Şimdi merak edilen iki konudan biri, acaba halkın yüzde kaçı dindarlığın her zaman dürüstlük, iyilik olmadığının farkına vardı? İkincisi, şimdiye kadar birbirlerine övgüler yağdıran, her biri diğeri hakkında kimselere söz söyletmeyen Amerika’daki Hoca Efendi ile iktidar arasında savaş nasıl sonuçlanacak?
17 Aralık 2013 gününden itibaren Türk halkı TV ekranlarının başına kilitlendi. Yolsuzluk iddialarını, bavullarla, ayakkabı kutuları ile yapılan para transferlerini şaşkınlık ve öfke ile izlemekte... Suçluların kesin delillerle yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını beklerken bu iddiaların üstlerini örtmeye çalışan iktidarın açıklamaları ile daha da şaşkınlaştı ve öfke doruğa çıktı. Çünkü iktidar ile Amerika’da yaşayan Hoca Efendi arasındaki karşılıklı suçlamalar, restleşmeler ve beddualardan açıkça anlaşıldı ki, meğer ülke yönetimi iki başlıymış!..
Bütün bu olup bitenler 17 Ocak 2000’i çağrıştırdı. Hani Beykoz’da bir villaya operasyon yapılmış ve Hizbullah örgütünün lideri öldürülmüştü. Sonra da insanlık dışı yöntemlerle işlenen işkenceler, cinayetler bir bir gözler önüne serilmişti. Ardından lüks villaların, gecekonduların, camilerin altında, sıradan evlerin bodrum katlarında, çoğu domuz bağı ile boğularak öldürülmüş kurbanların cesetleri bulunmuştu. Bu yerlere “mezar evler” adını vermişti halk, işkence yapılırken çekilen filmlerin kasetlerinden öğrenilmişti kurbanlara öldürmeden önce işkence yapıldığı...
İşte o günlerde de vatandaşlar TV ekranlarının başında, bir korku filmi seyreder gibi seyretmişti. İnanılmaz vahşet görüntülerini ve acı, öfke, korku ile sorup durmuştu: Bunları yapanlar insan mı? Bunlar benim vatandaşlarım, dindaşlarım mı?..
O olayların ardından kamuoyunda şöyle bir beklenti oluşmuştu:
Devlet erki, iktidar bundan böyle radikal dincilikle mücadele edecek, din kurumunun öbür dünya söylemlerinden uzaklaşıp insani duyguların gelişmesine, ahlak kurallarının yaygınlaşmasına hizmet eder duruma getirilmesini sağlayacak. Bundan sonra insanlar, kendileri gibi düşünmeyen, dini insani değerler olarak yorumlayanlara düşman olmayacak. Gencecik insanlar, din uğruna adam öldürülürse cennete gidilir diye kandırılmayacak!
Fakat ne yazık ki, beklentinin tam tersi oldu!
Bu olaydan iki yıl sonra iktidarı ele geçiren AKP bütün gücünü dinsel eğitimin yaygınlaşmasına yoğunlaştırdı. Bu konudaki eleştirilere hiç ama hiç itibar edilmedi. Tam aksine sayın Başbakan tüm Türk halkının karşısında kıvançla haykırdı:
“Dindar ve kindar bir gençlik yetiştireceğim!”
Ayrıca kendilerinin çok dindar oldukları imajı yaratmak için tüm söylemlerinde dini terminoloji kullanmaya, ibadetlerini gösteri şeklinde yapmaya özen gösterdiler. Örneğin cuma namazları! Ramazan ayındaki iftarlar! Böylece halkta var olan “dindar insan dürüsttür, kötülük, haksızlık yapmaz” inanışından yararlandılar, bu inanışı sonuna kadar sömürdüler. Bu olaylar, sonrasında bile hâlâ bu inanışın sürdüğünü gösteren konuşmalar oluyor, TBMM’de bile. Yaşanan olayları eleştirirken muhalefet şöyle sesleniyor, “Bu yaptıklarınız Müslümanlığa sığar mı?” Aslında bu soru diğer dinlere hakaret! Müslümanlığa sığmaz, ama diğer dinlere sığar anlamını içeriyor çünkü.
Radikal dincilik
Aslında olay dini değil insanidir. Din araç olarak kullanıldıkça insanilikten uzaklaşılır.
Şimdi merak edilen iki konudan biri, acaba halkın yüzde kaçı dindarlığın her zaman dürüstlük, iyilik olmadığının farkına vardı? İkincisi, şimdiye kadar birbirlerine övgüler yağdıran, her biri diğeri hakkında kimselere söz söyletmeyen Amerika’daki Hoca Efendi ile iktidar arasında savaş nasıl sonuçlanacak? Savaş şu anda çok yoğun olarak sürüyor. Her iki taraf da diğerine kin kusmaya başladı. Buna şaşırmamalı.
Çünkü kin dindarlığın ikiz kardeşi!
Fatma Esin/Cumhuriyet
Yorum Gönder