Derin kederler içindeyim...
Böyle mi olmalı ya da hep böyle mi olur?.. Acı, elem, keder hep üst üste mi gelir?.. İlle de yüreğinin delik deşik olması, kanlar içinde kalması mı gerekmektedir?.. Bir kere de bir acı yetmez mi ki, hep daha fazlası yüklenir üzerine?..
Biliyordum, dün itibarıyla sevgili Balbay’ın esaret altında 1000 günü doluyordu... Hücrede tek başına ise 276. günü!.. Tuncay’ın 1159 güne ulaştığını, Doğu Perinçek’in 45 ayı geride bıraktığını, diğer bir deyişle, 4 yılı devirmesine yalnızca 90 gün kaldığını da biliyordum. 4 yılı deviren ve hâkim önüne dahi çıkmayan tutukluların olduğunu da biliyordum. Silivri tutsaklarının dramını, bizlerin, halkın trajedisini, olanları ve olacak olanları da gayet iyi görüyor, biliyordum. Yani içim parçalanarak da olsa ne yapacağım, nasıl tepki göstereceğim belliydi. Yani hazırlıklıydım...
Ama aynı gün bir aydınlanma savaşçısının ölüm haberine hiç hazırlıklı değildim. 12 Eylül’ün, faşizmin en karanlık yıllarında “Uygarlık Tarihi”ni, 6 koca cilt “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası”nı elimden düşürmediğim Server Tanilli’yi bir daha hiç göremeyecek, konuşamayacak olma gerçeğini kabullenmeye ise hiç mi hiç hazırlıklı değildim... Sonra yaşadığımız acımasız sürecin dayattığı kan tadında gerçekliği düşündüm...
- Tutsaklık ve ölüm!..
***
Balbay, 1000’inci günü hücresinde karşılarken, Server Tanilli sonsuzluğa kanat çırparken, aynı zaman dilimi içinde, yine bir hücrede bir başka kalp ağrısı, bir başka yürek sıkıntısı yaşanıyordu... Daha 17 gün önce aynı koğuşta bir yürek durmuş, bir ölüm yaşanmıştı... Kaşif Kozinoğlu, Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre aşırı spor sonrası kalp krizi geçirmiş ve yaşamını yitirmişti...
Kozinoğlu’nun ölümü üzerine tartışmalar sürerken, bu kez aynı koğuşta kalan ve ‘Abdullah Öcalan’ı sorgulayan komutan’ olarak bilinen Albay Hasan Atilla Uğur “kalp kaynaklı yoğun göğüs ağrısı” teşhisiyle hastaneye kaldırıldı. İşin ilginç ve bir o kadar da vahim tarafı, İkinci Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanan emekli Deniz Yüzbaşı Hasan Ataman Yıldırım, koğuş arkadaşı Kozinoğlu’nun ölümünün ardından yaptığı açıklama ve verdiği dilekçede, Albay Uğur’un da başına bir şey gelmesinden korktuğunu açıkça dile getirmişti. İki hafta sonra korktuğu oldu!..
- Aynı koğuşta, iki hafta içinde, iki kalp krizi. Tesadüfe bakın...
***
Silivri davaları ise bildiğiniz gibi...
Örneğin, Balyoz davasında mahkemeye sunulan “bilirkişi raporu” iddianamede ileri sürülen delilleri anında çürütüverdi!.. Boğaziçi Üniversitesi tarafından hazırlanan bilirkişi raporu, “Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirildiği iddia edilen ancak albayın reddettiği flash bellek üzerinde yapılan incelemede, dijital verilere elle müdahale edildiği” belirtildi. Yani Türkçesini söyleyecek olursak; delil üretildi!..
Peki n’oldu derseniz, dava aynı şekilde devam ediyor, değişen bi şey yok!.. Öyle olunca da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türk yargıcı Işıl Karakaş’ın dediği gibi, “Basın özgürlüğü ve insan hakları ihlallerinde en kötü devlet” unvanını açık ara elde tutuyoruz. Böyledir zaten;
- Adaletin gücünün, gücün adaletine teslim olduğu “ileri demokrasilerde” müstahak olunan durum tam da budur...
Ümit Zileli/Cumhuriyet
Yorum Gönder