor!..
Bırakalım rant için yalnızca kendilerinin değil, milletin de gözüne kalemleriyle bant çekmeye çalışan hırsızlık işbirlikçilerini!..
Konumuz bizzat milletin bir kesimindeki körlük!.. Yani "ne olursa olsun, kimle olursa olsun, nasıl olursa olsun", "illaki iktidar" hırsıyla, hırsızlara bile alkış çalan, peşlerinden giden körlük!.. Yani "Benim hırsızım iyidir" salgının yol açtığı ürkütücü körlük!..
Denize düşenin yılana sarılması sonucu yaşanan dip vurgunu gibi bir körlük!.. Ya da takım tutar gibi parti tutmanın yol açtığı penaltı körlüğü!..
Bunlar kimi gafillerin yalpalamasının, zikzak çizmesinin, tarlasını yağmur yağan yere taşımasının, kısacası iradesizliğin de sonuçlarıdır!..
Yani bunlar sağda ya da solda; kısacası siyasetteki hainliklerin, karanlık ittifakların, gizli Atatürk düşmanlıklarının, CIA ajanlıklarının, cemaat hayranlıklarının ve ayakkabı kutusu koleksiyonerliğinin de sonuçlarıdır!..
Anlayacağınız, bunlar yalnızca siyasetin hataları, açmazları, sıkıntıları, takiyeleri, yalanları ve ihanetleri de değil!.. Tüm bunlara meydanı bırakan, kapıyı açan, toplumun uyuyan kesimi ne yapıyor bu arada?..
Toplum yeterince uyanık mı, gerçeği görebiliyor mu, tuzakları çözebiliyor mu?.. Ne yazık ki çoğu görmüyor; ne hırsızları ne sağcı ya da "solcu" geçinen işbirlikçileri ne de içimize sızdırılan Truva kısraklarını!..
"İdeallerimizi, inançlarımızı, ideolojimizi bir tarafa atalım, ne olursak olalım, kimle olursa olsun, nasıl olursa olsun da iktidar olalım" düşüncesi bir gaflet hastalığı değilse nedir sizce?..
İyisi mi yazıyı şu yaşamsal soruyla bitirelim; ne yani biz salt, haşereleri öldürüyor diye zehre hayranlık mı duyacağız?..

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget