Türkiye'de Demokrasi Neden Olsun? - Doğan Kuban

Demokrasi gökten inmiyor. İnsan toplumunun tasarladığı, fakat ulaşamadığı en üst uygarlık düzeyi. Nedeni Jefferson’un bu köşede yinelemekten vazgeçemediğim gözlemi: Cehaletle yan yana gitmiyor. Dünya nüfusu da bilgelerden değil, daha çok cahillerden oluşuyor. Buna üniversite mezunu da dahil. Türkiye’de hala imza atamayan milyonlar var. Diploma kimseyi çağdaş dünyaya üye yapmıyor.

Türk halkı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet sayesinde sultan kulluğundan oy veren vatandaşa sıçradı. Temel devrim bu statü değişikliğidir. Fakat Türk insanının politik özgürlüğü ancak oy vermeye kadar uzandı. Sokaktaki adama kişi özgürlüğünün ne olduğunu sorarsanız doğru yanıt alabilir misiniz? Oyunu 200 kg. kömür, birkaç torba yiyecek, biraz para ya satmak insan özgürlüğü müdür? Hele bunun bir tür politik zekat olarak dağıtıldığı düşünülürse cehalet- demokrasi ilişkisinin gerçek demokrasi ile ters orantılı olduğunu söylemek daha doğru olur.
Sandığa atılan oy politik özgürlüğün ilk basamağı. Cahil halkın özgürlüğü sandıkta bitiyor. Biz bir partiye oy veriyoruz. Padişah seçmiyoruz. Ama Menderes daha başında “Siz isterseniz halifeliği de getirirsiniz!’ demişti. Demokrat Parti kurucusunun demokrasiden haberi yoktu. Sonu belli. Oy vermenin demokrasi olmadığını bütün 20 Yüzyıl tarihleri yazıyor. Bunu anlamayan bir toplumda yaşadığımızı bugün yaşadığımız devlet kargaşası sergiliyor.
Demokrasi bilinçli özgür insanlar topluluğudur. Eğitim bu insanı yaratacak temel araçtır. Fakat tek araç değildir. Fransız Devriminden bu yana söylenen eşitlik sağlanamayan bir dünyada yaşıyoruz.
Demokrasi hala nazik bir fidan. Bazen kesiveriyorlar.

DEMOKRASİYİ NASIL ANLATMALI
Sevgili okuyucular,
Uygarlık, her olguda mükemmele ulaşmaya çalışan bir bütünsel yaşamdır. Adı demokrasi olan sayısız kölelik türü yarattı, 20 yüzyıl dünyası. Kanımca demokrasiyi anlatabilmek için en güzel metafor musikiden esinlenerek yapılabilir. En gelişmiş uygarlık gösterisi musikidir. Diyelim, Gounod’nun Faust operasında Walpurgisnacht sahnesinde (Walpurgisnacht bir Mayıs’da kutlanan Cadılar Bayramıdır.) Bolshoi balesi tarafından sahneye konulan dansları seyrediyorsunuz. Bu performans’da (uygulamada) devlet idaresine benzer bir yapı olduğu için bunu seçtim.
Bu bale programının sahneye konmasında önce bağımsız bir orkestra var. Melodisi, armonisi ve ritmi ile orkestra şefi, besteciyi yorumlayarak, bir ses çerçevesi, bir ses mekanı yaratıyor. Orkestra şefini Eflatun’un önerdiği gibi, bir filozof, bir bilge devlet başkanı olarak hayal edin. Koreograf başbakan, sanatçılar da devlet bürokrasisinin uzmanları olsun. Gounod’nun yapıtında antik bir ortamda musiki ve dans, özgün bir duyarlık, yaratıcılık, güzellik arayışı içinde bir uygarlık çiçeği açar. Başarı herkesin işinin en iyisini yapan yetkin ve deneyimli sanatçı olmasıdır.
Devletler bu kadar mükemmel olamazlar. Ama uygar sıfatı taşımak ve iyi ve doğruya ulaşmak için mükemmellik peşinde olmak zorundadırlar. Olamadıkları için başarılı, başarısız, yeteneksiz ve haydut devlete kadar pek çok varyasyonlar var. Devlet idaresi kuşkusuz bir opera sahnesi gibi disiplin altına alınamayacak büyüklük ve karmaşalıkta. Fakat insancıl, insanın hakkına inanmış bir devlet idaresi çağımızın ulaştığı bir kavram.
Bu yaratma ve idare düzeyine ulaşmamış ülkelere uygar denmiyor. Bolshoi Balesi bir uygarlık ürünüdür. Demokratik kültürü tamamlayan bir öğedir. Gerçi Putin ile Bolshoi balesi demokraside buluşmuyorlar. Toplumun sanat da ulaştığı düzeyle politik yaşamda ulaştığı düzeyin paralel olmadığını biliyoruz. Ne var ki o düzeyde bale sanatına sahip olan toplum demokratik olmaya bizden daha yakındır. Rus toplumu Tolstoy, Dostoyevski ya da Rimsky Korsakov ile uygarlığa ve dolayısıyla demokrasiye bizden daha yakındır. Fakat Böyle sanatçıları yetiştiren bir toplum bile, Stalin dönemini yaşamışsa bizim Menderes, Evren ve ötekileri yetiştirmemiz o kadar şaşırtıcı değil.

YÖNETENİN DENETLENMESİ
Demokrasi çağdaş bir devlet mekanizmasının işlemesi bağlamında, Avrupadan alınmış bir uygarlık protokolüdür. Türk toplumunda ancak 1960’dan sonra demokratik bir yaşam şekillenmeye başladı. Ne var ki yasal mekanizmaların varlığı demokrasiyi gerçekleştirmiyor. Yasaların yaz boz tahtası olmaktan kurtulması için eğitilmiş toplum gerek. Fakat öğretim demokrat yetiştirmiyor. Avrupa uygarlığının arkasında binlerce yıllık bir felsefi düşünce ve uzun mücadelelerle elde edilen bir demokrasi ve daha iyi eğitilmiş bir halk var. Orada hükümetler Yargıtay ve Sayıştay’ı dışlayamazlar. İtalya’da değişik dönemlerde hukuğun nasıl çalıştığını gördük. İdare edilenin kontrol edilebilmesi temel bir demokrasi ilkesi olduğuna göre, oy verenin bu mekanizmadan haberi olması gerek. Bizim halk bu bilgi ve bilinç aşamasında değil. Ne bilimden haberi var ne de dinden. Tarih boyunca cahili Allah’la aldatanlar pek çok. Bu Kuran’da bile yazılı.
Dünya demokrasiye hiçbir zaman tam ulaşamadı. Kapitalizm eşitsizlik yaratıyor. Demokrasi oy’un sandığa atılması ile başlayan bir süreç. Biten değil. Onu tamamlayan oy’dan daha önemli ve kesin yasal düzenler var. Bunlar insan özgürlüğüne ve eşitliğine dayanıyor. Eğitim, eşit ekonomik haklar için eşit kaynak kullanma hakkı, bu hakları savunma hakkı, iktidarı kontrol hakkı değişmez yasal çerçeveler olmadıkça, demokrasi sadece laf. Örneğin insanlığın ulaştığı en büyük hak yaşama hakkı. Yine de bir milyar aç var dünyada. Çünkü haklara ulaşma koşulları eşit değil.

İLK ÖĞRENMEMİZ GEREKEN
Kentlere yığılmış insanların ilk öğrenecekleri şey, haklarına sahip olmak için onların ne olduğunu öğrenmek. Fiziksel çerçeve değiştikçe onu oluşturan fiziksel ve sosyal olguların sayıları artıp nitelikleri değişir. Çevre algısı daha karmaşık olur. Kentleşme sürecinde yeni davranışlar gerekir. Bu gelişmeyi tanımlayan eğitim ve deneydir.
Bugünkü toplumsal ve idari kargaşa bu aşamanın tamamlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Hızlı değişim, toplum kültürünün çözemediği sayısız yeni sorun doğuruyor. Şu anda Türkiye cahil, deneyimsiz toplumun depremsel krizini yaşıyor. Ve ekranlarda ya da gazete sayfalarında olayları, cemaati, adaleti, polisi, hükümeti eleştiren tartışan doğrucu ya da yalancı sayısız insan, cahil halka olayın doğasını anlatamıyor. Bu kargaşa Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyet’inin 700 yıllık devlet geleneğini yerle bir etti. Ekonominin belini çökertti. 80 milyon insanın ufkunu kararttı. Ama ağlamanın faydası da yok!
Sahnede baş rolü oynayanlar yüzlerce yıllık geri kalma birikiminin mirasçılarıdır. Okur yazarı, politikacısı, akademisyeni ne geçmişi, ne bugünü ne de yarını halka anlatmıyorlar. Futbol maçı anlatır gibi, bağrışıp duruyorlar. Bizim toplumun gösterisi, ister yapı, ister düşünce, ister ideoloji, ister imge olsun ve hangi renge boyanırsa boyansın, kara bir cehalet bayrağı olarak sallanıyor.
Türkiye her zaman, diğer İslam ülkelerine göre daha gelişmiş görünse bile kolayca diktatörler yetiştirebilir. Onun için sorunumuz demokrasiden önce eğitimdir. Ne var ki ‘bu eğitimin içeriğini kim saptayacak?’ sorusunun yanıtı yoktur! Almanya’da Nazileri, İtalya’da Mussolini’yi, Amerika’da Bush’u, İtalya’da Berlusconi’yi bilenlerin umutlu olması zordur.
İnsana saygıya bağlı bir eğitim ve öğretim gelmeden demokrasi sadece tabeladır. Mustafa Kemal haklıydı. Köy Enstitüleri de haklıydılar. Türkiye yaşamını çağdaş cumhuriyetle garantiledi. (27 yıl). Fakat sonraki 63 yılda geleceğini garantiye alamadı. Namuslu insanlar halka bunu anlatmalılar. Anlatabilir miyiz?
Alman televizyonları Merkel’le Alman kökenli bir Amerikan başpiskoposunun birbirleriyle Almanya sorunlarını tartışmalarını ekranlarına akşama kadar yayınlasalar ne olurdu acaba?

 Doğan Kuban

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget