Güney Afrika kenti Durban’da 28 Kasım 2011’de 194 ülkenin katılımıyla gerçekleşen 17. Dünya İklim Konferansı, bugünden 2015’e kadar gezegenin küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliklerinin baş sorumlusu sera etkili gaz salımlarının azaltılmasıyla ilgili somut, bağlayıcı önlemlerin alınması yönünde, konferansın son iki gününde sabahın erken saatlerine kadar yapılan yoğun tartışmalar sonunda, herkesi tatmin etmekten uzak olsa da zirveyi fiyaskodan kurtarmış görünmektedir. Oysa beklenen, gezegenin bekası ile ilgili bu yaşamsal soruna artık vakit kaybetmeden somut, bağlayıcı ve yaptırımlı önlemler alınmasıydı. Ne yazık ki Durban iklim konferansı da tıpkı önceki zirveler gibi çözümü bir başka bahara ertelemekten öte çözüm üretememiştir. Ancak konuya iyimser yaklaşıldığında gelecek zirveye kadar bir yol haritası belirleyecek bir tür çalışma grubunun oluşturulmasının kabul edilmesiyle konferansın düze çıkması sağlanmıştır. Kabul edilen yol haritasına göre üye ülkeler bugünden 2020’ye kadar küresel ısınmayı ortalama olarak 2 derecenin altında tutacak sera etkili gaz salımlarını azaltmayı başaramamıştır. Çalışma grubu, bunun şimdiye değin gerçekleşememesinin nedenlerini saptayarak söz konusu gaz salımlarını azaltmanın çaresini bulmaya çalışacaktır.
Gerçi ‘Gezegenin Dostları’ gibi bazı sivil toplum kuruluşları varılan anlaşmanın savsaklamadan öte anlam taşımadığı görüşünü savunmaktadırlar. Ancak Durban’da kabul edilen sonuç metnine göre 2012’de sona ermesi beklenen Kyoto Protokolü’nün uzatılmasının sağlanması son derecede önemli sayılmaktadır. Zira söz konusu karar Kyoto’nun temiz kalkınmaya yönelik çözümlerin kaybedileceğiyle ilgili belirsizlikleri ortadan kaldıracak, Güney ülkelerinin daha az ‘CO2’ salımı sağlayan teknolojilerin kullanımıyla temiz kalkınmanın yolunu açabilecektir. Ayrıca Durban’da küresel ısınmaya karşı önlemler alınması için yoksul ülkelere yardım sağlayacak bir ‘Yeşil Fon’un gerçekleştirilmesi de karara bağlanmıştır. Gerçi bu fonlara taahhüt edilen paraların sağlanması, dün olduğu gibi bugün de sorun olmakta devam etmektedir... Nitekim iki yıl önce yapılan Kopenhag zirvesinde 2020’ye kadar söz konusu fona her yıl 100 milyar dolar sağlanması gerçekleşememiştir. Bu sorunun çözümü de “2015 İklim Paktı”na ertelenmiştir.
***
Durban zirvesinin sonuçları itibarıyla ‘zor bir doğum” olduğuyla ilgili yorum yapanlara da hak vermemek olanaksız. Ancak küresel ısınmaya karşı savaş, özellikle küresel ısınmadan kaynaklanan taşkın, kasırga, kuraklık gibi doğal afetlerde görülen artışlar konusunda bilim çevrelerinin alarm çanlarını çaldıkları bir sırada, küresel ısınmanın önlenmesine dönük çabalar da hafife alınmamalıdır. Zira dünya ekonomisinin borç krizleriyle darboğaza girdiği şu günlerde ‘Yeşil Fon’a taahhüt edilen paralarda aksama olmasını doğal karşılamak zorunludur. Durban zirvesinin fiyaskodan kurtarılmasında Avrupa ülkeleri büyük çaba harcamışlardır. 17 gün süren görüşmelerde Avrupa, ABD, Kanada ve Japonya’ya karşı zorlu bir mücadele yürütülmüştür. Aslında ABD’nin içinde yer almadığı küresel ölçekte kararların yaşama geçirilmesi, kimi uzmanlara göre neredeyse imkânsızdır. Nitekim Başkan Barack Obama, “Yeşil bir ekonomi”nin kurulmasına ne denli taraftar olsa da Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu yitirmesinden sonra bir bakıma cumhuriyetçilerce rehin alınmış durumdadır. Cumhuriyetçilerse küresel ısınma, sera etkili gazlar ve iklim değişikliklerini Tanrı’nın işi saydıklarından konuya bütünüyle karşıdırlar. Gezegenin bekasıyla ilgili olarak küresel ısınmanın önlenmesine yönelik somut adımların atılması bir kez daha başka bahara, 1 kişi başına tükettiği 53 tonu aşkın karbondioksit salımıyla dünya rekoruna sahip Katar’da 26 Kasım-7 Aralık 2012 tarihleri arasında yapılacak. 18. zirveye kaldı. Bu arada 2011’de doğal felaketlerin dünya ekonomisine verdikleri zararın 350 milyar dolar olduğunu da anımsatalım.
Hüseyin Baş/Cumhuriyet
Yorum Gönder