Anıların gölgelerinde yankılanan bir ayak sesini düşünün bir kış sabahında...
Başınızı göğe çevirip, mavilerin içinde yitip gidin, isterseniz...
Her şeyin uçup gittiği duru bir aydınlıkta, aynaların dibinde kül olmuş bir sancıyı düşünün...
Tüm unutanlardan daha gerçekçi olun!
Bilin, yüreğin her şeye bedel olduğunu... Tüm baskılara, her koşulda direndiğini, acıların içinden kan ırmağının bir gün daha coşkulu akacağını...
Solgun yelpaze kanatlarına bakın bir süre, umutla umutsuzluğu düşünün, sevda sözcüğünü, aşk sözcüğünü sakın unutmayın...
Zorunluyuz çocuğum, zorunluyuz sevmeye ve direnmeye.
Tüm acıları ve hüzünleri yüreğimizde taşısak bile.
***
Yaşamın rengini arayın kırlarda dolaşırken...
Kış güneşi bakın tam tepenizde... Deniz dalgalı yine... Balıkçı tekneleri karşınızda...
Yaşamın upuzun sayrık saatleri, özlemin kısacık yılları...
Bir aralık çöllerin çiçeklenmesi gibi.
Ege’nin küçük bir koyuna sığının, yaşama dair ne varsa elinizde anımsamaya çalışın.
Behçet Aysan’ın dizelerinde “Kanlı Zambak”ı okuyun sevdiğinize:
“Onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş gidiyordu
gidiyordu
Zambak dur sana da bulaştı kan.”
Bir avuç sevinçle büyütülen yaşam...
Korkun ki hiçbir yerde görülmemiş...
Sesin, soluğun, gülüşün, öfken...
Bir avuç hüzünle nice zorluklar... Hapislik günleri... Acılar, tasalar, özlemler...
***
Sonbahar yapraklarının dans ettiği bir parkta, sis dağılsa... Belki uzakta saçlarını rüzgâra vermiş bir kadın, bir delikanlı, bir genç kız kimin türküsünü söyler sabahın ayazında!
“Nasıl seviyorlar öyle uzun
Yenilmeden bütün bir günde
Nasıl öpüşüyorlar soluksuz
Temmuzun dudaklarıyla eylülde”
Ergin Sander’in o pek bilinmeyen şiiri, gitmiştir tüm görüntüleri geride bırakarak sessiz...
Düşler gölgesinde yaprak eylülden bugüne yalnızdır.
Şafakta yetişen otlar... Elitis’in “Çılgın Nar Ağacı” kıbleden esen yeli gösterir.
Nar dolu kahkahalar atarak aydınlıkta... Bulutların şarkısını dinlerken.
Bir kıyı kasabasındayım yine...
Ne denli sessiz ne denli yalnız... Sessiz rüzgârında uzak dağların.
***
Dallar küçük çocuklar gibi üşür. Kaybolur umutlar, anlatılmaz aşk masalları...
Unutulur yüreğin hızla çarpması; devrimci ruhun isyanı...
Ağaçlar gölgesini çekerken üstümüze, rüzgâr bulutları sürüklüyor...
Çamları okşuyor, akasyaları.
Hüzün soluyor gökyüzü, bir serçe yanı başıma konuyor...
Denize bakıyorum uzun uzun...
Aşk, tutku ve gizem...
Nasıl da soluk alıp veriyor gökyüzü?.. Nasıl bakıyor çocuklar, öyle!..
Konuşmak istiyorlar ama konuşamıyorlar...
***
Yana yatmış otlar ve denizin üzerinde iki ışık...
Kimse gelmedi bana bugün sorular sormaya... Kimse gelmedi konuşmak için...
Tomurcuğun görülmeyen gözeneklerinde, yoksulluğun öfkesini düşündüm...
Sonra kapadım gözlerimi ve haykırdım:
“Yanılmayın...
Hesap sorulmayacak sanmayın...
Yanılmayın...
Dökülen kanın hesabı sorulmamışsa...
Yalanın hesabı sorulmayacak sanmayın...
Yanılmayın...
Bunun hesabı sorulacak...
Sorulacak ama...
Vakit var...”
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder