Geçenlerde “Baba III” filmini kanallardan birinde yıllar sonra yeniden izledim. Ailenin en genci olan delikanlı, mafya ilişkilerinin dışında kalmak ister ama başaramaz. Sonunda mafya ailesinin, kardeşini bile öldürten en acımasız babası haline gelir.
Bana yeni küresel düzenin aynen “Baba’nın ailesinde olduğu gibi”, aile bireylerini nasıl kıskıvrak yakalayıp kendi koşullarını dayattığını anımsatıyor.
Yeni küresel düzen; bireyi, kurumu, devleti kendi kurallarına uydurmak için her şeyi yapıyor:
- Bireyi iş bulmak ya da aç kalmamak için ahlak ve hukuk dışı yöntemlere mecbur ediyor.
- Kurum (veya şirket), haksız rekabetle karşı karşıya kalmamak için rakiplerinin uyguladığı “kural dışı” işlere giriyor. Aksi halde rekabet edemeyecek, piyasadan silinecektir.
- Küresel pasta paylaşım kavgasında “güçlü ve büyük devletler”, vuruyor, kırıyor, işgal ediyor. Bu yolla küresel üstünlüğünü sürdürüyor. Bu alanda geliştirdiğim “sürdürülebilir üstünlükler kuramını” bazı uluslararası yayın organlarında yayımlattığım gibi, Bıçak Sırtı’nda da sözünü etmiştim. Üstelik bütün bunlar “demokrasi adına” yapılıyor...
Dünyada bireylerin, firmaların, küçük devletlerin yaşadıkları büyük iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel sorunların gerisinde yeni küresel düzenin dayattığı olumsuzluklar yatıyor.
“Ya dediklerimi yapacaksın ya da batacaksın” kuralı egemen oluyor.
Sistem de oligarşinin güdümünde yeniden yapılandırılıyor. “İki bloklu dünyada iki büyük gücün egemen olduğu bir düzenin yerine, blokların niteliğinin değişimine karşın, yeni bir oligarşik düzen oluşturuluyor.” İran konusunda Asya’da ve Batı’da doğmaya başlayan yeni gerilimlerde olduğu gibi.
Çöken hangisi?
Piyasalar hatta ulusal ve bölgesel ekonomiler çökse de sistem çökmüyor. Kendi görünmez egemenliğini sürdürüyor. Aynen klasik iktisadi düşüncenin asırlar önce söylediği gibi, görünmez elin görünür güç öğeleri kendi kurallarını dayatıyor.
- Kimi zaman serbest piyasa ekonomisini kullanan üst yöneticiler (CEO’lar),
- Kimi zaman sonsuz akışkanlığa ulaşmış mali piyasalar,
- Bazen de ordular ve bürokratik öğeler etken güçler olarak gösteriliyorlar ama bütün bunlardan oluşan egemen bir sistem var.
Dijital, organik, fiziksel ya da metafizik öğeler gibi bir güç oluşturuyorlar;
Bireyler, şirketler ve devletler sistemin etken değil ama edilgen bir parçası oluyorlar;
- Öğrenci, küresel eğitim düzeninin bir tutsağı olmak zorunda kalıyor.
- Şirketler ayakta kalabilmek için her türlü oyunu oynamak durumundalar.
- Devletler ise pasta kavgasında birbirlerine kazık atarken, onlar da sistemden nasiplerini alıyorlar.
Teknolojinin gelişmesi, getirdiği yeni olanaklar yanında bireyleri, kurumları hatta devletleri tutsak ediyor; insanlar bilgisayar karşısında her türlü özgürlüklerin tadını çıkardıklarını sanırlarken, kendi ördükleri kozanın içinde tutsak oluyorlar ya da kredi kartlarının getirdiği yapay dünyada boğuluyorlar. Firmalar önlerindeki sonsuz mal, kredi, teknoloji ve pazar seçenekleri arasında zafer sarhoşluğu yaşarken, ancak kafesin içindeki bir kuş kadar özgür olduklarının farkına bile varamıyorlar.
Küresel düzende ilginç bir “tutsaklığın yeniden yapılandırılması oluşuyor”; aynen küresel ısınma sorununda yaşandığı gibi, insanoğlu göz göre göre adeta kendi sonunu hazırlıyor. Sistem dediğimiz canavarı aslında biz kendimiz çoğu zaman farkında olmadan yaratıyoruz. Dünya küreselleştikçe bireyler, şirketler, devletler daha edilgen, daha bağımlı tutsaklar durumuna geliyorlar.
Hastalıklar, ölümler, savaşlar, çevre kirliliği, bölüşüm bozuklukları yaygınlaşıyor. Çözüm mü? Küresel sistemin yaratmakta olduğu iktisadi, siyasi, kültürel ve ahlaki tutsaklığın ortadan kaldırılması, zincirlerin kırılması...
Bireyin, kurumun, devletin demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşturulması. Bu zor sınavı önce kafamızda, aklımızda çözmemiz gerekiyor.
Bu gerçek; Japon, Çinli, Rus, Amerikalı, Alman ya da Türk, kısacası herkes için geçerlidir.
Sorun, 7 milyar insanın küresel tutsaklıktan kurtulma sorunudur.
Erol Manisalı/Cumhuriyet
Yorum Gönder