Gerilimli Yıllar / 19 - Mustafa Balbay

28 Mayıs 2004'te dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, imam hatiplerin önünü açan YÖK Yasası'nı Öğretim Birliği Yasası ve laiklik ilkesine aykırı bularak veto etti.

Erdoğan’ın iktidara gelir gelmez ilk demeçlerinden biri, “40 yıllık politikalarla bu iş çözülmez” oldu. 2003-2004’te, Annan Planı’nın verdiği enerjiyle AKP ve çevresi Kıbrıs sorununda kesin çözüme ulaşıldığı heyecanı içindeydiler. Özellikle Denktaş’ın ardından Talat’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasıyla birlikte çözüm heyecanı daha da arttı.

28 Mayıs 2004’te dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, imam hatiplerin önünü açan YÖK Yasası’nı Öğretim Birliği Yasası ve laiklik ilkesine aykırı bularak veto etti. YÖK Yasası‘nın 1, 5, 6 ve 7. maddelerinin bir kez daha görüşülmesi için düzenlemeyi TBMM’ye iade eden Sezer, gerekçesinde şunlara dikkat çekti:

KAMU YARARI YOK:
YÖK’ün Bakanlar Kurulu’nca seçilecek 5 üyesinin nitelikleri belirtilmeyerek Bakanlar Kurulu mutlak bir takdir yetkisiyle donatılıyor. Yasa, Bakanlar Kurulu’nca, YÖK’e seçilecek adayların rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörler arasından olmasını öngören anayasanın 131. maddesiyle bağdaşmıyor. YÖK üyesi olmak için hiçbir nitelik aranmayan ve dolayısıyla görevin gerektirdiği asgari nitelikleri taşımayan, hatta kamu görevlisi bile olmayan kişilerin politik yaklaşımlarla bu göreve atanmalarının olanaklı kılınmasının sakıncaları açıktır. Bu nedenle düzenlemede kamu yararı yoktur. Anayasadan çıkartılmış olmasına karşın, yasada YÖK’e Genelkurmay Başkanlığı‘nca da bir üye seçileceğinin öngörülmüş olması, anayasanın, yasaların anayasaya aykırı olamayacağına ilişkin 11. maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.

GENÇLER İMAM HATİBE YÖNLENDİRİLİYOR: Yükseköğretim ortaöğretime göre biçimlendirilmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bunun nedeninin de, mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarını, bu bağlamda özellikle imam hatip liselerini bitirenlerin kendi alanları dışında bir yükseköğretim programına girmek istemeleri durumunda, aynı gruptaki genel liselerle eşit katsayıdan yararlandırılmalarının sağlanması olduğu açıktır. Böylece, gençlerin imam hatip liselerine yönlenmelerinin özendirilmesi amaçlanmaktadır.

TEKNİK EĞİTİM SANAYİNİN CAN DAMARI:
Ülkemizde eğitim ve istihdamla ilgili sorunların büyümesinin nedeni, mesleki-teknik ortaöğretim yerine, yalnızca yükseköğretime hazırlayan genel ortaöğretime ağırlık verilmesidir. Çağdaş ülkelerde, ortaöğretim içindeki mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının oranı yüzde 65, liselerin oranı ise yüzde 35 iken, ülkemizde bunun tam tersi geçerlidir. Oysa, mesleki-teknik eğitim sanayi ve ticaret sektörünün can damarıdır. Mesleki-teknik öğretimin her yönden niteliğinin arttırılması ve mezunlarına istihdam olanaklarının yaratılması, böylece öğrencilerin bu okulları tercih etmeleri ve alanlarında yükseköğrenim yapmaları konusunda özendirilmeleri gerekirken bu tür liseleri bitirenlerin kendi alanları dışındaki okullara yönlendirilmeleri kamu yararıyla bağdaştırılamayacak sonuçlar yaratır. Mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin farklı katsayı uygulaması sonucu haksızlığa uğradıkları savı gerçeği yansıtmıyor.

EŞİTSİZLİK İDDİASI: Eşit katsayı uygulaması, asıl adaletsizliği, imam hatip lisesini bitirenlerle diğer mesleki-teknik liseleri bitirenler arasında yaratmaktadır. YÖK’ün farklı katsayı uygulamasına ilişkin kararının, haksızlık ve eşitsizlik yarattığı gerekçesiyle iptali istemiyle açılan davaların tümü Danıştay’ca reddedildi. Farklı katsayı uygulaması adaletli bir düzen kurmaktadır.

İMAM HATİPTE FAZLA ÖĞRENCİ VAR: Yasanın gerçek amacı imam hatip lisesini bitirenlerin alanları dışındaki yükseköğretim programlarına girişlerini kolaylaştırmak ve imam hatip liselerini yeniden çekici duruma getirerek bu okulların öğrenci sayısını daha da arttırmaktır. Oysa, bu okullarda bugün bile gereksinimden çok fazla sayıda öğrenci bulunduğu bilinen bir gerçektir. MEB verileri 2003 yılı itibarıyla Türkiye’de 536 imam hatip lisesinin bulunduğunu, bu liselerde 105 bin öğrencinin okuduğunu göstermektedir. Yıllık imam hatip gereksinmesinin 5 bin olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25 bini bulmaktadır. Yapılan araştırmalardan, 2003 yılı itibarıyla imam hatip lisesini bitirenlerin sayısının 511 bini aştığı anlaşılmaktadır. Bu sayılar, eğitim düzeninde yaratılan çarpıklığı ortaya koymaktadır.

EĞİTİM SİYASİ TERCİHE BIRAKILAMAZ:
Anayasanın 130. maddesi uyarınca hangi ortaöğretim programlarını bitirenlerin yükseköğretimin hangi programlarına, hangi ölçütler kullanılarak girebileceği, YÖK’e tanınan bir yetkidir. Ülkenin öğrenim çağındaki gençlerinin bilgi ve yeteneklerine göre ve ülke gereksinimleri de göz önünde tutularak uygun alanlara yönlendirilmeleri iktidarların siyasal tercih ve değerlendirmelerine bırakılmayacak kadar önemlidir. Yasa anayasanın 130. maddesine aykırıdır.

LAİKLİKTEN ÖDÜN VERİLEMEZ: Devletin eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsıyor. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Atatürk devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi yatmakta ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturmaktadır. Laiklikten verilecek en küçük ödün, Atatürk devrimlerini yörüngesinden saptırarak yok olması sonucunu doğurabilecektir. Laiklik, ümmetten ulusa geçmenin itici gücü olmuştur. Yalnız laik düzende insanlar inanıp inanmamakta, din seçiminde ya da dinsel uygulamalarda özgürdürler.

İKİLİ ÖĞRETİM KAOS YARATIR:
İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak, kaos ve karmaşa yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır. İmam hatip liselerinin genel lise statüsüne yükseltilmesi ya da bu liseleri bitirenlerin genel liseleri bitirenler gibi yükseköğretim hakkından yararlanmasının sağlanması, eğitimin laikleşmesini amaçlayan öğretim birliği ilkesiyle, laiklik ilkesiyle, demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve bilimsel temellere dayalı eğitim anlayışıyla, kısaca anayasanın Atatürk ilke ve devrimlerini temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.

İMAM HATİPLER AMACINDAN SAPTI: İmam hatip okulları yalnızca din adamı yetiştirilmesi için erkek öğrencilerin öğretim görmeleri ve bunların da ortaöğretim sonrasında kendi alanlarında yükseköğrenime devam edebilmeleri amacıyla kurulmuştur. İncelemeler, sonraki düzenleme ve uygulamalarla imam hatip liselerinin amacından saptırıldığını göstermektedir. İmam hatip liseleri, genel liselere alternatif öğretim kurumları durumuna getirilmiş, ikili eğitim-öğretim sistemi yaratılarak eğitim birliğine ve laiklik ilkesine aykırı düşecek önemli uygulamalar yapılmıştır. İmam hatip liseleri ülkenin din adamı gereksinimini karşılamak amacıyla kurulduklarına göre, bu liselerin hem okul hem öğrenci sayısı olarak ülke gereksiniminin gerektirdiği düzeyde tutulması öğretim birliği ve laiklik ilkelerine uygun düşecektir.

BELLİ KİŞİLER HEDEF ALINIYOR:
YÖK’ün aradan çıkarılarak özel statülü devlet üniversitelerinin mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyelerinin MEB’in önerisi üzerine ortak kararname ile atanmaları uluslararası sözleşme eki tüzük ile çelişmektedir. Yasadaki, mevcut üyelerin statüsüne son veren, bir başka deyişle belli kişileri hedef alan düzenleme, yasaların genelliği ilkesiyle de bağdaşmamakta ve bu yönden de hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.



Gerilimin Kıbrıs ucu

AKP, öyle bir dönemde iktidara geldi ki pek çok konuda çözülmesi gereken sorunlar halının altına süpürülmüş ve halı tümsekler oluşturmaya başlamıştı.

Bunlardan biri de Kıbrıs’tı. Ecevit hükümeti döneminde “Türkiye’nin AB’ye tam üyelik için aday olduğu” tümcesinin karşılığı olarak Kıbrıs’ta da “çözüm sürecinin” takvime bağlanması benimsenmişti.

AKP hükümeti de AB sürecine sonuna kadar sarılmak ve bunu çok önemli bir dış destek olarak kullanmak istiyordu.

Erdoğan’ın ilk demeçlerinden biri şu oldu:

“40 yıllık politikalarla bu iş çözülmez.”

Durum netleşmişti. Geleneksel olarak Denktaş’la sürdürülen Kıbrıs politikasında AKP kendi bakış açısını öne koyacaktı. Denktaş bu tür sonu çok net olmayan adımların hem KKTC’yi hem de Türkiye’yi çok zor durumlarda bırakabileceğini açık açık anlatmaya çalıştı, ama olmadı.

2003-2004’te, Annan Planı’nın verdiği enerjiyle AKP ve çevresi Kıbrıs sorununda kesin çözüme ulaşıldığı heyecanı içindeydiler. Özellikle Denktaş’ın ardından Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasıyla birlikte çözüm heyecanı daha da arttı.

AKP’nin dışında AB sürecine kökten bağlı liberal kesim Talat’ın Annan Planı’nı desteklemesiyle artık kesin çözüme ulaşılacağına o kadar inanmıştı ki, bir televizyon programında karşı karşıya geldiğimizde bana şunu söylemişlerdi: “Bakın 2004 yılındayız. Bu yıl çözüm yılıdır. 24 Nisan 2004’teki referandumla birlikte Kıbrıs bütünleşmeye bir adım daha atacak, sorun çözülecek. Seneye Kıbrıs’la ilgili sorun bağlamında konuşulacak bir şey olmayacak.”

Ben de şu karşılığı vermiştim: “Yanılıyorsunuz. Bugüne kadar kaç kez Kıbrıs’ta son viraj, çözüme bir adım kaldı, liderler el sıkıştı haberi yapılmıştı anımsamıyorum. O haberlerin tümü yan yana konsa buradan Kıbrıs’a yol olur. Bırakın önümüzdeki seneyi, yıllarca bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz...”

Yıl 2009, tablo ortada...

Kıbrıs yine güncel...

Gerilimli yılların Kıbrıs ucunu bir bütün olarak aktarmak gerekiyor. Cumhuriyet’in arşivinin ve diplomasi muhabirlerinin süzgecinden geçirip 1999-2004 sürecini özetleyelim.



Adada derin görüş ayrılığı


1999 Aralık ayındaki AB Helsinki Zirvesi, Kıbrıs’taki taraflar için önem taşımaktaydı. Zirve sürerken New York’ta bulunan Türk ve Rum heyetleri zirveden çıkacak sonuca odaklandı. Ankara’ya adaylık statüsü tanınması olumlu bir adım olarak görülürken zirvenin sonuç bildirisindeki Kıbrıs’la ilgili ifadeler tartışmalara yol açtı.

Cumhurbaşkanı Denktaş, Kıbrıs adı altında Rum tarafına üyelik kapısının açılmasını “haksız ve kabul edilemez” olarak değerlendirirken Türk heyetinin anayasa danışmanı Mümtaz Soysal, Helsinki kararlarının görüşmeleri dinamitlediğini bildirdi.

31 Ocak 2000’de yine Cenevre’de yapılan 2. turda, Rum tarafı, Karpaz, Güzelyurt, Lefke ve Akıncılar bölgesinde 4 kanton oluşturulmasını önerdi.

Denktaş ise egemenlik konusu halledilmeden toprak ve harita konusunu görüşmeyeceğini açıkladı.

Kofi Annan, Kasım 2000’te 5. turda taraflara resmi olmayan bir belge sundu. Belgede tek ve bölünmez bir devlet hedeflenirken, bu devletin tek uluslararası kimliği ve vatandaşlığı olacağı belirtildi.

İki toplumun etkili bir şekilde merkezi hükümete katılması istenilen belgede, siyasi eşitliğin sayısal eşitlik anlamına gelmediği vurgulandı.

Belgede ayrıca, mal-mülk konusunda uluslararası hukuk kurallarının geçerli olması savunulurken önemli bir toprak parçasının Rum tarafına verilmesi ve Rum göçmenlerin kuzeydeki evlerine dönmesi öngörüldü.

Rumları önemli ölçüde memnun eden karara Türk tarafı sert tepki gösterdi. Cenevre sürecinin kendileri açısından noktalandığını söyleyen Denktaş, 24 Kasım’da Ankara’da yapılan zirvenin ardından Türk parametreleri kabul edilmedikçe dolaylı görüşmelere devam etmeyeceğini açıkladı. Böylece yaklaşık bir yıl süren dolaylı görüşme süreci de sonuçsuz noktalandı.

Tarafların yeniden masaya dönmesini sağlamak için BM’nin yanı sıra Amerikan, İngiliz ve AB temsilcileri de sık sık Ankara-Atina-Lefkoşa hattında girişimlerde bulundu.

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ın, “Kıbrıs konusundaki gelişmelerden endişe duyuyorum. Bu nedenle Klerides ile yüz yüze görüşmek istiyorum” diyerek, Kasım 2001’de yaptığı girişimler sonucu, Denktaş ve Rum yönetimi lideri Glafkos Klerides, Kıbrıs konusuna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla 16 Ocak 2002’de doğrudan görüşmelere başladı.

Haziran 2002’ye kadar sonuca varılması hedeflenen bu görüşmelerde, eşit ve egemen iki devletin kuracağı yeni bir ortaklıkta merkezi hükümetin yetki ve fonksiyonları ile egemenlik, toprak, güvenlik, göçmenler, garantiler konuları üzerinde anlaşılmaya çalışıldı. Görüşmelerin içeriğiyle ilgili basına bilgi verilmese de Rum basını, görüşmelerde ele alınan konuların ayrıntılarını yayımladı.

Ele alınan konularda iki tarafın görüşleri arasında büyük uçurumlar olduğu ve hazirana kadar anlaşmaya varılmasının mümkün olmadığı görüldü. Gerek Türk, gerekse Rum yetkilileri, yaptıkları açıklamalarda, görüş ayrılıklarını dile getirdi.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget