Araba kiralayıp İzmir’e Doğu Perinçek’in mitingine gittim. İlk kez politik bir arenada kürsüye çıkıp halka hitap ettim. Şöyle dedim onlara: “Buradayım, Cumhuriyet için… Buradayım Atatürk için… Buradayım, bütün hakkı yenenler için… Buradayım, Perinçek için…”
Günü birlik turnelerden fırsat bulduğumda, Bodrum’da dinleniyorum. Okuyorum, yazıyorum, bol bol da klasik müzik dinliyorum. Bu arada haberleri asla kaçırmam.
Hangi kanalın, “haberi” neye göre verdiğini, kanal sahiplerinin politik eğilimleri belirliyor. Örneğin, TRT devletin televizyonu olduğu için haberler iktidarın lehine. Yani haberleri alırken bile kafanızı çalıştırmanız, seçilminizi doğru yapmanız gerekiyor. Yoksa avlanırsınız. Kanallar kendi inanç ve çıkarları doğrultusunda beyninizi yıkar. Bu nedenle ben başta TRT’yi ve bazı kanalları izlemem.
Geçen gün izlemek için seçtiğim kanallardan birinde, dizlerini döven, gözyaşlarına hakim olamayan, yüreği yanık bir anne vardı. Oğlu, beyefendinin mitinginde protesto hakkını kullanarak üniversitelerdeki yüksek harç bedellerini eleştiren bir pankart açmış.
20′li yaşlarda bir genç insan… Bir anne kuzusu…
Derdest edip atmışlar içeriye. Toplam 14 ay yatacakmış.
Annenin gözyaşı sel olmuş, akıyor. “Ben oğlumu isterim!” diyor da başka bir şey demiyor.
Beyefendinin Hopa mitinginde bir öğretmen, adı Metin Lokumcu, demokratik hakkını arıyor ve AKP’yi protesto ediyor. Ne var ki devletin polisi beyefendinin “Hepimiz biriz” sloganıyla kanallarda yayınlanan, yarı türkü yarı ilahi formatındaki seçim reklamını izlememiş herhalde. Metin Öğretmen’in burnuna dayamış gazı, sıkıyor da sıkıyor. Gaza fazla dayanamayan Metin Öğretmen de can veriyor oracıkta. Beyefendiye durum iletildiğinde “O adamı ağzıma almak bile istemiyorum” diyor. Protestocuların, bağımsız adayların terörist olduğunu hatta dinsiz olduğunu söyleyip duruyor.
Ben de olsaydım o ananın kuzusunun yerinde, açardım aynı pankartı muhtemelen. Metin Öğretmen gibi demokratik hakkımı kullanırdım. Yani eleştirirdim AKP’yi.
Düşünüyorum da o zaman ben de beyfendinin buyurduğu gibi terörist oluyorum…
Bendeki saçmalık işte. Düşünüdüğüm şeye bak. Beyfendiden daha mı iyi bileceğim? O ne diyorsa doğrudur. Acaba polislerin gelmesini beklemeden, gidip kendim mi teslim olsam? Yoksa ilk rastladığım polise burnuma gaz mı sıktırsam? Yok yok. Kendi gazımı kendim sıkayım neme lazım.. Devletin işi başından aşmış, bir de ben yük olmayayım.
Beyefendi bir ara “açılım kahvaltıları” yapmaktaydı. Hatta Sezen Hanımefendi hazretleri de sarıldı telefona beyfendiyi aradı. “Sizi destekliyorum yüce haşmetmaap” dedi. İnsanlar beyefendiye yaranabilmek için kuyruklar oluşturdular kahvaltı kapılarında. Beyanatlar verildi, ahkamlar kesildi. Millet esti savurdu. “Daha dün gibi” demeyeceğim, çünkü “dün” oldu bu.
Dün dündü, bugün ne olduysa beyefendi tamamen tersine döndü. Şimdi kendi vatandaşlarını teröristlikle, hatta dinsizlikle suçluyor.
Biz az sayıda sanatçı, bu kahvaltılara gitmeyi reddettik. Müjdat Gezen “Ben yeni yedim, tokum” dedi. Beni bizzat bakanın kendisi aradı. Ben de aynı görüşte olmadığımız ve de bu açılımların bir yere varmayacağını düşündüğüm için katılamayacağımı söyledim.
Sonuç düşündüğüm gibi oldu ve bu açılımlardan hiçbir sonuç çıkmadı.
Uğur Dündar, Müjdat Gezen, Yılmaz Özdil, ben ve Nedim Şener; Sevgili Uğur Dündar‘ın haber programlarının içinde buluşur, tatlı sohbetler ederdik. Bir ara ben kadrın dışında kaldığı için Nedim Şener’e “Yahu seni bir an göremedim, tutuklandın sandım” diyerek latife ettim. Hep birlikte gülüştük. Meğer bana malum olmuş. Nedim Şener şimdi Silivri‘de hapiste. Rastladığı herkese “Suçum ne?” diye soruyor.
Türkiye’de bir ilki yaşayan Ahmet Şık da yazacağı kitabın müsveddesi yani taslağı yüzünden hapiste. Hücresi 1 metre eninde 5-6 metre uzunluğunda beton bir oda. Duyduğuma göre vücudunda yaralar çıkmış. Bir söylentiye göre gölgesi ile konuşuyormuş. Mahkemede 450 kere “SUÇUM NE?” diye sormuş.
Bu sorunun yanıtını kendileri dahil kimse bilmiyor..
Komutanlarımızdan da söz etsek, yerinde olur kanısındayım. Dışarıda paşa kalmadı. Hepsi içeride. Hani “Bir savaş çıksa, ne yaparız acaba?”diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şöyle bir çözüm uygun olabilir sanırım: Hani bayramlarda küçük çocuklar paşa kıyafeti giyiyorlar ya… Hah işte çocukları ordunun başına koyarız. Hem çocuklar eğlenir hem de ordu başsız kalmaz. Ama dur yahu, bir sorun daha var… Ya çocukları da gerçek paşa sanıp alırlarsa içeri? Galiba bu iyi bir fikir değil. Neyse söyleyen gitti.
Beyefendi, mizaha ve mizahçılara fena taktı şu sıralar. Sosyal içerikli mizahi programları bir bir yayından kaldırılıyor. Mizahçılar, karikatüristler, o mahkeme senini bu mahkeme benim dolanıp duruyorlar. Mizah dergilerine yaş sınırı konulmuş. Örneğin 18 yaşından küçükler bu dergileri alamayacaklar. Eğer bunlar kazanırsa, muhtemelen bu dergilerin yayın hayatına da son verilir.
Evet.. Bodrum’daydım dedim ya dün araba kiralayıp İzmir’e Doğu Perinçek’in mitingine gittim. İlk kez politik bir arenada kürsüye çıkıp halka hitap ettim. Şöyle dedim onlara: “Buradayım, Cumhuriyet için… Buradayım Atatürk için… Buradayım, bütün hakkı yenenler için… Buradayım, Perinçek için…”
Perinçek de suçunu bilmeyenlerden.
Dedim ki halka: “Artık sözün bittiği yerdeyiz. Seçimlere birkaç gün kaldı. Elinizi önce vicdanınıza, sonra sandığa götürün. Ülkeyi ancak siz değiştirebilirsiniz.Ben halkıma güveniyorum.”
Nasuh Mahruki ve güzel eşi de Doğu’nun Meclis’e girebilmesi için oradaydı. Heykeli yıkılan Mehmet Aksoy da hazırdı orada. Bana matrak birşey anlattı. Anlattığı mizah değil, gerçeğin ta kendisi. Van Belediyesi “Biz heykele karşı değilliz” demiş. Yıkılan heykelin yerine yarışma açıp yenisini dikeceklermiş.
Konu ne biliyor musunuz?… Kaşar ve bal…
Mehmet‘in “İnsanlık Heykeli”nin yerine kaşar tekerleği koyacaklarmış sizin anlayacağınız.
İşim bitince tekrar döndüm Bodrum’a.Digitürk’ün yayını kesilmiş. Herhalde parasını ödememişizdir.Yalnız TRT var görüntüde. Bir tıngırtı olsun diye açık bıraktık.
Bismillahirahmanirrahim!
Nazım Hikmet ile ilgili kısa bir belgesel programı çıktı karşıma. Bir yaşıma daha girdim. Nazım bu övgünün elbette ki fazlasını hakediyor. TRT Nazım’ı nasıl yayınlıyor, ona şaştım. Sonunda dank etti kafama. Beyefendi Nazım’ı kendi kanalında kendisine alet ediyor. “Bak biz Nazım Hikmet’i bile yayınlıyoruz” demek istiyor.
Yahu bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Nazım bugün yaşasaydı, sizi yerden yere vururdu şiirlerinde. Sanki o gün yazdığı bu şiirler, bugünü kapsamıyor mu? Nazım sağ olsaydı, Silivri’de “Suçum ne?” diye gölgesine sormayacak mıydı?
Pablo Neruda der ki: “Şiirin yazıldığı zaman kadar okunduğu zaman da önemlidir”
Şiir her zaman güncelliğini korur ve söyleyeceğini söyler.
İşte size Nazım‘ın ezberimde olan bir şiirini yazıyorum…
VATAN HAİNİ
“Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Okuduğunuz bu şir, bugün için de geçerli değil mi?
Ne değişmiş?
Hiçbir şey.
Geldik işin dualama kısmına…
Anaların kuzulara kavuşması için, Türkiye’de yurttaşların insan gibi yaşaması için, gençlerin, öğrencilerin, hepimizin özgürlüğe kavuşması için, Amerika’nın ordunun yakasından düşmesi için, ülkenin talan edilmesi, basının özgürlüğü, sanatın gelişmesi, kimsenin dinsizlikle itham edilmemesi, mizahın üzerinden sansürün kalkması, tarımın, hayvancılığın ve en önemlisi kardeşliğin yeniden yapılanması, suçsuz yere hapislerde çürüyen insanların özgürlüğüne kavuşması, Türkiye Cumhuriyet’inin payidar olması, Atatürk’ün kemiklerinin sızlamaması için…
Doğru sandık başına…
Yeter artık! Hak yerini bulsun…
NOT:Sevdiğim, değer verdiğim gazeteci Nuray Mert‘e Başbakan‘ın ‘Namert’ demesi beni çok üzdü. Bence Başbakan, Nuray Hanım’dan özür dilemeli…
Yorum Gönder